Anasayfa İncelemelerFilm İncelemeleri Kuru Otlar Üstüne: Gözlerin Ardındakiler

Kuru Otlar Üstüne: Gözlerin Ardındakiler

Yazar: Tunahan İbiş

Kuru Otlar Üstüne: Gözlerin Ardındakiler

Bir Zamanlar Anadolu’da (2011) filminin tüm o yorucu koşuşturmasının ortasında arama ekibinin karanlığın içinde kendileriyle baş başa kaldığı büyülü bir an var. Gecenin bir köründe aramaya çıktıkları cesedin bulunmasını beklerken herkesin usulca uzaklara daldığı bir an… Ancak bu sessizlik, Ahmet Mümtaz Taylan’ın canlandırdığı Arap Ali karakterinin monoloğu ile bozuluverir. Onu ensesinden gördüğümüz sırada Arap, Anadolu’da insanın kendi başının çaresine bakmasını uzun uzun öğütlemektedir. O konuşmaya devam ettiği sırada kamera birden yüzüne bakmaya başlar bu kendinden emin ve öfkeli karakterin. Bu perspektif değişimi ile onun hakkında edindiğimiz o güçlü izlenim de bambaşka bir hal alır. Diğer neredeyse herkesin saçını başını dağıtan, sıkıntıdan çektikleri püflemeleri dindiren rüzgâra rağmen Arap; büyük cüssesi ve bir gözünde birikmiş yaşlar ile kıpırdamadan durmaktadır. Bu insanın sözlerinin ardında saklı duran, onu bu sert mizacı sahiplenmeye zorlamış geçmişini merak edersiniz ister istemez. Ama bir yandan da bu yaşantıyı kurcalamaktan, orada sizi bekleyenleri öğrenmekten çekinirsiniz. Nuri Bilge şu soruyu sorar: Susmak mı daha kolaydır geçmişten kaçmak için, yoksa durmadan konuşmak mı?

Nuri Bilge Ceylan’ın son filmi Kuru Otlar Üstüne, gerçekler karşısında kayıtsızlığı seçmiş ve bu soruyu kendi içinde hiç cevaplandırmamış biri hakkında. Deniz Celiloğlu tarafından canlandırılan Samet; bu sebeple yönetmenin daha önce hiç olmadığı kadar kişisel yerlerden yaklaştığı, kendi şeytanlarını tek bir bedende topladığı karanlık bir ruh. Nuri Bilge’nin önceki filmlerindeki karakterlerinin aksine uzaklara bakmanın bile fayda getirmediği dipsiz bir kuyu. Buna rağmen senaryo, Samet’i Kış Uykusu (2014) ve en çok da Ahlat Ağacı’ndakine (2018) benzer bir yapı ile sınıyor. Karakterin kişiliği; Erzurum’da yaptığı ve bir an önce İstanbul’a tayin edilmek istediği öğretmenlik görevi esnasında yerlilerle ve aynı onun gibi şehir dışında eğitim görmüş, oranın yaşantısını benimsemiş başkalarıyla konuştuğu sırada aralanmaya çalışılıyor. Ancak buradaki tartışmalar; örnek verdiğim filmlerdeki kadar hevesli atışmalara neredeyse hiç dönüşmüyor. Çünkü Samet; öylesine arafta bir karakter ki, zaten gözle görülebilen meseleler dışında hiçbir şeye dair fikirlerini sunmaya yeltenmiyor. Bu yüzden diyaloglar, bu kez ana karakterin kilidini açmak yerine aslında açılacak pek de bir kilit olmadığını hatırlatmak için bir araç haline geliyor. Belki bu nedenle Kuru Otlar Üstüne’nin isminden de çağrışım yapan o romantik taşra öykücülüğü; bu sefer Nuri Bilge’nin önceki işlerinin aksine seyirciye doğrudan temas eden, imgelerle oyalanmayan ağdasız bir anlatıya gebe.

Samet’in arkasında bırakmayı planladığı görev yeri, ortaya çıkan bir skandal sonrasında derin bir belirsizlik hissi ile kuşatılıyor. Dersler dışında bir yakınlık kurduğu, hediyeler ve kitaplar armağan ettiği, onu neşesiyle yaşama tutunduran öğrencisi Sevim; Samet’i ona uygunsuzca, sınırları aşarak yaklaştığı gerekçesi ile okul müdürüne şikâyet ediyor ve bu duyum Milli Eğitim Müdürü’ne kadar gidiyor. Şikâyetin bir doğruluğu olup olmadığını asla öğrenmiyoruz, aslında Nuri Bilge de -belki politik açıdan sorunlu bir hamle yaparak- olayın bu tarafına pek odaklanmıyor. Film, tam olarak ne sebeple gerçekleşmiş ve ne gibi emellerle okul yönetimi tarafından büyütülmüş olduğu bilinmeyen bu olaydan yola çıkarak Samet’in bilinçsizliğine dair bir anlatı inşa ediyor. Hikâyenin en büyük dayanaklarından olan ve Merve Dizdar’ın ona Cannes’da En İyi Kadın Oyuncu Ödülü’nü getiren Nuray rolü; Samet’in içindeki boşluğa, etrafındaki hiçbir şeye anlam biçememesine ve yalnızca saf bir öfke barındırmasına karşı dimdik duran bir figür. Gençlik döneminde üstlendiği politik mücadelesini sürdürmeye çalışan ancak yaşadığı büyük bir trajedi sonucu yorgun düşmüş Nuray, yine de vazgeçmemiş olmasıyla Samet’e aynı koşullarda edinmiş olabileceği vicdani sorumluluklarını hatırlatıyor. Filmin yan karakterlerini bir anti-tez gibi kullanmasının şüphesiz en ilginç taraflarından biri; deneyim ettiği olaylar fark etmeksizin Samet için bir dönüşüm imkanının olmadığı ve olamayacağı gerçeğini açıkça söylemesi. Sanıyorum Kuru Otlar Üstüne’nin çatışmasını böylesine zenginleştirip yine de bir çıkış yolu sunmaması ve buna karşın canlılığından asla bir şey kaybetmemesi, onu Nuri Bilge Ceylan’ın ustalık eserlerinin yanına koyan en büyük etmenlerden biri.

Kuru Otlar Üstüne, aynı zamanda Nuri Bilge’den daha önce hiç bu kadar doğrudan bir şekilde görmediğimiz politik bir alt metin taşıyor. Senaryonun bu kısmı; Ankara Garı Katliamı’nda bacağını kaybetmiş Nuray karakteri üzerinden belirgin hale gelen ancak harekete geçmek, örgütlenmek, kalmak, gitmek gibi meseleler ile temele indirgenen bir yazıma sahip. Mevcut iktidar ile bağı düşünüldüğünde Nuri Bilge’den daha ötesini beklemek zaten pek akıl kârı değil. Yine de bu mesele, hükümete dair açık referanslardan çoğu zaman kaçınmasına rağmen ana hikâyeye tertemiz bir şekilde eklemleniyor. Kuru Otlar Üstüne’deki karakterler günümüz Türkiye’sinde ne kadar yer kapladıklarının, mevcut koşulların ötesine geçip geçemeyeceklerinin cevaplarını arıyorlar. Ayrıca bir Nuri Bilge filmindeki karakterler, sanırım ilk defa bu kadar alınganlar. Kendileri hakkında kurulan cümlelerin niyetini anlamak için sık sık soru soruyor, karşı taraf kolaycı bir yanıt verdiğinde de hemen rahatlıyorlar. Onları incitebilecek ufak kelimelere karşı bile savunmaya geçmiş durumdalar. Samet’in etrafında karlar altında kalmış yaşantıları, geçmişin kırıntılarını böylesine göz ardı ettiğini; net hatlarla belirlenmiş gelecek tasarılarına sığındığını gördükçe karakterin karanlığı daha da ortaya çıkıyor. Nuri Bilge, Samet’in hem seyirci hem de halk ile arasındaki yabancılığını bazı deneysel yöntemler kullanarak anlatıyor. Samet; resim yapmayı ve üretmeyi bırakmış, okul müfredatına bağlı kalarak ders anlatan bir resim öğretmeni. Neredeyse tek hobisi, küçük makinesiyle ara sıra köy halkını pozlayarak çektiği fotoğraflar. Bu fotoğraflar; tüm ekranı kaplar halde art arda sıralanarak bize gösteriliyorlar, her ne kadar anlatıyı bir miktar bozup bizi kendi gerçekliklerine alsalar bile. Samet göremediğini resmetmeyi öyle unutmuş ki, tek çaresi -onları anlamamasına rağmen- görebildiklerine biraz daha tutunmak olmuş. Belki fotoğrafların hikâyeden bu kadar bağımsız bir yerde durmasının sebebi de budur: Çünkü anlatının içinde, yani Samet’in dünyasında yeni gerçeklere yer yok.

Yönetmenin kullandığı bir diğer yabancılaştırıcı unsur, Samet ile Nuray karakterlerinin arasında geçen hararetli ve tansiyonu yüksek bir tartışma sahnesinin hemen sonrasında kendini gösteriyor. Bu atışma sahnesinin Samet hakkında düşünüp de dillendiremediğimiz birçok şeyin açık edildiği, belki yeterince derinleşemeyen ancak yine de çok sağlam kurulmuş bir senaryo matematiği var. Ancak Nuri Bilge, Nuray tarafından topa tutulan Samet filmde belki de ilk defa sahici bir an yaşayacakken ona kurgusal bir dünya içinde olduğunu hatırlatıyor. Bu buluş, filmin yapıntılığını ifşa ederken aynı zamanda Samet’in girdiği tuvalette onun için bir arınmanın olmayacağını söylüyor, hatta seyirciyi bu hastalıklı zihinden ötede tutmaya çalışıyor sanki. Ama bir yandan da Nuri Bilge, içten içe dalga geçmek istiyor gibi bu karakter ile. Arap Ali’nin o yaşlı yüzünü gördükten sonra sessizliği tekrar delip geçen o basite indirgemeci, biraz da alaylı sözlerini tekrarlıyor sanki: “” Bir Zamanlar Anadolu’da…” dersin, “Ücra bir bölgede görev yaparken işte böyle böyle bir gece yaşamıştık.” Dersin. Anlatırsın yani ne bileyim, masal gibi.” Belli ki karşısına çıkan her güzel şeyin onun kurduğu ağlara takıldığını gördükçe Nuri Bilge de Samet için daha fazla debelenmenin anlamsız olacağını düşünmüş. Yönetmen ne yaparsa yapsın Doğu’daki görev süresinin Samet için öylesine bir hikâyenin ötesine geçemeyeceğini fark etmiş. Ve herhangi bir kolektiviteye inanmadığını söyleyen karakterin kendi varoluşunun bile insanların bir araya gelerek oluşturduğu bir sinema filmi sayesinde mümkün olduğunu ona olabilecek en sade yöntemle göstermiş. Ondan orta yolda vazgeçerek Samet’in finalde ilk defa duyduğumuz, yaptığı her çirkinliği romantize eden iç sesini de önceden bastırmış gibi oluyor yönetmen. Kuru Otlar Üstüne’nin sahiden de günümüz Türkiye’sinde bir şeyleri değiştirmekten, umut etmekten yorulmuş bir hali var ve bu his, böyle anlarda perdenin dışına çıkıp seyirciye de nüfuz ediyor. Peki öyleyse Nuri Bilge; hiç göremediği denizlere hükmetmeye çalışan, etrafındaki her şeye zehir saçan bu karakteri iyileştirmek için neden bu kadar uğraşıyor? Galiba hiç değilse Samet’in bakmamayı seçtiklerini biz görelim diye…

Kuru Otlar Üstüne: Gözlerin Ardındakiler

Bunlar da ilginizi çekebilir

Yorum Yap

Bu internet sitesinde, kullanıcı deneyimini geliştirmek ve internet sitesinin verimli çalışmasını sağlamak amacıyla çerezler kullanılmaktadır. Bu internet sitesini kullanarak bu çerezlerin kullanılmasını kabul etmiş olursunuz. Kabul Et Daha Fazlası...