A24: Sinemanın Mitik Kurtarıcısı
2022 yılında, A24 Films onuncu yaşını kutladı. Kurucuları Daniel Katz, David Fenkel ve John Hodges, sinema finansmanı, yapım geliştirme ve dağıtımı alanlarında önceden çalışmışlardı. 2012 yılında A24’ü uzmanlaşmış bir dağıtım şirketi olarak kurdular. Şirketin hedefi oldukça basitti: sanat filmlerini bünyesine katmak ve bu filmleri dijital zekayla pazarlayarak izleyiciyle buluşturmak. Faaliyetlerinin ilk dört yılında Spring Breakers (2012), The Bling Ring (2013), Under the Skin (2013), Ex Machina (2014), Room (2015), The Witch (2015) ve The Lobster (2015) gibi mükemmel yapımların dağıtımını üstlendiler. 2016’da Barry Jenkins imzalı Moonlight ile yapımcılığa da adım attılar; bu film En İyi Film Oscar’ını kazandı ve A24, o günden beri “Hollywood’un düzen bozucusu” olarak anılmaya başlandı.
2022 yılında şimdiye kadarki en büyük gişe başarısını yakaladılar: Daniel Kwan ve Daniel Scheinart’ın yönettiği Everything Everywhere All at Once, dünya çapında 100 milyon dolar hasılat elde etti. A24 hayranları, deyim yerindeyse “A24 Sinematik Evreni”ne kelimenin tam anlamıyla yatırım yapıyor; şirket de artık sınırlı sayıda üretilmiş ürünler, kitaplar, fanzinler ve podcast’ler yayımlıyor. Nisan 2022’de “A24 ALL ACCESS” adlı üyelik sistemini duyurarak kendilerini bir kulüp olarak konumlandırdılar – fiziksel bir üyelik kartı da satın alabiliyorsunuz. Ancak dikkat çekici olan, bu üyeliğin A24 film arşivine dijital erişim sunmaması. Bu garip gelebilir ama baştan sona orijinal bir yapım ve dağıtım firması oldukları için “A24 işte” deyip geçiyorsunuz.
Aslında bir film dağıtımcısının yaşam tarzı markasına dönüşmesi emsalsiz bir durum – yine de o kadar şaşırtıcı değil; zira Milenyum kuşağı ve Z kuşağı, tükettiklerimizin kimliğimizin bir yansıması olduğu fikriyle büyüdü. Sosyal medya, değerlerimizin, zevklerimizin ve politik duruşumuzun vitriniyse, bir medya şirketi olan A24’ün Instagram’daki “Yakın Arkadaşlar” listesinde yer almak (ki bu üyelikle gelen bir ayrıcalık), acaba neyin işareti? Evet, evet, doğru okudunuz. Böyle bir Yakın Arkadaşlar listesi var.
A24, kendini bu konumlandırma şekliyle artık iddialı bağımsız sinemanın simgesi hâline geldi. Dev stüdyo serilerinin egemenliğinde geçen bir çağda A24 gibi bir markayı desteklemek, yaratıcılığı, risk almayı ve kendine özgü bakış açılarına sahip sinemacıları desteklemek anlamına geliyor, bence. Bu, genç fikirler ve çeşitli anlatılar için bir yatırım gibi hissettiriyor.
Şirket; tembel bir Çinli-Amerikalı genç kadın ile ölmekte olan büyükannesini konu alan bir komedi-dramı destekledi, Dev Patel’i şövalye temalı bir romantik filme yerleştirdi ve siyah bir seks işçisinin viral olmuş bir Twitter anlatısına dayanan psikedelik bir yol filmini piyasaya sürdü. A24’ün internet sitesinde yayımladığı film listesi, dağıtımını üstlendikleri filmler ile yapımını gerçekleştirdikleri filmleri ayırmıyor – bu da onların lehine çalışan bir muğlaklık işte.
Şirketin bizzat yapımcılığını üstlendiği 23 filmden yalnızca ikisinin yönetmeni siyah: Moonlight ve Rashid Johnson’ın 2019 yapımı Native Son filmi. Yakında çıkacak üç film daha bu tabloya eklenecek. Native Son’un HBO’ya satılması ve sinema yerine dijital olarak yayımlanması üzerine başrol oyuncusu Ashton Sanders, A24’ü filmi “gömmekle” suçladı. Öte yandan Trey Edward Schults, Safdie Kardeşler, Robert Eggers ve Ari Aster gibi beyaz erkek auteur’lerin (yaratıcı yönetmen) birden fazla projeleri A24 tarafından finanse edildi ya da dağıtıldı.
A24, genellikle kurnazlığından çok yenilikçiliğiyle övülüyor. 2000’li yıllarda “bağımsız sinema” terimi adeta yozlaştı. Bir zamanlar stüdyo dışı, düşük bütçeli bir üretim biçimini tanımlayan bu kavram, artık daha çok bir estetik beyan hâline geldi. O dönemin “indie” filmlerini düşündüğümde aklıma Eternal Sunshine of the Spotless Mind (2004), Little Miss Sunshine (2006), Juno (2007), Rachel Getting Married (2008), 500 Days of Summer (2009) geliyor.
“Indie”, nostalji, tuhaflık ve bitmek bilmeyen bir ergenlik hâline dair kapsayıcı bir etiket oldu maalesef. Komedi ya da korkunun önüne “indie” getirildiğinde, bu artık “alternatif”, “karanlık” ya da “sarsıcı” anlamına geliyor. En önemlisi de bu terim, pazarlama açısından işlevsel bir araç. Yukarıda anılan filmlerin tamamının büyük dağıtımcıların alt markaları (Universal, 20th Century Fox, Sony) tarafından yayımlandığını unutmamak gerekir. A24 de “indie”yi bir kalite mührü olarak kullanma konusunda oldukça bilinçli.
A24’ün kurucuları, şirketin ilk günlerinde verdikleri nadir röportajlarda, kendilerini 1990’lar ve 2000’lerin başında “bağımsız gişe hitleri”ne Oscar kampanyaları yürüterek adından söz ettiren Bob ve Harvey Weinstein’ın kurduğu Miramax’e benzettiler. Daha güncel bir benzerlik ise milyarder mirasçı Megan Ellison’ın 2011’de kurduğu Annapurna Pictures olabilir. Annapurna, Kathryn Bigelow, Spike Jonze, Paul Thomas Anderson ve A24 mezunu Barry Jenkins gibi auteur yönetmenlerin prestijli projelerine büyük miktarda yatırım yaptı. Hollywood’da prestij kazanmanın kesin yollarından biri ise doğru sanatçılarla iş birliği yapmak.
2017’de Annapurna da bir dağıtım kolu kurdu. Fakat günümüzde film üretenler, satın alanların merhametine kalmış durumda. The Hollywood Reporter, dağıtımı “alıcının satıcıdan çok daha fazla güç ve etkiye sahip olduğu, karşı konulmaz bir çağrı” olarak ifade etmişti. Annapurna için de ne yazık ki bu adım başarılı olmadı. A24’ün zeki iş stratejisi ise ters yönde işledi: Pazarlamayı çözdüklerine emin olduktan sonra yapım işine yatırım yaptılar. Yani oldukça akıllıca bir hamle.
A24’ün kataloğuna bakacak olursak da gerçekten çok iyi filmler var; izleyicilerin bu yapımları görmesi için çaba göstermeleri de olumlu bir şey. Yeniden çevrimlerin, devam filmlerinin ve devasa serilerin egemenliğinde olan bir pazarda özgün hikâyeleri savunan bir şirket görmek umut verici. Ancak sinemanın geleceğini herhangi bir kurumsal yapıya emanet etmek konusunda temkinliyim. Sinema ile ilgili yan ürünlere para yatırmak, marka sadakatini pekiştirmenin bir yolu ve bu da izleyicileri eleştirel düşünmeden film tüketmeye teşvik ediyor. Filmleri gerçekten izlemek zorunda kalmadan “tüketilebilecek” içerikler hâline getiriyor. Anlık ve yüksek sesli etki yaratan filmler ödüllendirilirken, kalıcı iz bırakıp bırakmadıkları göz ardı ediliyor.
Asıl başarı, bir şeyi değil de o şeyin fikrini satmakta yatıyor gibi modern dünyada. Hatta ben modern çağ için “Gibiler Tarihi” diyorum. Her şey, bir şeyin aleni kopyası. Referanssız neredeyse hiçbir iş göremiyoruz. Gördüklerimiz arasında da maalesef yarısı fikirsiz. Yazımı böyle karamsarlıkla bitirmek hiç benlik değil; o yüzden sizi, A24’ü ve benzeri bir derdi olan, onu anlatmak için elinden geleni yapan firmaları desteklemeye davet ediyorum. Özgünlük, bize tekrar bizi kazandıracak. Buna canıgönülden inanıyorum.
A24: Sinemanın Mitik Kurtarıcısı