Sultana’s Dream: Verilemeyen Mesajlar
27. Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali, 9 Mayıs’ta gerçekleştirilen açılış töreniyle başladı. Seçkide yer alan filmler ise ilk olarak 10 Mayıs Cuma günü izleyicilerle buluştu. Ekranom olarak bizim ilk izlediğimiz film Sultana’s Dream oldu. İsterseniz gelin Sultana’s Dream hakkında biraz konuşalım.
Isabel Herguera’nın yönetmenliğini üstlendiği Sultana’s Dream, Rokeya Hossain’in 1905 yılında yazdığı aynı adlı feminist hikayeden esinlenilmiş. Hikayede erkeklerin evden çıkamadığı, kadınların çalıştığı ve yönettiği ve hatta günde sadece iki saat çalışılan, fiziksel gücün değil zekanın ön plana çıktığı ütopik bir ülke anlatılıyor. Ana karakter Sultana’nın rüyasında bu dünyaya adım attığı hikayede aslında Rokeya Hossain’in yaşadığı dünyanın kadınlara sunduğu koşulları tersine çevirdiğini söylemek mümkün. Sultana karakterinin rüyasında ziyaret ettiği bu ülkede sadece kadınların mutlu olmaması, erkeklerin de kendilerini mağdur ettikleri sistemden kurtulup kadınların adil yönetiminden memnun olduklarının anlatılması ilginç noktalardan biri. Bu hikayeden 10 sene sonra yayınlanan Charlotte Perkins Gillman’ın Herland romanı ile yakın bir konuya sahip olduğunu söyleyebiliriz, ki iki eser de feminist edebiyatta önemli bir yere sahiptir. Filmde şans eseri bu hikaye karşılaşan, içine dalıp giden ve okuduktan sonra hayatının anlamını aramaya başlayan Inés’in, ki kendisinin isminin de feminist ideolojinin öncülerinden kabul edilen rahibe Juana Inés de la Cruz’dan geliyor olması olası, bu ütopik ülkenin izini bulma serüvenini izliyoruz.
Film, animasyon olarak çekilmiş. Animasyonları her ne kadar seviyor olsam da Sultana’s Dream’in animasyon türü benim pek de sevmediğim bir tür. Ancak bu tercih filmin konusu ve anlatmak istediklerini düşünürsek en doğru tercih. Farklı bir animasyon türünde veya canlı aksiyon olarak izlesek aynı etkiyi yaratabilir miydi bilmiyorum açıkçası.
Filmin açılış sahnesinde Inés’in, erkeklerin kendisine olan bakışları nedeniyle yaşadığı ilk korkudan bahsediliyor. Böyle hızlı ve etkileyici bir giriş yapan bir film izleyeceğim için her ne kadar başta heyecanlanmış olsam da bu heyecanımı kaybetmem maalesef çok uzun sürmedi. 87 dakikalık film süresince birçok konudan bahsedilmeye çalışılmış. Cinsiyet farklılıkları, cinsiyet eşitsizlikleri, feminizm, erkek egemenlik gibi aslında birbiriyle bağlantılı ancak hepsinin detayla ele alınması gereken konular. Birçok konudan bahsedilmeye çalışıldığı için kimi zaman verilmek istenen mesajdan uzaklaşılmış, kimi zaman da verilmek istenen etkiyi izleyiciye geçirememiş. Örneğin erkeklerin canavar olarak yansıtıldığını görüyoruz ancak bununla ilgili izleyiciye verilen herhangi bir sebep yok. İçinde yaşadığımız dünyada birçok örneği var tabii ki ancak filmde bunlardan da bahsedilmesi hatta gösterilmesi gerektiğini düşünüyorum.
Geri dönüp filmi düşündüğümde aklımda çok fazla replik kalmadığını da fark ediyorum. Bunun sebebi diyalogların da gelişigüzel yazılmış olması. Birkaç güzel replik olsa da filmin genelinde izleyicilerde etki yaratabilecek çok fazla diyalog yoktu. Konusu ve türü gereği anlatmak istediği her şeyi diyaloglarla, repliklerle anlatması gereken bir film için bu kadar etkisiz cümlelerin yazılmış olması seyir zevkini oldukça azaltıyor.
Bunun yanında film aracılığıyla önümüze birçok kültür de sunuluyor. Hindistan, İtalya ve İspanya’da geçen hikaye aracılığıyla bize dünyanın her yerinde kadınların aynı sorunları yaşadığını, nereye gidersek gidelim aynı sıkıntılarla karşılaşabileceğimizi anlatıyor. Ancak film kurgu anlamında da izleyenlere pek bir şey vadetmiyor. Sahnelerin birbirine bağlanması noktasında yetersiz kalıyor, izleyenler bir sahneden öbürüne savruluyor. Durum böyle olunca da filme odaklanmak zorlaşıyor. Sadece yazılmak için yazılmış sahneler var. Filmin akışından dolayı odaklanmakta büyük bir sorun yaşadığım için çok fazla hatırlamıyorum ancak izlerken yönetmenin kendi zevki için koyduğunu düşündüğüm sahneler bulunuyor.
Bir açıdan filmi Greta Gerwig’in Barbie’sine benzetmek de oldukça mümkün. Barbie’yi izlerken de bir şeylerin eksik kaldığı hissine çokça kapılmıştım. Aynı hislerim bu film için de geçerli. Örneğin verilmek istenen mesajlar filmin önüne geçiyor. Ve dediğim gibi çok fazla mesaj verilmek istendiği için de filmin süresi sebebiyle bir fikri yedirmeden diğer fikre geçiliyor ve böylelikle tüm fikirlerin üstü açık kalıyor. Anlatılmak istenenlerin herhangi bir dayanağı yok. Bu nedenle masalsı bir hikayeden öteye geçemiyor.
Genel olarak baktığımız zaman film istediklerini başaramayan, vermek istediği mesajları vermek konusunda yetersiz kalan ancak görselliğiyle izleyenleri büyüleyen bir yapım olarak karşımız çıkıyor. Festivalin muhtemelen en zayıf filmlerinden birisi olarak değerlendirebiliriz. Diğer filmlerde görüşmek üzere!
Sultana’s Dream: Verilemeyen Mesajlar