Yalnızlık Konulu 5 Film Önerisi
1.Lost in Translation (2003)
Sofia Coppola, melankolik ve acı tatlı ikinci uzun metrajlı filmi Lost in Transition ile büyük bir başarıya ulaştı.
Bill Murray ve Scarlett Johansson’ın başrollerinde olduğu bu rüya gibi komedi/drama türündeki film eksantrik ögeler içeriyor.
Bob (Murray) ve Charlotte (Johansson) birbirinden çok farklı durumlar sebebiyle Tokyo’daki bir otelde kendilerini olabildiğince yalnız hissederler. Bu benzerlikleri ile iki yabancı, giderek ikisini birbiriyle duygusal anlamda birleştiren tuhaf ama güven veren bir bağ kurarlar. Hayatlarındaki belirsizlik ve yılgınlıklar bu ikiliyi bir araya getirirken, bu iki kayıp ruhun içindeki bulundukları yabancılıktan kurtulup, gerçek hayatlarına dönmeleri an meselesidir.
Naif komedi yanı ve içtenliği, Lost in Translation’ı akıp giden bir deneyim haline getiriyor.
2.Spring, Summer, Autumn, Winter…and Spring (2003)
Kim Ki-Duk’un 2003 yapımı muhteşem drama filmi Spring, Summer, Autumn, Winter…Spring, mevsimlerin geçişi kadar sabırlı. Çok az diyalog içeren ve basit bir hikayesi olan bu sakin ve düşünce odaklı şaheser, az ve öz ilkesiyle mükemmel bir uyum içinde.
Huzurlu bir Budist manastırında geçen film, bir çocuk keşişin ve ustasının hayatını konu alıyor. Çocuk, tapınaktaki budist öğretileri ile ergenliğe adım atarak sakin ve huzurlu bir hayat sürmektedir. Genç bir kadın aşık olduktan sonra, giderek disiplinini kaybederek onu hazırlıksız yakalayan durumların ve duyguların yoğunluğuyla sürüklenmeye başlar.
Sembolizm dolu Spring, Summer, Autumn, Winter…Spring, hayatın döngüsünü mevsimlerle göstererek eşsiz ve manevi bir deneyim yaşatıyor. Kore sinemasının cevheri olan bu film, izleyiciye hava ne olursa olsun bir kaçış imkanı sunuyor.
3.Paris, Texas (1984)
Win Wenders’ın yönettiği ve hak ettiği değeri görmeyen Harry Dean Stanton’ın başrolünde olduğu Paris, Texas, geçmişte kötü davrandığı kişilerle yıllar sonra yüzleşen bir adamın, dokunaklı ve melankolik hikayesinin anlatıldığı bir yolculuk filmi. Amerika’nın güney batısında geçen bu hikayede Wenders, yabancılaşma ve içe kapanma hissini seyirciye muazzam bir şekilde aktarmış.
Travis (Stanton) 4 yıl önce terk ettiği karısı ve oğlunun izini sürmeye karar veren, öldüğü farz edilen bir serseridir. İlişkilerini yeniden inşa etme umuduyla çaba gösterirken, geçmişte yaptığı hataların pişmanlığı ve acı veren anıların yükselmesi Travis’i beklediğinden daha çok sarsar. Gerçekler Travis’i kuşatmaya başladığında, duygusal ve güçlü bir çözülme onu beklemektedir. Düşündürücü ve gerçekçi bir kefaret hikayesi olan Paris, Texas, dokunaklı ters yüzleri ile şaşırtan, bir karakter değişimi hikayesidir.
4.Naked (1993)
İngiliz yönetmen Mike Leigh, yoğun ve taviz vermeyen bir doğaya sahip gerçekçi sahneler ortaya koymasıyla biliniyor. 1993 yapımı Naked, yönetmenin bu zamana kadarki en acımasız ve iç karartıcı eseri olabilir. David Thewlis’in canlandırdığı Johnny karakteri, belalı ama aynı zamanda zeki ve eğitimli, depresyondan muzdarip genç bir adamdır.
Arka sokakta yaşanan mide bulandıran bir tartışmadan sonra memleketi Manchester’dan kaçan Johnny, gezgin bir serseri olarak görülmektedir. Johnny eski partneri Louise’in Londra’daki apartman dairesine sığındığında, Johnny’nin nihilist, alaycı ve şiddet eğilimli yönünü görmemiz çok uzun sürmez. Atmosfer daha da karanlık bir hale geldikçe, Johnny’nin deneyimleri filmi daha acımasız ve keskin bir yöne götürür.
Umutsuzca kasvetli bir ‘’kara mizah’’ olan Naked, ham ama zekice işlenmiş ve de David Thewlis’in kariyerindeki en iyi performansı sergilediği film diyebiliriz. 93 yılı Cannes Festivali’nde de büyük başarılar elde eden Naked’i, duygusal bir çarpılmaya hazır olanlara tavsiye ediyoruz.
5.Three Colours: Blue (1993)
Three Colours: Blue, Krzysztof Kieslowski’nin muhteşem Three Colours üçlemesinin, diğerlerinin yanında açık ara en iyisi ve en ünlüsü olan ilk filmi. Juliette Binoche’un başrolünde olduğu film, karakterin yaşadığı hüznü ve acıyı mavi tonlarında yansıtmış.
Sevdiklerini bir kazada kaybeden Julie, yaşadığı kayıpla başa çıkmanın tek yolunun, geçmişinden tamamen kopup yeni bir hayata başlamakla mümkün olacağını düşünür. Geçmişte tanıdığı ve hayatına yeni giren kişiler, yeni başlangıcını istila ettikçe, Julie’nin kendini tüm bu olaylardan izole etmeye çalışması anılarını daha da gün yüzüne çıkarır. Karakterinin gücünü ve kurtuluş arama çabalarını sorgulamaya iten olaylar yaşandıkça, Julie’nin kendine empoze ettiği bu sürgün yıkılmaya başlar.
Olaylar ve diyalogların seyrek görüldüğü Blue, yas nedeniyle duygusal olarak harap olmuş bir kadının dokunaklı ve acı verici bir gözlemidir. Binoche’un göze çarpan performansı ve olağanüstü müzikal süsleriyle, Blue çağdaş sinemanın bir başyapıtı sayılabilir.
Yalnızlık Konulu 5 Film Önerisi