We Need to Talk About Kevin: Keşfi Mümkün Olmayan Nedenler
Kevin Hakkında Konuşmalıyız, izlemeyi ertelediğim filmler arasında en çok merak ettiklerimden biri olabilir. İzledikten sonra neden ertelediğimi bir kez daha anladım. Özellikle bir kadın olarak hazmetmesi zor, gerilim yüklü bir eserdi. Gizem unsurunun bu denli güçlü şekilde perdeye yansıtıldığı bir filmi izlemek inanılmaz derecede etkileyiciydi. Cevap aramanın yersiz olduğunun yer yer hissettirildiği ve filmin sonunda yüzünüze çarpan şok etkisiyle örülen hikâye, Lynne Ramsay’in en sevdiğim filmi olmasını sağladı.
Filmin ilk dakikalarından itibaren dikkat çeken unsur, kurgusu oluyor. İlk dakikalarda hiçbir ipucu vermeyen hikâye açıldıkça, kurgunun başarısıyla sürükleyicilik zirveye taşınıyor. Ana karakterimiz Eva’nın, onu güncel yaşantısına getiren geçmişini adım adım görüyor olmamız gözlerimizi filmden alamamamıza neden oluyor.
Eva’nın hikâyesi, modern kadının hikâyesi aslında. Doğurmayı pek de istemediği bir bebeği dünyaya getirdikten sonra postpartum depresyonla mücadele eden bir anneye dönüşüyor. Özellikle iş dünyasında kendine yer edinmiş, özgürlüğü elinde, kendi kararlarını veren güçlü bir kadın olan Eva için annelik daha da zor bir hâle geliyor. Anadolu’da “lohusa kadına karabasan çökmesi” olarak adlandırılan bu depresyon; yeni doğum yapan kadının çocuğuna dokunamamasına, “annelik içgüdüsü” denen zırvalığa sahip olamadığı düşüncesiyle kendini suçlamasına ve çocuğun hayatını altüst ettiğine inanarak çocuğu suçlamasına neden olabiliyor.
Lisede okuduğum Siyah Süt romanında detaylıca ele alınan bu psikolojik hastalık, filmde de görüldüğü üzere anneyle çocuk arasındaki ilk bağa kalıcı şekilde zarar verebiliyor. Eva, eşi çalıştığı ve bebekle ilgilenmediği için Kevin’le tek başına ilgilenmek zorunda kalıyor. Bu nedenle depresyonun verdiği sebepsiz yorgunluğa, tüm gün bebekle ilgilenmenin yorgunluğu da ekleniyor. Artık kendinden ve bedeninden tamamen uzaklaşmış durumda.
Bunları detaylıca anlatma sebebim, Tilda Swinton’ın eşsiz oyunculuğuna değinmek istemem. Tilda Swinton her rolün altından başarıyla kalktığı için bu rol için “biçilmiş kaftan” demek klişe olabilir. Ancak gerçekten de öyle! Bir anda yeni bir hayata başlamış olmanın şoku, boşluğa düşmüşlük daha iyi nasıl verilebilirdi? Adeta ruhu çekilmiş biri o. Eva’nın başına gelen, bir sabah uyandığında dilini bilmediği bir ülkede uyanmak gibi.
Eva ve Kevin arasındaki dinamiğin gidişatını her sahnede görebiliyoruz. Film dopdolu ve capcanlı. Hikâye delice koşturuyor ve “Bu sahne neden filmde yer alıyor?” dedirtecek tek bir sahne bile yok. Öylesine kusursuz.
Film hakkında yazılıp çizilenlere baktığımızda genellikle Ezra Miller’ın oyunculuğunun övüldüğünü görürüz. Bana kalırsa Kevin’ın çocukluğunu canlandıran Jasper Newell, Kevin’lar arasında en iyisi. İzlerken onun küçük bir çocuk olduğunu unutturacak kadar güçlü bir nefret ve tiksinti uyandırabilen güçlü bir performansı ile şaşırtıyor.
Kevin çok zeki bir çocuk. Annesinin onu sevmediğinin farkında. Bu nedenle annesinin ona gösterdiği sahte şefkatten tiksiniyor. Ona zarar verdiği anıyı “en dürüstçe şey” olarak tanımlaması da bu yüzden. Kevin, annesini sevmiyor gibi görünse de annesinin dikkatini çekmek onun için çok önemli. Bu nedenle annesiyle babasının arasındaki o özel ilişkiyi fark eder etmez, bu ilişkiyi sabote etmeye çalışıyor. Bunu babasıyla arasını iyi tutarak ve annesine kötü davranarak yapabiliyor. Annesi ve babasının ilişkisini kıskandığı için o da annesini kıskandırmaya çalışıyor.
Hatta annesiyle ilişki kurmak için üstü örtülü mesajlar verdiğini bile söyleyebiliriz. Örneğin, filmi ikinci izleyişimde fark ettiğim bir detay: Kevin ergenliğe girince saçının bir tutamını perçem olarak uzatmış –tıpkı annesinin saçı gibi. Ve Kevin’ı zaman zaman saçının o tutamını okşarken görüyoruz. Ya da Kevin hasta olduğu bir gece, annesinin ona Robin Hood okuması üzerine okçuluğa başlıyor. İlk denemelerini babasıyla yaparken, pencerenin arkasında ona bakmayan annesinin dikkatini çekmek için pencereye ok fırlatıyor.
Kevin yalnız bir çocuk. Tüm dünyası, annesiyle kurmaya çalıştığı ilişkinin etrafında dönüyor. Annesinin kız kardeşine değer verdiğini bildiği için bulduğu her fırsatta onu aşağılıyor ve kardeşinin sevgisini görmezden geliyor. Zaten Kevin, ilk çocukluğunda sevgi ve bağlanma kavramlarını sağlıklı şekilde tecrübe edemediği için ne babasını ne kız kardeşini ne de başkasını sevebiliyor. Herhangi bir vahşi hareketle annesinin dikkatini çekemeyince bir adım daha ileri gidiyor.
Babası ise olan bitenin farkında değil. Eva’nın Kevin hakkındaki yorumlarını ve onunla yaşadığı sorunları dikkate almıyor, sürekli geçiştiriyor. Çünkü onun açısından bir sorun yok. Kevin ile arasının iyi olduğunu düşünüyor. Oysa Kevin, babasını annesini kıskandırmak için kullanıyor. Baba, Kevin ile Eva’nın yaşadığı sorunları gelip geçici çocukluk sorunları sanıyor. Bu da Eva’nın Kevin’ı büyütürken ne kadar yalnız bırakıldığını gözler önüne seriyor.
Bir noktadan sonra Kevin için annesinin onu sevmesinden çok, dikkatini çekmek daha önemli hâle geliyor. Bu nedenle Eva’nın ona yaklaşması –şiddet yoluyla bile olsa– Kevin için bir “iletişim kurma” biçimine dönüşüyor. Annesinin ona karşı dürüst olduğu anlarda eziyeti azalıyor. Özellikle kız kardeşi doğduktan sonra Eva’nın gözünde iyice görünmez hâle gelen Kevin, yapay ilişki kurma çabalarına daha sert karşılık veriyor. Eva için Kevin’la kurulabilecek tek ilişki “sorumluluk ilişkisi”. Hiçbir zaman bir sevgi bağı kurmak gibi bir amacı olmamış. Annesi Kevin’a zarar verdikten sonra Kevin da bunu annesine karşı kullanmaktan geri durmuyor. Az önce de belirttiğim gibi Kevin zeki bir çocuk; vicdan ve sorumluluk bilinci gibi kavramları idrak edebiliyor. Yalnızca sevginin ne olduğunu bilmiyor.
Eva ikinci çocuğuna hamile olduğunu eşine uzun süre söylemiyor. Çünkü bu konuyu tartışmaya açmak bile istemiyor; doğurmaya kararlı. Bu yeni bebek, Eva için bir intikam, bir umut, bir telafi ve Kevin’ı kıskandırmak için kusursuz bir yol. Kevin’la başarısız olduğunu düşünen Eva, kızıyla bir ilişki kurabiliyor ve nihayet bir çocuğa sevgi besleyebiliyor. Aynı zamanda Kevin’dan intikamını da alabiliyor: Kevin onu eşiyle kıskandırırken, Eva da Kevin’ı kardeşiyle kıskandırabilecek. Ancak bu ilişkiler oldukça hasarlı şekilde gelişiyor. Filmin ilerleyen sahnelerinde bu kötüleşmeyi açıkça görebiliyoruz. Kimi sahnelerde bu ilişkinin düzelebileceğine dair umutlarımız yeşertilse de hevesimiz hep kursağımızda kalıyor. Bu, kimsenin kazanamayacağı bir rekabete dönüşüyor. Üstelik kimse ne için yarıştığını da tam olarak bilmiyor. Filmin son sahnesinde Kevin’ın sözlerinden bunu anlıyoruz.
Kevin, son hamlesini ailesinin onu yatılı okula gönderme planlarını duyduktan sonra gerçekleştiriyor. Nihayetinde annesinin onu görebilmesinin önünde bir engel kalmaması için, ikisinin de hayatlarındaki herkesi yok ediyor. Eva’nın sevdiği hiç kimse kalmıyor geride. Hayatındaki tüm olumlu ilişkileri bir günde yok ederek adeta onu kendine mahkûm ediyor. Aslında bu cümlede iki anlam gizli: Eva, hem kendine hem Kevin’a mahkûm ediliyor. Çünkü yer yer hissettirildiği gibi, Kevin ile Eva arasında tuhaf bir birlik söz konusu. Kevin, Eva’nın “kötücül” denebilecek duygularının bir yansıması. Bu nedenle Kevin hakkında konuşurken Eva’dan çok da uzağa gidemeyiz.
Hikâyeden bu kadar bahsetmemin nedeni, yönetmen ve eşinin birlikte yazdığı bu hikâyenin güçlü, canlı ve gerçekçi olması. Tedirgin ediciliğini gerçekliğinden alıyor. Böyle bir hikâyenin gerçek olabilme ihtimali ürpertici. Ki bu oldukça mümkün. Kadınların çoğu postpartum depresyonla yalnız başlarına mücadele ediyor. Filmde ilginç bulduğum detaylardan biri de bu: Eva oldukça eğitimli bir kadın olmasına rağmen yaşadığının bir depresyon olduğunu hiç dile getirmiyor ya da eşiyle paylaşmıyor. Bu konudaki tüm açıklamaları Kevin’ın sorunlu bir çocuk olduğu yönünde. Bu da bize Eva’nın, Kevin ile ilişkilerindeki sorunlardan kendini sorumlu tutmak istemediğini ve suçlanmayı reddettiğini gösteriyor. Ancak gerçek böyle değil. Her ilişkinin iki tarafı vardır. Eva bunu reddetse de.
Filmin sinematografisi, kasvetli ve depresif havayı seyirciye vermede oldukça başarılı. Hele ki kırmızı boya ve kırmızı ışık detayları! Kırmızı, film boyunca sürekli karşımıza çıkan bir renk. Bazen Eva’nın özgürlüğünü, bazen cinselliğini ve tutkusunu, bazen utancını ve suçluluğunu, bazen de kabullenmek istemediği Kevin’ın sebep olduğu gerçekliği simgeliyor.
Kullanılan müzikler zaman zaman filmin gerçekliğinden uzaklaştıran, “ne alaka” dedirten türden. Ancak o esas gerçekliğe geri dönünce hissedilen kasvete hiçbir zarar vermemesi ilginç bir başarı. Tüm seyir süresi boyunca “belki bir umut” dedirten film, seyirciyi eli boş göndermeyerek, keşfi mümkün olmayan bir bilinmezliğin önemsizliğini ve esas önemli olanın ifadesini göstererek kapanıyor. Kevin Hakkında Konuşmalıyız, alışılagelmiş kurgulardan ve dürüst olmayan, sıkıcı hikâyelerden sıkılanlar için muhteşem bir seyirlik. Bizlere de bu seyre kapılmak düşüyor sevgili okuyucu.
We Need to Talk About Kevin: Keşfi Mümkün Olmayan Nedenler