Cam Sehpa: Can Evrenol Karanlığında Gergin Bir Türk Ailesi
Merhabalar!
Bu yazıda, İKSV Filmekimi kapsamında izlediğim Can Evrenol’un son filmi Cam Sehpa’yı deşiyoruz.
Filmin çıkış noktası aslında İspanyol yönetmen Caye Casas’ın 2022 tarihli La Mesita del Comedor adlı yapımı. Orijinal film, absürd kara mizahla travmatik korku arasında gidip gelen bir cinnet hikayesi. Ağırlıklı olarak tek mekanda geçiyor.
Cam Sehpa, uyarlama bir film olmasına rağmen ortaya çıkan şey “yeniden çevrim” hissinden çok uzak. Bunu söyleyerek başlayabilirim.
Can Evrenol severler bilir; onun filmlerinde gerginlik ve korku, film ilerledikçe izleyenin içinde ağır ağır kabarır. Filmin sonunda da yüklenen tüm o ağırlık yoğun bir vahşetle son bulur. Sayara’da yavaş yavaş yükselen gerilimin filmin sonunda bir cinnete dönüşmesi gibi. Ama bu film diğerlerinden farklı: daha ilk on dakikasında boğazınıza bir huzursuzluk oturuyor ve hikayenin sonuna kadar hiç çözülmüyor…

Cam Sehpa: Can Evrenol Karanlığında Gergin Bir Türk Ailesi
Can Evrenol’un uyarlamasını izledikten sonra, bu yazıyı yazmadan hemen önce orijinal filmi de izledim. Hikaye ilginç olsa da bazı duyguların tam yerleşmediğini, filmin duygusal derinliğinin eksik kaldığını hissettim. Evrenol’un versiyonu ise bu anlamda çok daha rafine, çok daha tutarlı. Üstelik sadece teknik olarak değil, duygusal ve kültürel olarak da bütünüyle yerli bir yorum. Karakterleri Türk aile dinamiklerine uyarlama biçimi o kadar doğal ki, hikaye neredeyse baştan bu topraklarda yazılmış gibi hissediliyor.
Orijinaldeki kara mizah, Evrenol’un ellerinde sessiz bir çöküşe dönüşmüş. Korku, şok anlarından değil; suçluluk, utanç ve bastırılmış öfke gibi insani duygulardan doğmuş. Bu da filmi sadece daha güçlü değil, daha uzun süre zihinde yankılanan bir deneyime dönüştürmüş. En azından benim için öyle oldu. Hala başıma böyle bir şey gelse ne yaparım diye düşünmekten kendimi alamıyorum…
Film, yeni doğmuş bebekleriyle hayatları çatırdayan bir çiftin hikayesi aslında. Her şey oldukça sıradan ve tanıdık; tipik bir Türk ailesi. Yaşanan durum da Türkiye’de herhangi bir evin salonunda yaşanabilecek kadar yakın ama bir o kadar da rahatsız edici. Cam Sehpa’nın en güçlü yanı da bu zaten: gündeliği kabusa dönüştürmesi ve hayatın karanlığını, kurgusal korkulardan çok daha yakıcı bir biçimde yansıtıyor olması.
Filmin sonunda ne olacağını tahmin etmeye çalışırken bir yandan da “İbrahim ne kadar daha dayanabilir?” diye düşünüp bolca gerildim. Tüm salon aynı hislere sahipti. Evrenol, seyircinin damarına gerilim enjekte etmede yine kusursuz bir iş çıkarmış.

Cam Sehpa: Can Evrenol Karanlığında Gergin Bir Türk Ailesi
Biraz da oyunculuklardan bahsedelim:
Filmin bütün oyuncuları, Evrenol’un kurduğu bu sessiz cehennemde kendi tonunu bulmuş.
Alper Kul’un İbrahim karakterine tam anlamıyla yerleşebilmesi için sette neredeyse bir izolasyon uygulanmış; kimse onunla konuşmamış. Bu sessizlik, karakterin içe kapanıklığını, bastırılmış öfkesini ve yalnızlığını besleyen bir atmosfer yaratmış. Sonucunda Kul’un yüzündeki o donuk bakış, içten içe kaynayan suçluluk duygusu, filmin en temel gerilim unsurlarından biri haline gelmiş.
Algı Eke’nin kırılganlığı filmde duygusal tansiyonu ayakta tutarken, Hatice Aslan’ın kısa ama unutulmaz varlığı hikayeye bambaşka bir ruh katmış.
Filmin görsel dili, görüntü yönetmeni Hakan Dinçkuyucu’nun elinde şekillenmiş. Evrenol’un kadraj takıntısı ve Dinçkuyucu’nun dingin kamera hareketleri birleşince ortaya hem doyurucu hem de tematik olarak tutarlı bir dünya çıkmış.
Ve tabii, bir Can Evrenol filmini tam anlamıyla “Can Evrenol filmi” yapan o son dokunuş: müzikler!
Hey! Douglas’ın müzikleri, filmin altına bir alaycılık katmış; bu da o sıkışmış ev ortamında bile bir “punk neşesi” gibi yankılanmış. Evrenol’un müzik seçimi zaten hiçbir zaman yüzeysel olmamıştı. Mesela hala Çıplak dizisinin müzikleri hayatımın fonunda benimle birlikte devam ediyor.
Filmin bir diğer küçük ama anlamlı detayı da Togg. Gördüğüm an gülmeye başladım. Evrenol’un ironik zekasını bilenler için bu, tam onun tarzında bir dokunuş. Togg burada bir yandan modern Türkiye’nin parıltılı vitrini, bir yandan da bastırılmış çürümeyi gizleyen bir sembol gibi. Her şey yeni, steril, pırıl pırıl; ama duygular, korkular, çelişkiler hala paslı.
Can Evrenol bu filmde Coen Kardeşler’in kara mizahını, Zeki Demirkubuz’un İtiraf filmindeki içsel çatışmalarla birleştirmiş ama bütün bu referansların ötesinde hala çok yerli, çok Evrenol.

Cam Sehpa: Can Evrenol Karanlığında Gergin Bir Türk Ailesi
Filmin en sevdiğim sahnelerinden biri de finali. Normalde filmlerin finalleri hep tartışılır; burada sizi daha çok karanlık bir rahatlama bekliyor. Ne tam bir çözülme ne de kurtuluş… Sadece bir anlığına, her şeyin bittiği o ağır sessizlik.
Türk korku sineması denince çoğumuzun aklına hala cinli, perili, muskayla mühürlü filmler geliyor. Oysa hayatın kendi olağan karanlığı bunların hepsinden daha ürkütücü, daha ağır. Artık korkunun kaynağı dışarıdaki “öcüler” değil; içimizde, evimizin içinde, hatta en sıradan anlarımızda gizleniyor. Yeni kuşak Türk korku sineması bizi doğaüstüyle değil, bastırdığımız duygularla, suskunluklarımızla ve içimizde büyüttüğümüz karanlıkla yüzleştiriyor. Bu da beni ve bence Türkiye’deki korkusever herkesi mutlu eden bir gelişme.
Benim için Can Evrenol, sinemamızın kendi karanlığını yaratabilen nadir isimlerinden biri. Cam Sehpa filmiyle de başarılarına başarı katmış. Finalde ışıklar yanarken salonda yankılanan o sessizlik, aslında Evrenol’un en büyük başarısını gösteriyor: hiçbir şey söylemeden insanın içini dehşete düşürebilmek…
Mısırlar patladıysa, yazıyı burada bitiriyorum.
İyi seyirler!
1 Yorum:
Her şey iyi güzel de bu film korku filmi falan değil, bu bir gerilim filmi. Türk korku sinemasını yermek adına saçmalamasak mı keşke.