Atlet: Başarmak, Fedakarlığı Göze Almaktır
Bu yazıda, ayıptır söylemesi, spoiler içermektedir.
İstanbul Film Festivali’nin bitmesine günler kala, birkaç filmi sizlere anlatmaya kaldığımız yerden devam ediyorum. Bugün seyrettiğim dört filmden birini, izniniz olursa, anlatmaya başlıyorum. Bu seferki hikâyemiz, olimpiyat ve halter teması altında, başarı ve fedakârlık üzerine bir hikâye. Filmimizin adı ise Atlet. Semih Gülen ve Mustafa Emin Büyükcoşkun’un ortaklaşa yönetmenliğini yaptığı, başrollerinde ise Sevda Baş, Tarhan Karagöz, Esra Kızıldoğan, Bilgesu Akın, Gamze Akça Özcan ve Ercan Kesal’ın rol aldığı bir yapım.
Film, olimpiyat oyunlarında ömür boyu ödenek kazanmak için madalya kazanmaya çalışan bir kadın sporcunun hikâyesini anlatıyor. Vigo Film’in yapımını üstlendiği bu film, dün ve bugün itibarıyla İstanbul Film Festivali kapsamında prömiyerini gerçekleştirdi. Film, “Yeni Bakışlar” bölümünün yarışma filmlerinden biri.
Hikâyemiz, İzmir’in balıkçı pazarında açılıyor. Geçimini sağlamak için İzmir’de çeşitli ek işler yapmak zorunda kalan Hatice, aslında genç ve hırslı bir haltercidir. Amacı, uluslararası yarışmalarda kazanan sporculara sağlanan ömür boyu ödeneği almaktır. Her ne pahasına olursa olsun başarı peşinde koşarken, dünya şampiyonasında bir doping tekniği kullanmaya karar verir: Hamile kalarak hormonlarını artıracak ve sonrasında kürtaj olacaktır.
Hikâyemiz, başında da belirttiğim gibi, başarı ve fedakârlık üzerine. Ama insan gerçekten de şu soruyu sormadan edemiyor: “Başarmak ve iyi bir hayat yaşamak için ne kadar fedakârlık gereklidir?” Film, bana göre bu sorudan yola çıkarak ilerliyor ve bu soruya cevap arıyor. Aslına bakarsanız hikâye iki şekilde ele alınabilir: Birincisi, başarmak için yapılan fedakârlıklar; ikincisi ise fedakârlığın bıraktığı silinmez izler.
Başarı üzerinden değerlendirecek olursak, kişi tutkusu uğruna her şeyi yapabilir. İyi bir hayat yaşamak için gerekirse canı pahasına her türlü yola başvurabilir. Bir de fedakârlığın bıraktığı izlerden bahsetmek gerek. Fedakârlık, köprüden önceki son çıkışa benzer; bir kere yapıldıktan sonra geri dönüşü olmadığı aşikâr. Bu filmde de Hatice, geçimini sağlamak için pek çok iş yapıyor olsa da, iyi bir yaşama sahip olabilmek için ruhunu şeytana satan, hatta acının içinden sonuna kadar geçen bir kadın.
Bu yönüyle hikâyeyi yorumlamam gerekirse, görsel malzemelerle hikâye gayet iyi işlenmiş. Fakat senaryosu, bana göre, biraz inandırıcılıktan uzak kalıyor. Her ne kadar film fikrini güzel işlese de, senaryoda bu yeterince yansıtılamıyor. Filmin ilk yarısında, senaryo sayesinde Hatice’nin yaşadığı, spor yaptığı ve çalıştığı yerler hakkında bilgi sahibi olabiliyoruz. Fakat bu filmde karakterlerde pek fazla alt metin göremedim. Zaten bir noktadan sonra hikâyenin ucu açık kalıyor. Filmin bir sahnesinde yer alan konser görüntülerinin sebeplerini bile bulmaya çalıştım ama bulamadım.
Filme, İzmir’in sıcak renk tonları ve Saraybosna’nın soğuk renkleri eşlik ediyor. Ayşe Alacakaptan’ın kamerası, orta ve yakın plan çekimleri sayesinde Hatice’nin zorluk, fedakârlık ve azim dolu hikâyesine daha fazla yaklaştırıyor. Çok sık bahsetmem ama bu filmde, belki de hayat kurtaran unsurlardan biri olan kurgudan da söz etmem gerekiyor. Semih Gülen ve filmin yapımcılarından biri olan Arda Çiltepe’nin kurgusu ilgi çekici. Özellikle hayvanat bahçesi ve çiftlik bölümleri, hikâyeye iyi bir şekilde katkı sağlamış.
Filmin sesi ve müziği de dikkat çekici. Öncelikle müziğinden bahsetmem gerekirse, Eylül Deniz Keleş’in elektronik, sessiz ama güçlü notaları filmin atmosferine destek veriyor. Marian Bălan ve Marius Leftărache’ın ortak yaptığı ses tasarımları ise filmin müziklerinden bir tık daha etkili; çünkü bu tasarımlar, filme biraz daha stresli ve düşündürücü bir hava katıyor.
Oyunculuklar konusunda da açık konuşmak gerekirse, pek fazla tanıdık isim göremedim. Öncelikle, daha önce adını duymadığım bir oyuncu olan Sevda Baş’tan bahsetmek isterim. Aydınlıkevler (2022) ve Hayalperest (2024) isimli tiyatro oyunlarının yanı sıra Aşk, Mantık ve İntikam ile Safir dizilerinde yer almış bu oyuncuyu ilk defa gören biri olarak, performansını çok da kötü bulmadım. Daha doğrusu, filmdeki enerjisi ve azmi bana pek geçmedi.
Tarhan Karagöz de ilk kez duyduğum bir isim. Kulüp dizisinden sonra Bars filminde gördüğümüz bir oyuncu. Karagöz’ün babacan bir rolü vardı ama nedense performansına ısınamadım. Filmde anne rolünü oynayan Esra Kızıldoğan (ki kendisini çok fazla film ve dizide görmüyoruz) ile Ercan Kesal ise bir tık daha iyiydi. Ercan Kesal, hepsinden bir tık daha iyiydi. Kısa rolüne rağmen, aklımda kalan tek oyuncu Ercan Kesal oldu.
Tüm bunları göz önünde bulundurduğumda, Atlet, kısmen de olsa karmaşık bir anlatıma sahip. Görselliği ve müzikleri her ne kadar filmi kurtarmaya çalışsa da, senaryosu filmi bir tık aşağıya çekiyor. Bu da filme biraz zarar vermiş. Bu iki yönetmenin ilk filmleri olduğu için pek fazla eleştirmek istemiyorum. Ama spor filmi konusunda daha iyi bir ikinci filmlerini gıptayla bekliyorum.
Puan: 3/5
Atlet: Başarmak, Fedakarlığı Göze Almaktır