Abigail: Kimi Kaçırdığınıza Dikkat Edin
1936 yılında Lambert Hillyer, Universal’ın bünyesinde Dracula’s Daughter filmini çekmiştir. Dracula’s Daughter, sinema tarihinde bir kadın vampirin (Gloria Holden) başrolde olduğu ilk filmdir. Dracula’s Daughter, isminden de anlaşıldığı üzere babası Dracula gibi bir vampir olan, hikaye ilerledikçe de binlerce insanları öldüren ve Dr. Garth’ın asistanı Janet’ı kaçırarak Transilvanya’ya götüren Kontes Marya Zaleska’yı anlatmıştır. Şimdi ise bundan tam 88 yıl sonra, Dracula’s Daughter filminin yeniden yorumu olarak bilinen Abigail vizyona girdi. Bu film, 2019’da “Ready or Not”, 2022 ve 2023 yıllarında ise “Scream” ve “Scream 6” filmlerinin yönetmenleri Matt Bettinelli-Olpin ve Tyler Gillett ikilisinin yeni filmi.
Farklı uzmanlık alanlarına sahip 6 kişiden oluşan bir suç ekibi, varlıklı bir ailenin kızı olan 12 yaşındaki Abigail’ı kaçırır ve ekip bu küçük kızı her şeyden izole olmuş bir köşke götürür. Abigail’ı köşke götürmelerinin bir amacı vardır. Abigail, bu ekip tarafından 24 saat boyunca rehin tutulacaktır. Böylece bundan 24 saat sonra, 6 kişiye ödeme yapılacak ve herkes kendi yoluna devam edecektir. Fakat Abigail’ı rehin tutmak hiç de kolay değil. Çünkü, olaylar geliştikçe, köşkte esrarengiz bir ölüm meydana gelir. Dahası bu ekip Abigail hakkında sarsıcı bir gerçeği öğrenirler. Abigail, aslen bir vampir olan Lazaar’ın kızıdır ve kendisi de babası gibi yüzyıllardır yaşayan bir vampirdir. Dolayısıyla bu kaçırma olayı, yavaşça tuzak dolu bir hayatta kalma oyununa dönüşür ve bu hayatta kalma oyunu, kan revan içinde geçer.
Klasik bir kaçırma filmi olarak başlayan ama ilerledikçe de hayatta kalma hikayesine dönüşen bir hikaye var. Filmin diyalogları genel olarak iyi yazılmış. Hatta bir sahne var ki, film orada bir kelime oyununa başvuruyor. Dolayısıyla da senaryosu, hikayenin kendisi kadar eğlenceli, akıcı ve kesinlikle bilmece havasında. Bir tek, filmin finali konusunda ikilemde kaldım. Filmin verdiği dayanışma mesajı açısından sağlam bir havası var. Ama “böyle olayları daha önce gördük biz” dedirtmiyor da değil.
Sinematografi, Yeni Zelandalı görüntü yönetmeni Aaron Morton tarafından çalışılmış. Ki kendisi The First Omen’ın görüntü yönetmenidir. Filmin başında kırmızı perdenin önünde dans eden gölgeyi görüyoruz. Geniş açıdan çekilmiş ve beyazımsı renk paletine sahip olan bu sahne mükemmeliyetçilik tarafını yansıtan bir sahne aynı zamanda. Sonrasında filmin ilerleyen dakikalarında, beyazımsı renk paletinin yerini, sarımtrak renk paletlerinin aldığını ve geniş açının yerini de yavaşça yakın planın aldığını görüyoruz. Böylece, filmin son derece ilkel ve gotik bir atmosfere sahip olduğu gayet iyi hissediliyor.
Sanat tasarımını Aisling O’Callaghan gerçekleştirmiş ve kendisini takdir etmek isterim. Dekorlar sinematografi ile aynı güzellikleri taşıyor. Köşkteki eşyalar ve dekorlar, (tiyatro sahnesi, asansör, zırhlı giysiler ve eski televizyon) filmin atmosferini iyi bir şekilde yansıtıyor.
Filmde kullanılan Tchaikovski’nin Kuğu Gölü (Swan Lake) bestesinden bahsetmemek olmaz, çünkü bu beste filmi izlerken içinize işleyecek. Kuğu Gölü, Odette’in bir lanet sonucu beyaz bir kuğuya dönüşümünü ve Odette’in tam zıttı olan siyah kuğu Odile ile olan savaşını anlatır. Bu şarkı, Abigail’ın bir taraftan iyiliğe bir taraftan da kötülüğe dönüşümü konusunu anlatmak açısından bu filme çok yakışmış.
Abigail rolünü canlandıran Alisha Weir (kendisi Mathilda müzikalinde oynamış), suçluları oynayan tüm oyunculardan rol çalarak, son derece şeytani bir vampir rolünü şahane oynamış. Özellikle filmde yaptığı bale figürleri ise, filme çok başka bir büyü getirmiş. Frank rolünü oynayan Dan Stevens hakkında da söyleyeceklerim var. Dan Stevens’a eski bir polis olan, asabi ve hiçbir konuda hata affetmeyen acımasız Frank rolü çok iyi gitmiş. Bir de filmde Dean rolünü canlandıran Angus Cloud’a değinmeden geçemeyeceğim. Bu film, Euphoria dizisinde oynayan ve henüz 25 yaşındayken hayatını kaybeden Angus Cloud’un son filmiymiş. Kendisinin son filmi olması bir yana, ne yazık ki kendisini bu filmde ilk defa duyduğumu üzüntüyle söylemek istiyorum. Diğer oyuncular için ise pek bir şey söyleyemeyeceğim. Çünkü filmde ne yazık ki, diğerlerinin oyunculukları konusunda hiçbir artısı yok. Yani söylemek istediğim, saydığım oyuncular dışında, hiçbir şekilde filme büyüsünü katmıyor.
Toparlamak gerekirse, Abigail filmi, her ne kadar klasik bir anlatıya sahip olsa da, suç türünden sert bir korku hikayesine, sağlam twistler ile, gotik atmosferiyle, şok edici diyaloglarıyla, bale koreografileriyle ve dayanışma ruhuyla hem vampir filmlerine hem de slasher-korku türüne yeni bir soluk getirmeyi başarmış. Biraz “Don’t Breathe”, (Fede Alvarez, 2016), biraz “Black Swan“, (Darren Aronofsky, 2010) ve biraz da High-Rise (2015, Ben Wheatley) filminden esintiler taşıyan korkutucu, gayet eğlenceli ve seyirlik bir slasher-korku ve vampir filmi. Vampir filmlerini seviyorsanız ve slasher türündeki korku filmlerini de seviyorsanız, bu filmi sinemalarda izlemenizi tavsiye ediyorum.
Abigail: Kimi Kaçırdığınıza Dikkat Edin