The Electric State: Büyük Vaatler ve Yüzeysel Bir Deneyim
Yönetmenliğini Joe ve Anthony Russo kardeşlerin üstlendiği The Electric State, 1990’ların alternatif bir dünyasında geçen ve robotların, yapay zekaların ve teknolojinin derinleştiği bir distopyayı anlatan bir bilim kurgu yapımı. Netflix platformunda yayınlanan bu film, izleyicilere bilim kurgu dünyasının bolca ciddiyet ve aksiyon vaat ettiğini gösterse de, anlatısal olarak eksik ve yüzeysel bir deneyim sunuyor.
Filmin başrollerinde, Stranger Things ve Enola Holmes gibi projelerle tanınan Millie Bobby Brown ve aksiyon sinemasının önemli isimlerinden Chris Pratt bulunuyor. Her iki oyuncu da karakterlerini genellikle yüzeysel bir şekilde yansıtarak, senaryonun derinliğini oluşturmaktan çok, görsel olarak izleyicinin ilgisini çekmeye çalışıyor. Ancak film, hikayesine ve atmosferine yeterince yatırım yapmadığı için karakterler derinlik kazanmıyor. The Electric State, mekanik bedenlere aktarlanan beyinleri bir metafor olarak kullanma fikriyle yaratıcı bir temel üzerine kurulsa da, bu fikir daha çok görsellik ve nostaljiye dayalı bir kurguya dönüşüyor. Sonuç olarak, alt metin veya derin anlamlar oluşturulamadan sadece yüzeysel bir şekilde kalıyor.
Filmdeki görsel tasarım ve sanat yönetimi, belirli anlarda dikkat çekici olsa da, genel olarak eksik kalıyor. Film, retro-fütüristik bir atmosfer yaratmaya çalışsa da, 1990’ların estetiğini yalnızca nostaljik bir araç olarak kullanıyor. Bir yanda ileri düzey robot teknolojisi bulunurken, diğer yanda eski bilgisayarlar ve AOL gibi dijital yapılar arasında bir bağ kurma çabası, bu evrenin inandırıcılığını zedeliyor. Örneğin, sentetik zekaların 90’ların nostaljik bilgisayar donanımlarında işlev gördüğü bir dünyada, teknolojiye dair bir tutarlılık yakalanamıyor. Bu durum, filmi bir görsel şovdan öteye geçiremeyerek, anlamlı bir hikâye anlatma fırsatını kaçırmasına neden oluyor.
The Electric State‘in senaryosu da oldukça problemli. Pek çok yapımda görülen exposition hataları, burada da kendini gösteriyor. Karakterler, duygusal olarak yoğun anlar yaşamak yerine, sürekli olarak geçmişi ve geleceği açıklamakla meşgul oluyor. Özellikle Michelle (Millie Bobby Brown) ve Keats (Chris Pratt) karakterleri arasındaki dinamikler, film boyunca sadece “ne olacağı” hakkında bilgi vermeye odaklanıyor. Bu sürekli anlatım, filme dair gerginlik duygusunun kaybolmasına neden oluyor. Bazı sahneler, yalnızca sonraki olayların temellerini atmak için varmış gibi görünüyor. Karakterlerin özel anları, dram yaratmaktan çok, olayları ilerletmek için bir araç olarak kullanılıyor.
Ayrıca, hikayede karşımıza çıkan teknoloji unsurları ve robotların varlığı, belirli bir noktadan sonra boş bir şablona dönüşüyor. Pek çok bilim kurgu filminde olduğu gibi, burada da makinelerin isyanı, yapay zekanın insanlarla çatışması gibi alışılagelmiş temalar işleniyor. Ancak The Electric State, bu unsurları derinlemesine ele almak yerine, görsel oyunlar ve nostalji hissiyatına dayandırıyor. Bu da eleştirisel bakış açısının ve derin anlatının eksikliğini gözler önüne seriyor.
Filmdeki müzik ve ses kullanımı da görsel anlatım kadar dikkat çekici değil. Bilim kurgu filmlerinin olmazsa olmazı olan atmosferik sesler ve müzikler, burada genellikle sınırlı bir işlev görüyor. Sahnenin gerilim ya da aksiyon yükünü taşısa da, senaryonun duygusal tonlarına veya karakter gelişimlerine katkı sağlamıyor. Film boyunca, teknolojinin insan hayatına etkisini derinlemesine sorgulayan bir soundtrack veya ses tasarımının eksikliği hissediliyor.
The Electric State, büyük umutlarla izlenen ve görsel açıdan bazı ilgi çekici anlar sunan, ancak anlatımsal olarak eksik kalan bir yapım. Russo Kardeşler, aksiyon sinemasındaki tecrübeleriyle tanınsalar da, burada anlatmak istedikleri dünyayı yeterince derinleştiremiyorlar. Görsel efektler ve bazı robot karakterleri dikkat çekici olsa da, filmdeki derinlik eksikliği, daha geniş bir perspektife sahip anlatının kaybolmasına neden oluyor. Sonuç olarak, The Electric State, büyük bir bilim kurgu eseri olma potansiyelini tam anlamıyla değerlendiremiyor.
The Electric State: Büyük Vaatler ve Yüzeysel Bir Deneyim