Anasayfa İncelemelerFilm İncelemeleriThe Most Precious of Cargoes: Kalpsizlerin Bir Kalbi Var Mı?

The Most Precious of Cargoes: Kalpsizlerin Bir Kalbi Var Mı?

Yazar: Ömer Acıoğlu
The Most Precious of Cargoes: Kalpsizlerin Bir Kalbi Var Mı?
The Most Precious of Cargoes: Kalpsizlerin Bir Kalbi Var mı?

Size sormam gereken bir sorum var önce: Kalpsizlerin bir kalbi var mı gerçekten? Başta gerek ırk konusunda gerekse yüz konusunda birini görür görmez ona önyargıyla yaklaşıyor musunuz? Belki de temiz kalbinden başka bir şeyi olmayan ama yine de toplumunuza düşman olduğu için ona karşı önyargılı davranıyorsunuz. O hâlde bir soru daha sorayım: Bu konuda kendinizi biraz da olsa sorgulamak ister misiniz?

Birazdan bahsedeceğim film, Jean-Claude Grumberg’in aynı isimli romanından uyarlanan The Most Precious of Cargoes, kendinizi sorgulamaya ve kendi ahlakınızı ile duygularınızı paramparça etmeye yardımcı olacaktır.

Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye için yarışan; En İyi Animasyon, En İyi Uyarlama Senaryo ve En İyi Müzik dallarında César’a aday olan bu filmin seslendirme kadrosunda Dominique Blanc, Grégory Gadebois, Denis Podalydès ve 2022 yılında hayata veda eden Jean-Louis Trintignant yer alıyor. Filmin yönetmenliğini ise The Artist (2011) filmiyle 5 dalda Oscar kazanan Michel Hazanavicius üstleniyor. Trenden gelen bir bebeği bulmasıyla hayatı değişen Yoksul Oduncu ile Yoksul Oduncu Karısı’nın hikâyesini anlatan bu duygu yüklü film, bu hafta itibarıyla Bir Film tarafından vizyona girdi.

The Most Precious of Cargoes: Kalpsizlerin Bir Kalbi Var Mı?

The Most Precious of Cargoes: Kalpsizlerin Bir Kalbi Var Mı?

Hikâyemiz bizi II. Dünya Savaşı’nın en vahşi dönemine götürüyor. Oduncu erkeği ve oduncu kadını kendi içlerinde yaşamaya çalışıyor. Geçmişte çocuklarını kaybeden bu iki kişi, odun keserek geçimini sağlıyor. Bu ikisinin hayatı, trenden atılan bir bebeğin gelişiyle değişiyor. Çünkü trenden gelen bebek, aslında esir edilen bir ailenin çocuğu ve bu olay hem ailenin hem de toplumun ahlakını sorgulatıyor.

Benim için bu filmde en çok aklımda kalan söz şu: “Kalpsizlerin de kalbi vardır.” Bu söz öyle bir kanınıza dokunuyor ki, filmi seyrettikçe ister istemez siz de kendi ahlakınızı sorguluyorsunuz. Ama bu, böyle üstün körü bir sorgulama değil. Ahlakınızı, aklınızı ve zihninizi baş ağrısı yaratacak kadar derin bir sorgu bu. Ama aynı zamanda bir süre durup, “Bu da insanmış.” dedirtecek kadar düşündürücü ve çarpıcı bir şey.

Bu sözü ve hikâyeyi göz önünde bulundurduğumuzda, II. Dünya Savaşı döneminde yaşanan olaylarda Yahudilere karşı öylesine aşağılayıcı, öylesine küçümseyici gözlerle bakıldığını görüyorsunuz ki öğrendikçe sinirleriniz daha da harap oluyor.

The Most Precious of Cargoes: Kalpsizlerin Bir Kalbi Var Mı?

The Most Precious of Cargoes: Kalpsizlerin Bir Kalbi Var Mı?

Dolayısıyla, II. Dünya Savaşı’ndaki o acımasızlığa rağmen güçlü bir şekilde ayakta durmayı oldukça etkileyici biçimde anlatmış. Kaldı ki film sadece önyargılarımızı sorgulatmıyor; aynı zamanda bir kadının, bir insan olarak ayakta kalışını ve mucizeler yaratışını da güçlü bir şekilde aktarıyor. Filmin bir yerinden sonra ise acıyla yüzleştirmeyi ihmal etmiyor. Son derece gerçekçi, son derece çarpıcı bir hikâye.

Filmin görselliğine ise apayrı bir âşık oldum. Filmdeki çizimler oldukça doğal ve sahici. Pastel renklerin hâkim olmasına rağmen, anlatılan hikâye görsel açıdan zıt bir dokunuş katıyor filme. Dinmeyen kar, çıkan iskeletler, trenin önünde duran kurukafa ve bitmeyen kâbusların mesken tutması da ayrı bir estetik yaratıyor. Benim açımdan filmdeki görsellik adeta yüzüme tokat gibi çarptı.

Alexandre Desplat’nın müzikleri ise sinirlerimi daha da altüst eden bir unsur. Korodan gitar tınılarına, senfonik müziklerden hüzünlü melodilere kadar tam anlamıyla sarsıcı. Sesler için de aynı şey geçerli. Özellikle tren sesi ve kalp atışları, filmin en akılda kalıcı unsurlarından biri.

Seslendirme ise son derece özel. Zaten Jean-Louis Trintignant’dan son kez duyduğumuz o yaşlı, bilge ama masalsı sesi gerçekten filme zıt ama etkileyici bir dokunuş katıyor. Dominique Blanc ve Grégory Gadebois ikilisi de sesleriyle filme sıcak bir hava katıyor. Denis Podalydès’nin sesi ise bambaşka bir etki yaratıyor; yüzü kötülük dolu görünse de içinde mutlaka bir iyilik barındırıyor.

The Most Precious of Cargoes: Kalpsizlerin Bir Kalbi Var Mı?

The Most Precious of Cargoes: Kalpsizlerin Bir Kalbi Var Mı?

Belki çok bir şey yazamadım ama hızlıca toparlayayım ben. The Most Precious of Cargoes, Michel Hazanavicius’un The Artist’ten sonraki en paramparça eden yapımı olarak listeme aldım. 2025’in zaten en iyisi, o cepte. Bu yaz sıcağında da seyredilebilecek en iyi yapımların arasında yerini alıyor. Bu dünyada insanlara dair önyargılarını kırmak bir yana, uzun yılların sonunda acıyla yeniden yüzleşebilmemiz üzerine söz söyleyebilen bir film. Filmi izlerken düşünecek, düşünürken içiniz parçalanacak, içiniz parçalanırken umutla izleyeceksiniz. Hepinize mutlu bir seyir dilerim.

Puan: 4,5/5

The Most Precious of Cargoes: Kalpsizlerin Bir Kalbi Var Mı ?

Bunlar da ilginizi çekebilir

Yorum Yap

Bu internet sitesinde, kullanıcı deneyimini geliştirmek ve internet sitesinin verimli çalışmasını sağlamak amacıyla çerezler kullanılmaktadır. Bu internet sitesini kullanarak bu çerezlerin kullanılmasını kabul etmiş olursunuz. Kabul Et Daha Fazlası...