Anasayfa İncelemelerFilm İncelemeleri The Pale Blue Eye: Gördüğünün Yarısına, Duyduğunun Hiçbirine

The Pale Blue Eye: Gördüğünün Yarısına, Duyduğunun Hiçbirine

Yazar: Kübra Şişman

The Pale Blue Eye: Gördüğünün Yarısına, Duyduğunun Hiçbirine

“Bir düşün içinde bir düş mü,

Bütün gördüğümüz ve göründüğümüz?”  Edgar Allan Poe

Netflix’te izleyicisiyle buluştuğu gün en çok izlenenlerde bir numaraya yerleşen The Pale Blue Eye, Türkçe ismiyle Solgun Mavi Gözler, gizem-suç kategorisinde karşımıza çıkıyor. Hostiles filmiyle hafızalarda yer edinen Scott Cooper’ın yönetmenliğini üstlendiği filmde sıklıkla beraber çalıştığı Oscar Ödüllü başarılı aktör Christian Bale’i görmek hiç de şaşırtmadı doğrusu. Film, Louis Bayard’ın aynı adlı eserinden beyaz perdeye uyarlandı. Filmde dedektif Landor’ı canlandıran Christian Bale’e, Edgar Allan Poe rolünde Coen Kardeşlerin The Ballad of Buster Scruggs filminden tanıdığımız Harry Melling eşlik ediyor. Ayrıca yapımda Toby Jones, Timothy Spall, Lucy Boynton ve Gillian Anderson gibi başarılı aktörler de yer alıyor.

1800’lü yıllarda yaşamış ve yayımcılık kariyerinde sayısız yazara ilham kaynağı olmuş olan Poe, literatüre birçok eser bırakmıştır. Ayrıca Dedektif Kurgusu türünün mucidi olarak anılan Poe, 2003’de yayımlanmış olan aynı türdeki The Pale Blue Eye romanında başkahramanlardan biri olarak yer alıyor.

Aynı adlı romandan uyarlanan, gotik ve loş havanın her saniye hissedildiği filmde, öldürülen gencin katilini bulmak için görevlendirilen dedektif Landor’a hafiyelik yetenekleriyle henüz öğrenci olan Edgar Allan Poe yardım ediyor. Muhteşem sinematografiyi yakalayabilmek için kapsamlı bir hazırlık sürecinden geçildiği aşikar. Kullanılan mekanlar sanat misali, gotik havayı izleyiciye geçirmeyi başarıyor. Filmde büyücülükten tutun, karanlık havanın olmazsa olmazı piyano, cinayet, şiir ve hatta bu türdeki edebiyata yön vermiş olan Poe’nun kendisi dahi bulunuyor. Christian Bale’in tüyleri diken diken eden oyunculuğunu izlemek izleyiciye keyif veriyor. Filmin etkileyici yanlarından biri de Poe’yu canlandıran Melling’in karakterle olan bütünleşmesiydi. Zaman zaman büyük oyunculuk sergilediğini düşündürse de Poe gibi zamanın eskitemediği bir şairi oynayabilmek böyle şiirsel bir oyunculuk gerektirirdi. Film genelinde kullanılan İngilizce de oldukça “poe”tik. Poe’nun en ünlü şiiri olan The Raven (Kuzgun)’ın kafiyelerini özellikle sahne sonlarında sıklıkla duyuyoruz. Hatta şiirde Poe’nun aşık olduğu kadın Lenore’un, filmde sevdiği kadın olan olarak karşımıza çıkan Lea ile olan isim benzerliği ve ona bir sahnede Lenore olarak hitap etmesi dikkat çekiyor. Ayrıca filmin neredeyse her sahnesinde, Lea ile konuşurken söylediği “Bence ölüm şiirin en ulvi mevzusudur.” sözü gibi eserlerinde sıklıkla ölümden bahseden Poe’nun edebi kişiliğiyle ilgili ayrıntılar bulmak da mümkün.

Poe hayranlarının filmi izlerken akıllarına başrolün adının da içinde yer aldığı Landor’s Cottage (Landor’un Kır Evi) kısa öyküsünün gelmesi çok olası. Bu hikayede Poe uzun uzun kır evi tasvirleri yapmakta. Bir bakıma filmde söylediği “Bir gün bir şiir yazacağım ve adın tarih boyunca anılacak.” sözünü hayata geçirmiş gibi. Ve bunu birlikte tecrübe edindikleri çarpıcı hikayeyi anlatarak değil de sanki arkadaşlıklarını onurlandırmak adına yazmış hissi veriyor. Landor’ı canlandıran Bale’in nefes kesen usta oyunculuğuna daha önce değinmiştik fakat her rolünün hakkını fazlasıyla veren başarılı aktörün bu filmde de hayal kırıklığı yaşatmadığını ve filme duyulan yoğun ilginin başlıca sebeplerinden biri olduğunu söylemeden geçmek olmaz. Güçlü senaryolara sahip yapımlarda, kaliteli yönetmenlerle çalışmasıyla tanınan Bale’in yine başarılı bir filmle karşımıza geçmesini umut ederek başladığımız film, beklentileri yeterli ölçüde karşılıyor.

Filmin görüntü yönetmenliğini Scott Cooper’ın sıklıkla birlikte çalışmayı tercih ettiği Masanobu Takayagani üstleniyor; Filmin belki de en çok öne çıkan yönü olan sinematografisinde çok başarılı işlere imza attığı su götürmez bir gerçek. Yakalamak istenilen hava oldukça profesyonelce yansıtılmış. Kullanılan ışık, renkler, açılar seyir zevkini en optimize şekilde yaşatıyor. Filmin müzikleri ise Hobbit serisiyle akıllara kazınan Howard Shore imzası taşıyor. Hobbit’te gördüğümüz kadar akılda kalıcı bir etki bırakmasa da gerilimli havayı gayet iyi tamamlıyor. Dönem filmi olduğu için göz alıcı kostüm ve makyaja da değinmemek olmazdı haliyle. Kadın oyuncuların üstündeki dönemin görkemli elbiseleri ve makyaj trendleri filmin gotik havasıyla çok iyi bütünleşmiş. Genel havasıyla ve özenle seçilmiş oyuncuların şairane oyunculuklarıyla  göz doyuran bir yapım.

Uzun lafın kısası, polisiye tarzında film izlemeyi sevenler için doğru tercihlerden biri olduğunu belirterek, bütün olarak akıcı, sürükleyici, izlerken saati kontrol etme ihtiyacı hissettirmeyen ve oldukça başarılı bir şekilde sinemaya uyarlanmış bir film olduğunu söylemek oldukça mümkün.

The Pale Blue Eye: Gördüğünün Yarısına, Duyduğunun Hiçbirine

Bunlar da ilginizi çekebilir

Yorum Yap

Bu internet sitesinde, kullanıcı deneyimini geliştirmek ve internet sitesinin verimli çalışmasını sağlamak amacıyla çerezler kullanılmaktadır. Bu internet sitesini kullanarak bu çerezlerin kullanılmasını kabul etmiş olursunuz. Kabul Et Daha Fazlası...