Anasayfa İncelemelerFilm İncelemeleriWeapons: Herkesin Övdüğü O Korku Filmi

Weapons: Herkesin Övdüğü O Korku Filmi

Yazar: Tuğçe Ulutuğ
Weapons: Herkesin Övdüğü O Korku Filmi
Weapons: Herkesin Övdüğü O Korku Filmi

Merhabalar!

Bu yazıda birlikte “Senenin en iyi korku filmi!” sloganlarıyla çıkan, ama benim film boyunca esnediğim o filmi deşiyoruz: Weapons.

Zach Cregger ismini ilk Barbarian’la duymuştum. Hem ilginç atmosferi hem de tüyler ürpertici sürprizleriyle o film, tür sinemasına ciddi bir nefes olmuştu. O yüzden Cregger’ın yeni filmi Weapons duyurulduğunda, ben dahil birçok korkusever “Acaba bu sefer ne yaptı?” diye ekran başına kilitlendi. Filmin tanıtımları da iyice gizemliydi zaten. Konusu net anlatılmadı, fragmanlar fazla detay vermedi, Cregger da bol bol “Bu film benim *Magnolia’m” deyip kafamızı iyice karıştırdı. E haliyle merakla izlemeye koyulduk.

Filmin açılışı oldukça çarpıcı. Sıradan ve klasik, ama çarpıcı. Küçük bir kızın sesinden kasabanın başına gelen ve polislerin sessiz kaldığı bir olayı dinliyoruz. Olay şu: Bir sabah, birinci sınıf çocukları evlerinden dışarı çıkıp kayboluyor. Bayağı bildiğin, çocuklar saat 02.17’de sessizce kalkıp dışarı koşuyorlar ve bir daha geri dönmüyorlar. Film, bu olaydan sonra farklı karakterlerin gözünden hikâyeyi parça parça açmaya başlıyor. Bir öğretmen, bir ebeveyn, bir eski sevgili, bir polis… Hepsinin kendi bölümü var. Film boyunca “heh, olaylar başlayacak” diyorsunuz ve hoop başkasının gözünden en baştan olayları izletiyor… Bu da duygusal bağ kurmayı imkânsız hâle getirmiş. Esnemelerimin de en büyük sebebi buydu sanırım…

Julia Garner’ın canlandırdığı Justine karakteri, filmi omuzlayanlardan biri. Sınıfındaki çocuklar kaybolduğu için “Acaba suçlu o mu?” diye insanlar tarafından hedef hâline geliyor. Hakkında komplo teorileri dönüyor, “cadı” deniyor. Julia Garner harika bir oyunculuk sergiliyor, orası kesin. Özellikle onun sahnelerinde karakterin geçmişini, iç çatışmalarını, bir şeyleri bastırmaya çalıştığını çok net hissedebiliyorsun. Ama senaryo bir yandan da onun kafasını karıştırıyor. Justine’in gördüğü kabuslar bir süre sonra “halüsinasyon mu acaba?” diye düşündürtüyor. Seyirci olarak ona güvenmekte zorlanıyorsun çünkü film sürekli seni uzak tutmaya çalışıyor. Sanki “Biraz şüphe duy da heyecan artsın” demişler ama bu da karakterle bağ kurmamı zorlaştırdı açıkçası.

Weapons: Herkesin Övdüğü O Korku Filmi

Bir de Josh Brolin’in canlandırdığı Archer karakteri var. O da kaybolan çocuklardan birinin babası. Yas tutan bir babadan çok, sanki Reddit’te komplo teorileri yazan bir kullanıcı gibi davranıyor. Haritalar çiziyor, kamera kayıtlarını izliyor, her ayrıntıyı didik didik ediyor. Duygusal derinliği sadece bir rüya sekansında hissedebildim. O da biraz fazla sembolik kaçmış. Genel olarak film, karakterlerin acılarına, travmalarına çok yaklaşmıyor. Sürekli bir gizem havası var ama kalbe dokunmuyor.

Filmin politik tarafına gelirsek… Yönetmen ısrarla “Bu politik bir film değil” dese de, okul saldırıları, medya çılgınlığı, polis şiddeti gibi temalar görsel olarak bol bol kullanılıyor. Fakat bu temalar sadece orada duruyor, filme entegre edilmiyor. Mesela, bir sahnede kelepçeli bir genci döven bir polis karakter var ama bu olay geçiştiriliyor. Yani sanki yönetmen cesur bir şey anlatmak istemiş ama sonra vazgeçmiş gibi. Oysa Barbarian’da çok daha net sosyal eleştiriler vardı. Weapons bu konuda daha temkinli, belki de fazla temkinli.

Amy Madigan’ın oynadığı Gladys karakteri ortaya çıktığında film neredeyse başka bir tona bürünüyor. Bir anda masalsı, yer yer komik bir atmosfer oluşuyor. Gladys, kaybolmayan tek çocuğun teyzesi. Ama o da bildiğin masallardaki “kötü üvey anne” arketipi gibi. Sinsi, renkli ve huzursuzluk verici. Palyaço gibi. Hem geriyor, hem eğlendiriyor. Bu kısmı izlerken “Keşke film baştan sona böyle olsaymış” dedim. Çünkü burada hem karakterler daha net çizilmiş, hem de tempo çok yerinde.

Weapons: Herkesin Övdüğü O Korku Filmi

Gelelim işin teknik tarafına… Görüntü yönetmeni Larkin Seiple resmen döktürmüş. Kameranın hareketleri, mekân kullanımı, ışık oyunları çok ama çok iyi. Özellikle çocukların sabaha karşı evden çıkma sahneleri, resmen rüya gibi – ama kötü bir rüya. Seiple daha önce Swiss Army Man ve Everything Everywhere All at Once gibi deneysel filmlerde çalışmış biri. O projelerdeki yaratıcı görsellik, Weapons’ta da kendini gösteriyor. Filmde bir sürü mekân var, her biri farklı tonlarda, ama kamera dili onları güzelce birbirine bağlıyor. Görsel olarak zengin, atmosfer olarak yoğun bir iş çıkmış ortaya.

Peki Weapons bunca emeğe rağmen tam olarak ne söylüyor? Açıkçası o kısmı çok net değil. Finali oldukça sürprizli, hatta bazı eleştirmenler “çıldırmış bir son” diyor ama bana göre film sonuna kadar duygusal yatırım yapmadığı için o finalin de etkisi biraz havada kalıyor. Hani bir karaktere çok bağlanırsın, sonuna geldiğinde darmadağın olursun ya… İşte burada öyle bir şey olmuyor. Şaşırıyorsun ama içinde bir şey sızlamıyor.

Toparlamak gerekirse, Weapons izlemeye değer bir film mi emin değilim. Deneysel yapısıyla merak uyandırıyor ama karakterlerin sığlığı ve hikâyenin bir yere gidemeyişi izlerken sıkılmanıza sebep olabilir. Görsel dili şahane, oyunculuklar güçlü, atmosfer yaratımı neredeyse kusursuz. Ama eğer karakterlere bağlanmak, onların acılarını hissetmek, filmle kalpten bir temas kurmak istiyorsan, bu film seni pek içeri almıyor. Daha çok camın ardından izliyorsun olan biteni. Görsel dünyasıyla uzun süre aklından çıkmayacak türden ama duygusal olarak? Biraz eksik, biraz soğuk. Ama belki de Cregger tam da bunu yapmak istemiştir. Kim bilir?

Mısırlar patladıysa yazıyı burada sonlandırıyorum.

İyi seyirler!

Weapons: Herkesin Övdüğü O Korku Filmi

Bunlar da ilginizi çekebilir

Yorum Yap

Bu internet sitesinde, kullanıcı deneyimini geliştirmek ve internet sitesinin verimli çalışmasını sağlamak amacıyla çerezler kullanılmaktadır. Bu internet sitesini kullanarak bu çerezlerin kullanılmasını kabul etmiş olursunuz. Kabul Et Daha Fazlası...