Wednesday: 2. Sezon 2. Kısım İncelemesi: Memento Mori
Tim Burton’ın Wednesday’ine bir kez daha kavuştuk.
Ağustos ayında yayınlanan ve sadece dört bölüm süren ilk kısmın ardından, 3 Eylül Çarşamba günü yayınlanan ikinci sezonun ikinci kısmını izleme şansı bulduk.
Genel olarak keyifli, izlemesi kolay ve temposu hiç düşmeyen bir sezonu daha geride bıraktık. Hissiyat olarak ilk sezona kıyasla Wednesday dışındaki karakterlere daha fazla odaklanıldığını ve Wednesday’in bir dönüşüm geçirdiğini söyleyebilirim.
İlk dört bölümün yayınlanmasından sonra kaleme aldığım incelemede bir sezonu ikiye bölmeyi anlamsız bulduğumu belirtmiştim; ikinci kısımdan sonra da fikrim değişmedi. Araya bir aylık zaman girmesi bizde heyecan yaratmak bir yana, tam tersine tempoyu düşüren bir karar olmuş.
“Freaky Wednesday”
Psişik güçlerine yeniden kavuşmak için uğraşan Wednesday, bu kez bir beden değişimine gidiyor. En yakın arkadaşı Enid’le beden değiştiren Wednesday, Freaky Friday tadında keyifli bir bölüm izletiyor bize. Bu noktada Jenna Ortega ve Emma Myers’ın performansları oldukça başarılı; birbirlerini oynarken ne kadar keyif aldıkları belli oluyor.
İlk bölümden itibaren Bianca ve Ajax gibi tanıdık yüzleri yeniden görmek güzeldi ama işin asıl güzelliği, yeni karakterlerin kattığı dinamizm oldu. Zaten Bianca ve annesinin hikâyesi bence biraz zayıf kaldı. Fakat özellikle Agnes… İkinci bölümde görünmezlik güçleriyle hem kahkaha attırıyor hem de “yok artık” dedirtiyor. Wednesday’in kızıl klonu gibi dolaşan Agnes, ona olan hayranlığının yanı sıra arkadaşlık etmekten de geri kalmıyor. Wednesday de Enid de bu durumu zor kabullense de ikisinin üçüncü bir yoldaşa ihtiyaçları var.
Dizinin temposu bu sezon biraz daha karanlık ama aynı zamanda daha eğlenceli. Ceset sayısı artıyor; ancak ölüm bu evrende hiçbir zaman kesin bir “veda” değil. Gwendoline Christie’nin canlandırdığı Müdür Weems mesela… Onu bu kez Wednesday’in ironik bir şekilde “ruh rehberi” olarak izlemek tatlı bir sürpriz olmuş. Steve Buscemi’nin hayat verdiği yeni karakter Dort ise tam bir muamma. Sürekli gülen yüzünün ardında neler sakladığını izledikçe merakımız daha da artıyor. Nitekim haksız da çıkmıyoruz; Weems’in ardından gelen yeni müdürün geçmişi de elbette temiz değil.
Wednesday’in ebeveynleri Gomez ve Morticia da bu sezon daha aktif. Onların geçmişe uzanan sırları hem Wednesday’i hem de Pugsley’i etkiliyor. Tyler ve ailesiyle bağlanan hikâye çizgisi, aslında birinci sezonun bıraktığı yerden çok daha derin bir şekilde genişliyor. Zombi Slurp’un sahneleri de sezonun en eğlenceli anlarından biri; özellikle “beyin” konusundaki yaklaşımı epey komik. Beyin yedikçe insanlaşması da ayrı bir ironi. Ayrıca Joanna Lumley’nin canlandırdığı Büyükanne Hester Frump, Addams kadınları arasındaki atışmalarıyla ayrı bir renk katıyor. Ailenin karizmatik bilgesi olarak temsil ediliyor ve Wednesday de onun varisi gibi görünüyor.
Konuk oyunculara gelirsek… Lady Gaga’nın kısa ama eğlenceli performansı sezonun hoş sürprizlerinden biri. Onun karakterinin adı Rosaline Rotwood. Aslında o da psişik biri; fakat aynı zamanda tahminlerimize göre Wednesday’in teyzesi Ophelia’dan başkası değil! Gelecek sezonda yanılıp yanılmadığımızı göreceğiz.
Fester Addams bu sezon daha az yer bulmuş. Willow Hill konusu ise biraz aceleye getirilmiş; sanki hikâyeye daha fazla zaman tanınabilirdi. Yine de asıl büyük sürprizler sezonun son iki bölümünde geliyor. Şey’in bile kendi başına hikâyesi aydınlanıyor. Garip olanlardan biri de Tyler’ın annesi ile dayısı Isaac arasındaki ilişki… Kardeşlikten öte, takıntılı bir bağa dönüşmüş gibi yansıyor ekrana. Pugsley ise zaten bu dünyaya değil, ölüler dünyasına ait.
Finale gelirsek… İki ayrı uçurum sahnesi var ve ikisi de izleyiciyi üçüncü sezon için deli gibi meraklandırıyor. Yani hem “tatlı bir iştah açıcı” hem de “acı bir bekleyiş” diyebilirim. Bu sezon bir dans sahnesi de var tabii; ancak ilk sezondaki kadar unutulmaz değil. Bu sahnenin yıldızları ise Enid ve Agnes. Üstelik bu sahnedeki şarkının Lady Gaga’ya ait olması ve onun koreografisinin performe edilmesi de hoş bir detay olmuş.
Hikâye ve olay örgüsüne bütün olarak baktığımızda aslında çok fazla şaşırtıcı unsurla karşılaşmıyoruz ancak Tim Burton’ın kendine özgü dünyası ve rejisi, oyuncuların performansları ve sanat tasarımı izlenebilirliği yüksek bir dizi sunuyor. Bu sezon birçok şey hızlıca çözüme ulaşmış ve Wednesday engelleri biraz çabuk aşmış gibi hissettirse de önümüzdeki sezona güzel detaylar ve hikâyeler açtığı kesin. Umarım bir sonraki sezonu çok uzun süre beklemek zorunda kalmayız.
Genel olarak ikinci sezon, ilk sezona yakışır bir devam olmuş: daha karanlık, daha gizemli, daha eğlenceli. Tekrar görüşünceye dek hoşça ve tabutta kal Wednesday, çünkü seni özleyeceğiz.
Wednesday: 2. Sezon 2. Kısım İncelemesi: Memento Mori
Get real time update about this post category directly on your device, subscribe now.