Anasayfa İncelemelerDizi İncelemeleri Sugar’a İlk Bakış: Bildiğimiz Dedektiflere Pek Benzemiyor!

Sugar’a İlk Bakış: Bildiğimiz Dedektiflere Pek Benzemiyor!

Yazar: Şeyda Taşkıner

Sugar’a İlk Bakış: Bildiğimiz Dedektiflere Pek Benzemiyor!

AppleTV+ platformunun yepyeni dizisi Sugar’ın ilk üç bölümü nisan ayının ilk ve ikinci haftalarında izleyici ile buluştu. Hızlı ve dopdolu kariyerini geçen yıl en sonunda Oscar adaylığı ile taçlandıran Colin Farrell, dizinin başrolünde, ismi gibi şeker mi şeker ve adeta Bond kadar karizmatik bir özel dedektif olan John Sugar’ı canlandırıyor. Colin Farrell’ın yanında dizinin kadrosunda başka dikkat çekici yıldız isimler de mevcut. Kayıp genç kız vakasında önemli bir ipucu olabilecek Melanie rolüne, The Office dizisinden biricik Holly Flax olarak tanıdığımız Amy Ryan, ünlü yönetmen Jonathan Siegel rolüne Succession’ın huysuz ve tatlı Ewan Roy’u James Cromwell hayat verirken, konuk oyuncu olarak da Breaking Bad’in Skyler White’ı Anna Gunn ile karşılaşıyoruz. Sugar’ın hem yakın arkadaşı hem de patronu olan Ruby rolünü ise Barry, The Good Place ve Killing Eve gibi dizilerden aşina olduğumuz Kirby canlandırıyor. Peki neler gördük ve neler beklememiz gerekiyor bu yapımdan? Gelin dizinin ve karakterlerin genel özelliklerine şöyle bir baktıktan sonra ilk üç bölümü birlikte değerlendirelim. Yalnız, yazı bir noktadan sonra spoilerlara ev sahipliği yapacak ama merak etmeyin, oraya geldiğimizde sizi uyaracağım.

Dedektifimizin Japonya’daki bir kayıp çocuk vakasının çözmesi ile açılışını yapan dizi, ilk bölüm itibariyle ana olayların burada geçeceğini sezdiren canlı ve güneşli Los Angeles’a taşınıyor ve Sugar’ın muhtemelen en azından sezon sonuna kadar üzerinde kafa yoracağı ve birçok sebepten kaynaklı kendi kendisine çözme sözünü verdiği bu vakayı izliyor olacağız.

Diziyi birçok diğer dedektif türündeki içeriklerinden ayırıp öne çıkaran detaylardan biri, gerek anlatımının, gerek çekim tekniklerinin, gerekse klasik Hollywood estetiğinin desteğiyle enfes bir noir stilinin izlerini taşıması. Ana karakterin kendisi Sugar da, bana kalırsa izlemeye alıştığımız özel dedektif stereotiplerinden epeyce sıyrılan birisi.

Japonya’daki vakasında Japonca, taksi şoförü ile Arapça, Amerika’da kaldığı yerde çalışan personellerle İspanyolca, 3. Bölümde katıldığı partideki davetlilerle Fransızca ve tüm bu dilleri çat pat değil de akıcı konuşması kendisinin bir poliglot, yani dört veya daha fazla dil bilen bir kişi olduğuna ve çok fazla farklı ülkede görevde bulunmuş olabileceğine işaret ediyor. Farrell’ın İrlandalı olduğunu ve kendi hayatında mükemmel baskın bir İrlanda aksanı ile konuştuğunu bilen izleyiciler için Amerikan aksanında kendisini zorlamasını izlemek bir tık tat kaçırıcı sadece!

Bunun yanında Sugar bir hayvan sever ve bizler gibi sinefil! John’ın sevdiği filmlerden yerinde örnekler verip alıntılar yapmasının yanında, dizinin kendisi de adeta bir tüzel kişi gibi sinema sever davranıp, seyrederken o an gördüğümüz sahneye paralel ve alakalı olacak şekilde çok benzer, siyah-beyaz klasik Hollywood filmlerinden bazı kareleri kısa kesitler halinde karşımıza çıkarıyor. John’un hayvanseverliğini ise, patronu Ruby’nin kedisi Mirembe’ye olan yoğun sempatisinden ve görevi sırasında karşılaşıp yardım istediği evsiz adamla köpeğine olağanüstü bir ilgi ve şefkat göstermesinden anlıyoruz. İkinci bölüm de bu evsiz adamcağız Carl’ın yüksek doz uyuşturucudan vefat etmesine tanık oluyoruz ne yazık ki ve şimdilik Sugar’ın geçici yuva olmak durumunda kaldığı söylenebilecek köpecik Wiley, buradan bakınca kalıcı yuvasını da bulmuş gibi görünüyor.

Yazının buradan sonraki kısımları diziden spoilerlar içeriyor olacak, benden söylemesi.

California eyaletinin lisanslı bir özel dedektifi olduğunu söyleyen Sugar’ın iyi niyetinin, hassasiyetinin ve merhametinin sadece hayvanlara yönelik olduğunu söylemek çok yanlış olur. Tam donanımlı bir dedektif olarak dövüşmeyi bildiği belli olsa da olası bir kavga-dövüş sahnesinden sonra diziyi kendisi narrate ettiği için sık sık insanları incitmekten hoşlanmadığını belirtme zorunluluğu hissediyor ve yaptığı işin en sevdiği kısmının, kayıp insanları sevdiklerine, onları özleyen kişilere kavuşturmak olduğundan da bahsediyor. Silah taşımaktan, kendi güvenliği için gerekli de olsa mümkün mertebe kaçınıyor ancak bu ısrarı, patronu Ruby ona sevdiği filmlerden birinde ünlü oyuncu Glenn Ford’un kullanmış olduğu silahı, bir koleksiyoncunun aracılığıyla kendisine sunduğunda son buluyor. Herkesin bu tarz zaafları olabilir tabii, değil mi?

Asıl yaşadığı yer ve yazımın ilerleyen kısmında çokça bahsedeceğim dizinin ana kayıp vakasının burada geçeceği belli olan Los Angeles’a ilk geldiğinde hizmet aldığı taksi şoförünün, telefon konuşmasından kızının hasta olduğuna kulak misafiri oluyor ve ona yetenekli bir doktorun telefon numarasını veriyor, daha önce bahsettiğim, arabasına göz kulak olmasını istediği evsiz adama, uzakta yaşayan kız kardeşi ile bağlantı kurmasını nasihat edip, cebine bir miktar parayla bir de telefon koyuyor, ipucu peşindeyken beraber sarhoş olduğu hanımefendi kendisinden daha fazla sarhoş olduğu için onu öpmemek gibi düşünceli davranışlar gösteriyor ve daha neler neler! Bizden tam puan alacak bu davranışlarının yanında kusurları da yok değil tabii ki. Kendisi bir başak burcu. Şaka şaka. Elbette bu tek başına bir kusur değil, ben de bir astrolog değilim elbette ama bu burca sahip olan kişilerin herkesçe en bilinen özelliklerinden biri, bir tık obsesyonu da beraberinde getirebilen seviyede takıntılı bireyler olmaları. John da, sadece izleyicinin çıkarım yapabileceği kadarından öte, kendisinin de itiraf ettiği üzere takıntılı bir dedektif. Bu durum kendisini sinemaya olan takıntısından da çok, çalıştığı vakalar üzerinde, en en en popüler kurgusal dedektifimiz Sherlock Holmes’u aratmayacak düzeyde detaylı çıkarımlarından da anlaşılıyor.

Peki nasıl bir vaka bu Sugar’ın kendisinin en taze takıntısı haline getirdiği? John Sugar, Tokyo’daki kayıp çocuk vakasını çözmesini kendi kendine kutlarken, kurgusal ünlü yönetmen Jonathan Siegel’ın avukatı Thomas Kinzie’den kendisiyle görüşme talep eden bir mail alıyor ve apar topar Los Angeles’a uçuyor. Bildiğimiz gibi sinefil olan Sugar’ı havalara da uçuruyor bu durum tabii, Siegel’ın tüm filmlerini defalarca izlediğini belirtiyor daha sonraki sahnelerden birinde. Siegel ailesi sülalecek sinemacı, gerçek hayatta tanıdığımız Coppola ailesi gibi. Jonathan, sevgili torunu Olivia’nın kayıp olduğunu belirtiyor ve John’dan onu bulmasını rica ediyor. Olivia hakkında bildiklerimiz ve öğrendiklerimiz, yirmi beş yaşında, başarılı olmak için çabalayan bir oyuncu ve eski (olduğu şüpheli olan) bir uyuşturucu bağımlısı olması. Sugar’ın, Olivia’nın fotoğrafını gördüğü andan itibaren, onu ve bu vakayı çözmeyi çok önemsediğini fark edebiliyoruz. Daha sonra patronu Ruby’ye açıkladığında anladığımız şekliyle, onu kendi kız kardeşi Djen’e benzetiyor. Djen’e ne olduğunu henüz bilmiyoruz ama bu hikayenin de biraz dramatik ve buruk olduğu kestirilebiliyor.

Olivia, hayatında ilk kez ortadan kaybolmuyormuş dedesinin söylediğine göre. Ama bu seferkinden farklı olarak dedesi ile hep irtibatta oluyormuş önceleri, daha çok maddi gereksinimlerden. Son kayboluşundan bir ay kadar önce, artık uyuşturucu kullanmıyor oluşunu, ayık olmasını kutlamışlar. John, ipuçlarını bir araya getirip Olivia’yı bulma yolculuğunda, ilk önce Olivia’nın hala yakın olduğu eski üvey annesi, eski bir rock-star ve güncel olarak da alkolik olan Melanie ile görüşüyor. Bir vaka üzerinde çalışmakta olduğunu belirtmeden, doğal bir şekilde barda tanışmışlar gibi davranıyor Melanie’ye çünkü kadın, Olivia’nın ortadan kaybolmadan önce son görüştüğü kişilerden biri olduğu için onun bir şeyler saklıyor olabileceğinden şüpheleniyor.

Melanie’nin kesinlikle bir şeyler sakladığından emin olsa da sebebini anlamadığından ve pek bir bağlantı kuramadığından, Olivia’nın babasıyla görüşüyor. Bernie Siegel da babası gibi yönetmen ama onun kadar kaliteli filmlerdense, yüksek bütçeli uyduruk şeyler çektiğini öğreniyoruz. Nepo baby olarak buralara gelmiş yani. Neyse, bu adamın ‘’Ben kızımı tanırım, bir şeyi yoktur, döner gelir’’ tavırları John’a pek de yardımcı olmuyor, konuşmalarının bir noktasında sinirlenmesi her nedense John’a yeşil ışık yakıyor ama, sinirlenmesinin iyiye işaret olduğunu düşünüyor. Bu dedektiflerin işlerine bizim aklımız tam ermez.

Sugar, ipucu arayışına Olivia’nın kaybolmadan önce kaldığı adrese bakarak devam ediyor ve kızın stüdyo dairesindeki eşyaları inceliyor. Derken dairede biri silahlı iki adam tarafından işi yarıda bölünüyor. Biraz sonra silahsız olan adamın, Olivia’nın üvey ağabeyi, en son çocukken başarılı oyuncu olan David ‘’Davy’’ Siegel olduğunu anlıyoruz, diğeri de koruması diye çıkarım yapmıştım ben. Herhalde öyledir. David, daireye her gün gelip, ‘’Olivia eve dönmüş mü’’ diye bakmasını, babasının kendisinden istediğini belirtiyor dedektife. Sugar onlara, onlar Sugar’a gözdağı veriyor ama Olivia’nın kayıp vakasında aile bireyleri dahil herkesin şüpheli davranışlar sergilemesi dedektifimizin canını sıkmaya başlıyor artık. Olivia’nın dairesinde fotoğraflarını görünce, araştırmalarına Olivia’nın öldü olarak bilinen annesi ile devam ediyor John. Anne Rachel Kaye de diğer aile bireyleri gibi ünlü, eski bir oyuncu. John bu eski aktrisi ve ölümünü araştırdıkça işler tuhaflaşıyor çünkü bir haber sitesi ölüm nedeninin trafik kazası olduğunu belirtirken başka bir sitede kazadan ailesi tarafından kurtarılmış olduğu gibi oldukça kafa karıştırıcı ve şüpheler uyandırıcı bir durumla karşılaşıyor. Peki bu Kaye nerede? Ben de bilmiyorum daha. ‘’Plot thickens’’ dediklerinden tam olarak.

Olivia’nın Annesi Rachel Kaye

Son yayınlanan bölümde işler biraz çözülür gibi oluyor, en azından tekrar düğümlenene kadar. Olivia’nın neden kayıplara karışmış olabileceğini anlıyor gibi oluyoruz. Boş yere ‘’gibi’’ demiyorum. John’ın Olivia’ya ait arabada bir ceset bulması ve Jonathan Siegel’ın bunun kesinlikle gizli kalmasını istemesiyle John, Olivia’nın kaybolmasından önceki hafta çok sık görüştüklerini bildiği için Melanie ile tekrar yüzleşiyor ve Olivia ile Melanie’nin bir cinayeti örttükleri anlaşılıyor. Üvey anne-kızın yakınlıkları, bir sosyal yardım gönüllülüğü çatısı altında kuvvetlenmiş ve partnerleriyle şiddet sorunu yaşayan, yardıma muhtaç iki kız kardeşle olan iletişimleri, bu cinayet-kayıba karışma vakasının kilit noktalarından birini oluşturuyor. Melanie, Olivia’nın o gece cinayet işlediği evden kendisine telefon ettiğini ve yardıma çağırdığını itiraf ediyor. Görünüşe göre, yardımcı oldukları kadınlardan biri olan Carmen’in eski partneri, yanında silah ve ceset torbasıyla kadının evine gelmiş ve Olivia’yla karşılaşmaktan rahatsız olmuştu ve sonrasında da… Olanlar olmuştu! Şimdilik nefsi müdafaa diyebiliriz de diyemeyebiliriz de ama Olivia’nın kaybolmadan önce bu cinayeti işlediğini kesin olarak biliyoruz, en azından Melanie’nin yalancısıyız. Melanie, Olivia ‘’yanlış’’ bir şey yapmadığı için polisi aramakta ısrar ettiğini, ancak kızın bir skandala kendisinin ve ailesinin isminin karışmasını istemediği için bunu reddettiğini ve onu en son, cesedi birlikte Oliva’nın bagajına taşıdıklarında gördüğünü ekliyor. Bölüm sonunda Melanie’nin, yüzünde hınzır bir gülümseme ile eski eşi ve Olivia’nın babası olan Bernie’nin evine gittiğini burada belirtmem lazım.

Buraya kadar size serim kısmını açıklamaya çalıştım, atladığım önemli detaylar varsa beni affedin. Düğüm kısmı ise gerçekten git gide ilginçleşmeye başladı. Sugar’ın üzerinde çalıştığı vaka kadar, kendisinin de çözülmemiş bir vaka olduğunu iyice anlamaya başladık. Hem Olivia’nın üvey kardeşiyle babası Bernie, hem de patronu Ruby ile beraber çalıştığı insanlar, peşine düşmeye, araştırmaya başladı bu adamcağızı. David’in babasına sunduğu bilgiye göre, John sandığımızın aksine bir lisanslı dedektif falan değil gibi görünüyor!  Üçüncü bölümde John’ın davetli olduğu partide, beraber çalıştığı iş arkadaşları bir araya gelmişlerdi ve burada önemli olan detaysa davetiyenin üzerinde yazana göre, ‘’Kozmopolit Poliglot Cemiyeti’’ şeklinde tercüme edilen bir yapılanmanın parçası, bir nevi ajan gibi bir şey olduğunu öğreniyoruz şeker dedektifimizin. Davy, John’ı aile bireylerinden başlayarak iyice araştırmaya kafasını takmışken Ruby ise, birtakım gelişmlerin ardından, John’ın bu vakanın peşini bırakmasında ısrarcı olmaya başlıyor, ona sunduğu sebep, sık sık randevu ayarladığı terapistle görüşmeye ikna etmeye çalıştığı John’a bu vakanın mental olarak çok fazla geleceğiyken, arka plandaki sebep ise John’ın mevcut durumda peşine düştüğü kişinin Ruby’yi rahatsız etmesi. John’un peşinde olduğu kişiyle ilgili verileri silecek kadar ileri gitmekten bile çekilmemesi beni şoke etti ve çok heyecanlandım! Acaba Ruby, John’dan ve bizden neler saklıyor?

Dizinin üçüncü bölümü çapraz sorguyu aratmayan bir sekansla sonlanırken John’un bu vakayı çözme konusunda kendi kendine sözler verdiği, yeminler ettiği oldukça dramatik bir monoloğa tanıklık ediyoruz. Tam olarak kimden bahsettiği açık olmasa da, insanların, korktukları şeylerin ortaya çıkmaması için her şeyi yapabileceğinden, herkesin sırları olduğundan bahsediyor. John’ın kendisinin de çözülmemiş bir vaka olmasının ipuçları, zaman zaman dürtüsel olarak sarıldığı ilaç kutusundan, ‘’Bunu yapmak zorundayım’’ diyerek kendi koluna sapladığı şırıngadan, devamlı kabus görmesinden, ani baş dönmeleri ve titreyen ellerinden, ve Ruby’nin terapi konusundaki aşırı ısrarından biraz anlaşılıyordu zaten. Bir de kız kardeş Djen konusu var tabii. Bu bölüm sonu dramatik monoloğunda John, suda kan olduğundan ve köpek balıklarının gelmeye başlayacağından bahsediyor.  ‘’Herkesin sırları var. Benim bile. Hatta en çok benim.’’ şeklinde gizemlerle bezeli bir cümle kurarken, bölüm burada sonlanıyor ve dizi, seyircideki merak unsurunu zirve noktada bırakmayı başarıyor.

Buzdağının görünen kısımları beni bu kadar heyecanlandırmışken, serim ve git gide dallanıp budaklanan düğüm kısmı bu kadar çarpıcıyken, seyircinin merak unsurunu her an canlı tutan bu olağanüstü kaliteli yapımın çözüm aşamasında neler yaşanacağını öğrenmek için çoook sabırsızlanıyorum açıkçası. Sonraki yazılarda görüşmek dileğiyle!

Sugar’a İlk Bakış: Bildiğimiz Dedektiflere Pek Benzemiyor!

Bunlar da ilginizi çekebilir

Yorum Yap

Bu internet sitesinde, kullanıcı deneyimini geliştirmek ve internet sitesinin verimli çalışmasını sağlamak amacıyla çerezler kullanılmaktadır. Bu internet sitesini kullanarak bu çerezlerin kullanılmasını kabul etmiş olursunuz. Kabul Et Daha Fazlası...