Alien: Resurrection: Bir Jean-Pierre Jeunet Filmi
Hollywood bitmiş işleri sevmez, hele de para kazandırmaya devam ediyorsa. Bu uğurda gerekirse karakteri diriltir, gerekirse hikâyeyi öldürür ama posası kuruyana kadar o işin suyunu sıkmaya devam eder. Alien 3 filminin sonunda lavlara düşerek öldüğünü gördüğümüz Sigourney Weaver’ın oynadığı Ellen Ripley karakterinin geri dönüşünü ve hatta filmin ağzıyla “dirilişini” müjdeleyen filmle karşınızdayız: Alien: Resurrection, ya da Türkçe adıyla Yaratık: Diriliş. (Ertuğrul değil tabii.)
Joss Whedon’u bilir misiniz? 90’larda, sonraki yıllarda büyük bir franchise olacak Buffy the Vampire Slayer dizisiyle damga vurmuş, Oyuncak Hikayesi’nden Avengers’a büyük blockbuster işlere imza atmıştır. Büyük yapım şirketlerinin sevdiği ve Justice League gibi örneklerde de gördüğümüz üzere yardım için kapısında beklediği bir yazar olarak bilinir. Henüz genç yaşlarında, Buffy henüz duyulmamışken yapımcılar kapısını çalıyor ve kendisinden bir Alien senaryosu istiyorlar.

Alien: Resurrection: Bir Jean-Pierre Jeunet Filmi
Whedon, seriyi seven ve kalemi de kıvrak bir yazar olarak kısa sürede bir senaryo çıkarıyor. Yapımcılar senaryoyu beğense de Sigourney Weaver’ın da olmasını istiyorlar. Klonlama fikri hikâyeye eklenerek yeniden yazılan bu senaryo Weaver’a ulaştırılıyor. Ölüyü dirilten bu filme, yapımdan pay alma şartıyla Sigourney Weaver da dahil oluyor.
Bryan Singer, Danny Boyle, Peter Jackson gibi isimlerin ardından film, o yıllarda The City of Lost Children filmiyle adından söz ettiren Fransız yönetmen Jean-Pierre Jeunet’e teslim ediliyor. Jeunet, Amelie filminin senaryosunu yeni bitirmiş ve çekmek için yapım bütçesi ararken gelen bu teklifi başta tereddütle karşılıyor. Fakat Hollywood kapılarını da hemen kapatmak istememiş olacak ki 70 milyon dolarlık bu dev bütçeli filmi yönetmeyi kabul ediyor.
Başrolde bir kez daha Ellen Ripley rolüyle Sigourney Weaver’ın olduğu filmin yeni oyuncu kadrosu ise Winona Ryder, Ron Perlman, Dominique Pinon, Kim Flowers, Brad Dourif, J.E. Freeman, Gary Dourdan ve Leland Orser’dan oluşuyor. Jean-Pierre Jeunet’in bir önceki filminde beraber çalıştığı Ron Pearlman’ı ve filmlerinin ayrılmaz bir parçası olan Dominique Pinon’u da filme eklemiş ki filmin kalitesini kesinlikle yükseltiyorlar.

Alien: Resurrection: Bir Jean-Pierre Jeunet Filmi
Alien 3’ün 200 yıl sonrası… Ripley, yok olmadan önce kurtarılan bir kan örneği sayesinde, karnındaki Kraliçe Xenomorph’u tekrar diriltme amacıyla klonlanır. Bu sırada bir grup paralı asker/uzay korsanı da bu gemiye, yakaladıkları esirleri denek olmaları için bırakır. Klonlama çalışmalarından doğan kraliçe, üretim için kuluçkaya bırakılır. Beklendiği üzere işler planlandığı gibi gitmeyecek, gemide büyük bir kargaşa çıkacaktır.
Alien evreninde Xenomorph’ların başka türlerin bedeninde üreyerek o türle kendini harmanlayan yeni bir yaratık türü oluşturduğunu görmüştük. Bu filmde ise ortak DNA havuzunda klonlanan, insan formunda fakat Xenomorph’lara has asidik kan ve kuvvete sahip olan Ripley 8 ile tanışıyoruz.
Karaktere neden “8” denildiğini öğrendiğimiz klon laboratuvarına girdiğimiz sahnede, Ripley 8’den önce yapılan deneylerin sonucu olan, yaratık ve Ripley melezlerinin bulunduğu tüpler ve ölmek için yalvaran ucube bir klon daha görüyoruz. Filmin sonunda evrimleşmeye dair bir done daha var; ancak ona birazdan geleceğiz.
Filmin cesur bir yapım olduğunu söyleyebiliriz. Hatta erotizmin dozu da arttırılmış. Joss Whedon’un eli değen işlerde genellikle görülen, kadın vücudunun ön plana çıkarılması bu filmde de bolca karşımıza çıkıyor. Bir sahnede gerilim yaşayıp, bir sonraki sahnede yeni sevişmiş mürettebat üyelerinin yatak sohbetlerini; kadrajda dolgun bir kalça eşliğinde izliyoruz. Yapılan yorumlara hak vermemek elde değil.
Genel akışta film gayet eğlenceli; korsan ekibi filme çok iyi bir dinamik katmış. Ayrıca Winona Ryder ve Ron Perlman’ı bu filmde görmek beni çok mutlu etti. Yaratıklar üzerinde yapılan deneyler ve bir nevi işkencelerin sonunda yaratıkların, içlerinden birini öldürüp asitli kanla yeri eritip kaçmaları gibi ikonik birçok an mevcut. Özellikle su altı sahneleri gerilim yükü ve aktif kamera kullanımıyla gerçekten başarılıydı.

Alien: Resurrection: Bir Jean-Pierre Jeunet Filmi
Her ne kadar seyir zevki yüksek bir film olsa da, film ne yazık ki kendi kendisinin bir parodisi olmaktan kurtulamıyor. Öncelikle, güçlü kadın anlatısını kör göze parmak şeklinde sahnelere yerleştirmişler. Örneğin, ilk filmde “Mother” olan gemi yapay zekâsı bu filmde “Father” olmuş. Filmin ortalarında android olduğunu öğrendiğimiz Annalee, bu gemiyi ele geçirip generale “Father is dead, asshole.” diyor.
Ayrıca yazının başında bahsettiğim, Ripley’nin bir parça kanıyla karnındaki yaratığa kadar kopyalanacak kadar başarılı çalışan klonlama olayı da “yaptık oldu” gibi hissettiriyor. Üstüne bir de kraliçenin Ripley’den ürediği için anında doğum yapan bir canlıya dönüşmesi de en az Ripley 8’in asidik kana sahip olması kadar abes. Alien serisinin bütün ciddiyetini öldürmek için yapılmış gibi duruyor.
Gelelim bunu dememin asıl sebebine. Joss Whedon, Giger’in yaptığı ikonik yaratık tasarımından daha iyisini yaparım demiş olmalı ki filmin sonuna, kraliçeden doğan insan ve yaratık hibriti yeni bir canlı eklenmiş. Kendi annesinin kafasını tek hamlede koparan bu yaratık, Ripley’i asıl annesi olarak görüyor olacak ki bir anda duygusal sahneler yaşanıyor. Gözleri olan ve iskeletimsi kaşlarıyla bakışlarına duygu katabilen bu humanoid yaratık tasarımını nasıl oldu da filmin son hâline eklediler, anlamak çok zor.

Alien: Resurrection: Bir Jean-Pierre Jeunet Filmi
Filmin son anlarında Ripley, kendi kanını akıtıp dünyaya yaklaşan geminin camlarından birini, gemi atmosfere varmadan deliyor. Bu yeni yaratık evlat, basınçla cama yapışıp yavaş yavaş içten dışa doğru uzaya parçalanarak yok oluyor. Whedon bu final yerine, yaratıkla dünyada geçen bir savaş ve hatta 4. filme kapı açan bir son da düşünmüş; ancak bu fikirler neyse ki beğenilmemiş ve film, seriye daha fazla eziyet etmeden noktalanmış.
Jean-Pierre Jeunet, filmi gayet iyi kotarmış bu arada. Korku, gerilim, bilim kurgu ve aksiyon arasında gidip gelen türü, bilim kurgu/aksiyon arası bir yere oturtmuş. Hızlı sekanslar ve başarılı diyebileceğimiz CGI kullanımıyla film, bu yeni türünde yeni bir tat veriyor diyebiliriz.
Toparlayalım: Film genel olarak eğlenceli olsa da bence Alien filmleri arasında en az Alien filmi olan film. Bu, onu yine de David Fincher’ın yönettiği Alien 3 filminden daha iyi yapmıyor. İki film arasında seçim yapmam gerekse, açar bu filmi izlerim.
Şimdi gelelim bu yazı serisinde bu iki yaratığın kader çizgilerini birleştiren ve adeta bir Godzilla vs King Kong, Optimus Prime vs Megatron olacağını umduğumuz bir sonraki filmimiz Alien vs Predator’e, bir sonraki film incelememizde görüşmek üzere, hoşça kalın.