Lee: Savaşta Görünmeyeni Göstermek
Herkese, özellikle sinemaseverlere, mutlu bir gün diliyorum. Gün geçmiyor ki “II. Dünya Savaşı filmlerini biz çok izledik be kardeşim” dediğimiz bir noktada, yeni bir filmi daha şaşkınlıkla karşılamayalım. Bahsedeceğim filmin adı “Lee“ ve film, mankenlikten fotoğrafçılığa geçiş yapan, ardından II. Dünya Savaşı’nın fotoğraflarını çekerek savaş muhabirliğine yükselen Lee Miller’ın gerçek hikâyesini anlatıyor.
Filmin yönetmenliğini, Eternal Sunshine of the Spotless Mind (Michel Gondry, 2004) filminde görüntü yönetmeni olarak tanıdığımız ve The Betrayal: Nerakhoon (2008) filmiyle yönetmenliğe adım atan Oscar adayı Ellen Kuras üstleniyor. Başrollerde Kate Winslet, Andrea Riseborough, Andy Samberg, Alexander Skarsgård, Marion Cotillard, Josh O’Connor ve geçtiğimiz hafta The Balconettes (2024) filminde izlediğimiz Noémie Merlant yer alıyor. Fotoğraflarıyla II. Dünya Savaşı’nın görünmeyen gerçeklerini gözler önüne seren bu film, ülkemizde “11!” kapsamında gösterildikten sonra bugün itibarıyla Bir Film tarafından vizyona giriyor.
Şimdi filmin hikâyesine göz atalım, ardından bu filmin biçimsel güzelliğinden bahsedelim. Kariyerine modellikle başlayan Elizabeth “Lee” Miller, mankenlikte yükseldikten sonra bu mesleği bırakıyor. Öncesinde Man Ray ile iş birliği yaparak moda fotoğrafçısı olarak çalışmaya başlıyor. Ancak II. Dünya Savaşı’nın patlak vermesiyle birlikte Lee, Vogue dergisi için gazeteci ve fotoğrafçı olarak çalışıyor ve savaşın dehşetini kayıt altına alıyor.
Bu film, bizi önce 1930’ların Fransa’sına, sonra da İngiltere’ye götürüyor. Filmden bahsederken şöyle bir giriş yapmak istiyorum: Askerlerin silahı makineli tüfeklerdir; sorgusuz sualsiz herkesi öldürürler. Muhabirlerin silahı ise fotoğraf makineleridir; sadece insanları değil, savaşın insanlığa dair sakladığı gerçekleri de yakalayıp herkes için kanıt niteliğinde sunarlar. Bu film de sadece çekilen fotoğraflar eşliğinde II. Dünya Savaşı’nda Hitler’in hem saklayıp hem de yok ettiği insanlığı (ve tabii ki gerçekleri) gözler önüne sermekle kalmıyor, aynı zamanda Lee’nin yaşadığı erkek egemen bir dünyada inatla ayakta durarak tarihe geçmesini de anlatıyor.
Dolayısıyla, filmin senaryosu gerçekten sürükleyici. Bu filmin teması göstermek, ayakta kalmak, inat ve vicdan üzerine işliyor. Fotoğraf makinesi ve Lee’nin mücadelesi bu filmin başrolü. Çünkü filmin yarattığı dil ve metaforlar, Lee’nin çektiği fotoğraflar eşliğinde son derece gerçekçi bir dile dönüşüyor. Anlattığı hikâye zaten gerçekçi, ancak diyaloglarıyla da filmin hikâyesini ve gerçekçi dilini süslemeyi başarıyor.
Sinematografisi ise gerçekten ayrı bir hüzün katıyor filmin havasına. Özellikle Paris sokaklarının işlendiği sahneler konusunda şunu söylemeliyim: Başlangıçta pastel ve canlı renklerle hayat dolu bir atmosfer yaratılırken, ilerleyen sahnelerde grimsi ve soluk tonlarla savaşın etkileri vurgulanıyor. Bu sinematografi sayesinde, önce insanlığın mutlulukla var ettiği bu şahane hayatın zamanla karanlığa bürünmesini, mutluluğun yerini hüzne bırakmasını acı bir şekilde seyrediyoruz. Kamera hareketleri ve açıları da bizi hikâyenin içine çekmeyi başarıyor. Bu görüntü yönetmeninin ismini vermesem olmaz: The Pianist (Roman Polanski, 2002), Ray (Taylor Hackford, 2004) ve All The King’s Men (Steven Zaillian, 2006) filmlerinin görüntü yönetmeni Pawel Edelman imzasını taşıyor.
Filmin bir de öylesine güzel müzikleri var ki tadına doyum olmaz. Filmin müziklerini ünlü müzisyen Alexandre Desplat bestelemiş. Alexandre Desplat’ın müzikleri, dinlediğimde bile bana Ennio Morricone’nin eserlerini hatırlattı. Hem acı hem de umut dolu. Sesler ise bambaşka; müzikleri kadar tedirgin edici, hikâyesi kadar korkutucu.
Oyunculuk açısından filmdeki kadro beni hayran bıraktı. Erkek oyuncular da başarılı, ancak kadın oyuncu kadrosu adeta dört dörtlük: Kate Winslet, Noémie Merlant, Marion Cotillard ve Andrea Riseborough… Bu dört ismin bir araya gelmesi bile başlı başına bir olay. Ama daha da mükemmel olanı, bu dört oyuncunun filmdeki karakterlere bambaşka yorumlar katması. Kate Winslet, zaten Lee Miller rolüne apayrı bir yorum katmayı başarmış. Diğerleri de kendine has yorumlar katmış.
Sonuç olarak, bu filmle duygularınız adeta sel olup akacak. Lee, gerçek hikâyesi, güçlü oyunculukları ve etkileyici sinematografisiyle son yılların en iyi filmlerinden biri olmaya aday. Güçlü kadın savaşçılara ve cesur kadın muhabirlere adeta bir armağan niteliğinde.
Puan: 4.5/5
Lee: Savaşta Görünmeyeni Göstermek