Anasayfa İncelemelerFilm İncelemeleri 13. Uluslararası Suç ve Ceza Film Festivali Altın Terazi Kısa Metraj Belgesel Film Yarışması İzlenimleri

13. Uluslararası Suç ve Ceza Film Festivali Altın Terazi Kısa Metraj Belgesel Film Yarışması İzlenimleri

Yazar: Ayşe Günhan

13. Uluslararası Suç ve Ceza Film Festivali Altın Terazi Kısa Metraj Belgesel Film Yarışması İzlenimleri

Sinema, zaman içinde suç ve ceza kavramlarını sorgulamada güçlü bir araç haline gelmiştir. 13. Uluslararası Suç ve Ceza Film Festivali, bu düşünsel keşfin bir parçası olarak, 17-23 Kasım tarihleri arasında, seyircileri birbirinden etkileyici ve düşündürücü kısa metraj belgesellerle buluşturuyor.

Basın gösterimlerinden önce, Altın Terazi Kısa Metraj Belgesel Film Yarışması‘nın özel bir ön izleme şansını yakaladık ve bu filmleri sizler için inceledik Bu belgeseller, ‘suç’un sadece hukuki bir olgu olmasının ötesinde, insan ilişkilerini, toplumsal dinamikleri ve adalet kavramını sorgulamak adına güçlü bir çaba ortaya koyması açısından son derece önemli.

Bu yazı, festivalin eşi benzeri olmayan atmosferine bir giriş niteliğindedir. Altın Terazi Kısa Metraj Belgesel Film Yarışması’nın bu yılki seçkisinin incelenmesi, festival öncesinde heyecan uyandırıcı bir ön bakış sunuyor sadece.

Keyifli okumalar dileriz ve festivalin büyülü dünyasında sizleri görmekten mutluluk duyarız.

Searching for Justice (Adalet Arayışı)

Bosna Hersek, Hollanda, 2023 (24′)
Yön. Ado Hasanović

“Adalet Arayışı: Srebrenitsa Soykırımının İzinde,” Leiden ve Saraybosna üniversitelerinin hukuk öğrencilerini merkeze alarak, soykırımdan kurtulanların hikayeleri üzerinden adalet kavramını inceliyor. Yönetmen Ado Hasanović’in önderliğindeki bu kısa belgesel, adaletin sadece hukuki hesap verebilirlikle değil, aynı zamanda soykırımın dünya çapında tanınmasıyla da yakından ilişkili olduğunu vurguluyor.

Belgesel, adaletin çok yönlü bir arayış olduğunu ve sadece mahkemelerde değil, aynı zamanda toplumun vicdanında da tecelli etmesi gerektiğini söylüyor.

Belgesel, 2023 yılında Bosna Hersek ve Hollanda’da çekildi. Soykırımın izlerini taşıyan bu coğrafyada, hukuk öğrencileri adaletin peşinden koşarken, soykırımdan kurtulanlara mikrofon uzatarak, izleyiciye derinlikli bir tanıklık fırsatı sunuyor.
Dil çeşitliliği ve uluslararası perspektifiyle belgesel, izleyiciyi soykırımın yaşandığı topraklarda gerçekleşen bir hukuki ve toplumsal çabanın içine çekerek, adaletin nasıl çok yönlü bir olgu olduğunu gösteriyor.

Yönetmen Ado Hasanović’in kamera arkasındaki yeteneği ve öğrencilerin samimi çabaları, izleyicinin bu acılı hikayeye daha yakından tanıklık etmesini sağlıyor. Soykırımın yarattığı acıyı anlamak ve gelecekte benzer felaketleri önlemek adına adaletin peşinden koşan genç zihinler, izleyiciyi etkileyici bir düşünsel yolculuğa çıkarıyor.

Hayatımın En Güzel Günü

Filipinler, Türkiye, 2023 (15′)
Yön. Semih Sağman

Semih Sağman’ın yönetmenliğini üstlendiği “Hayatımın En Güzel Günü,” sadece Filipinli balıkçı Teng’in hikayesini anlatmakla kalmayıp, aynı zamanda rutin ve tekdüze bir yaşamın içindeki anlam arayışını vurgulayan etkileyici bir belgesel.
Teng, 40 yaşında ve 32 yıldır aynı kasabada, aynı nehre giderek balıkçılık yapmaktadır. Belgesel, Teng’in hayatının monotonluğunu ve zaman zaman bu rutinden sıkılmasını işlerken, onu hayata bağlayan güçlü bir motivasyon kaynağına da odaklanıyor: Babasının anlattığı bir hikaye. Teng, bu hikayeden aldığı güçle, her akşam eve döndüğünde çocuklarına sarılabildiği her günü, “hayatının en güzel günü” olarak nitelendiriyor.

Film, görsel açıdan da etkileyici. Semih Sağman, Filipinler’in güzelliklerini ve Teng’in yaşam alanını izleyiciye başarıyla aktarıyor. Belgeselin renk paleti ve çekim teknikleri, izleyiciye Teng’in iç dünyasına daha derin bir bakış sunarak, onun duygusal yolculuğunu daha da dokunaklı kılıyor.

Teng’in yaşam mücadelesi ve hayata bağlılığı, izleyiciye kendi hayatlarını sorgulama ve değerlendirme fırsatı veriyor.
Teng’in hayatındaki sıradanlığın içindeki güzellikleri gösteren belgesel, aynı zamanda insanın sıradanlığa hapsolup hapsolmadığını düşündürüyor. Teng’in hikayesini izlerken, “rutinlere kendini kaptırmış insan, hayatın ağına takılmış bir balık olabilir mi?” sorusunu sormadan edemiyor insan. Ve yine “acaba balıklar da yakalanmadıkları her günü, ‘hayatlarının en güzel günü’ ilan ediyor olabilirler mi?” diye de düşünmeden edemedim doğrusu.

Semih Sağman’ın yönetmenlik becerisi, güçlü metaforları, belgeseli sıradan bir yaşamın ötesine taşıyarak izleyiciye unutulmaz bir deneyim sunuyor.

Yada Yağmurları

Türkiye, 2023 (16′)
Yön. Volkan Durmuş

Belgesel, 2023 yapımı ve 16 dakika 6 saniyelik süresiyle, yönetmen Volkan Durmuş’un görsel anlatımındaki özgün yaklaşımlarıyla dikkat çekiyor. Renkli ve İngilizce olarak sunulan film, Serah’ın yaşam hikayesini üzerinden, toplumsal meseleleri derinlemesine ele alarak, izleyiciyi derin bir düşünceye sevk ediyor.

Filmde, ırksal ve cinsiyet temelli ayrımcılık gibi evrensel konulara dokunuluyor. Serah’ın maruz kaldığı ayrımcılık ve önyargılar cesurca gözler önüne seriliyor. Siyahi, yabancı uyruklu ve kadın olmanın getirdiği zorluklar, onun iş arayışlarında ve çalışma hayatında karşılaştığı cinsel tacize kadar bir dizi zorlukla şekilleniyor.

Serah’ın pandemi sırasındaki ekonomik sıkıntıları ve hamileliği, yaşadığı zorlukları daha da derinleştiriyor. Bu zorlu süreçte, hemşire ile yaşadığı bağlantı ve çocuğunu annesine gönderme kararı, Serah’ın dayanıklılığı ve yaşadığı duygusal kargaşayı da gözler önüne seriyor.

Belgesel, Serah’ın adaptasyon sürecini vurgu yaparak, yabancı bir ülkede yabancılaşmanın ve topluma uyum sağlamanın zorluğuna da değiniyor. O’nun duygusal ilişkilerdeki zorlukları, toplumun önyargılı bakış açıları ve kendi kimliğini bulma süreci izleyiciye dokunaklı bir şekilde iletiliyor.

Son sahnedeki metaforik ifadeler, özellikle “derisinden soyunamama” vurgusu, izleyiciyi düşündürüyor ve insanın içsel mücadeleleriyle yüzleşmeye davet ediyor. Serah’ın “sevginin bizi birbirimize bağlayan tek şey olduğu” ifadesi, belgeselin ana temasını güçlendiriyor ve insanlık, dayanışma ve sevgi kavramlarına vurgu yapıyor.

Volkan Durmuş’un belgeseldeki görsel seçimleri ve kurgusu, Serah’ın duygusal içsel yolculuğunu vurgulamak adına etkileyici bir şekilde kullanılmış gibi görünüyor.

The Syrian Cosmonaut (Suriyeli Kozmonot)

Türkiye, 2022 (13′)
Yön. Charles Emir Richards

Belgesel, Muhammed Faris’in trajik ve etkileyici yaşam hikayesinin üzerinden, bir ülkenin içinde bulunduğu karmaşık siyasi ve toplumsal durumu anlatıyor.

Ülkenin uzaya çıkan ilk Suriyeli olma unvanıyla meşhur Faris’in, Suriye İç Savaşı’nın patlak vermesiyle hain ilan edilmesi ve adının silinmesi gibi olaylar, sadece bireysel bir hikayeyi değil, Suriye’nin genel durumunu da gözler önüne sererken, bir toplumun yaşadığı travmaya da vurgu yapıyor.

Belgesel, Suriye iç savaşının etkilerini ve insanların yaşadığı acıları gerçek görüntülerle izleyiciye aktarıyor. Faris’in hayatı, Suriye’nin içinde bulunduğu politik karmaşayı ve halkın maruz kaldığı zorlukları yansıtıyor.

Muhammed Faris’in hala uzaya çıkmaya dair umutları, belgeseli etkileyici ve umut verici bir hale getiriyor. Faris’in hayalini sürdürme azmi, izleyiciye direniş ve umudun gücünü hatırlatıyor.

Filmin teknik yönleri de dikkat çekici. Yönetmen Charles Emir Richards’ın belgeselde kullanılan görsel ve anlatısal elemanları bir araya getirme tekniği, izleyiciyle duygusal bir bağ kurma potansiyeli taşıyor. Muhammed Faris’in kendi ağzından anlatılan hikayenin, animasyonlarla desteklenmesi, duygusal bir etki yaratma konusunda başarılı bir tercih gibi görünüyor.

Filmin özgün müziği, Murat Ertel tarafından bestelenmiş ve hikayenin duygusal derinliğini artırmada etkili bir rol oynuyor.
Sonuç olarak, ” Suriyeli Kozmonot” belgeseli, güçlü anlatımı, etkileyici müziği, görsel başarıları ve derinlikli tema işleyişiyle dikkat çekiyor.

Yeryüzündekiler

Türkiye, 2022 (25′)
Yön. Harun Yel

Harun Yel’in yönetmenliğini üstlendiği “Yeryüzündekiler,” 25 dakika boyunca izleyiciyi Türkiye’nin derin köylerinden kentlere doğru bir göç yolculuğuna çıkarıyor. Kürtçe ve Türkçe dilleriyle işlenmiş olan bu belgesel, köyden kente göçün merkezine odaklanarak, mezarlık alanlarının kentsel dönüşüm süreçlerinde nasıl bir dönüşüme uğradığını anlatıyor.

Film, 20-30 yıl öncesine giderek, mezarlık olarak kullanılan bir alanın belediye tarafından imara açılmasıyla başlıyor. Bu dönemde, köyden kente göçün yoğun olduğu bir zamanda, insanlar mezarlık alanlarına ev yapmaya başlıyorlar. Ancak, belgeselde vurgulanan önemli bir detay var: Mezarlarla yapılan evler arasında bir saygı dengelemesi mevcut. İnsanlar, geçmişin izlerine dokunmadan mezarları avlu içlerine alarak ya da bahçelerine katarak, onları koruyor ve bakıyorlar.

Yel’in yönetmenlik becerisi, bu dokunaklı hikayeyi seyirciye aktarmada etkili bir şekilde kullanılıyor. Güçlü görsel anlatım ve dikkat çekici detaylarla, belgesel izleyiciyi bu benzersiz mahallelerin sokaklarında dolaştırıyor. Kültürler arası bir geçişe tanıklık etmek isteyen izleyiciler için bu belgesel, kendi benzersiz hikayesini anlatan bir Türkiye tablosu sunuyor.

“Yeryüzündekiler,” sadece bir fiziksel mekanın dönüşümünü değil, aynı zamanda kültürel bir değişimi de gözler önüne seriyor. Mezarların korunması, geçmişe saygı ve yaşanmışlıklara bağlılık gibi temalar, belgeselin temelini oluşturuyor. Ancak, bu değerleri koruma mücadelesi, kentsel dönüşüm projeleriyle karşı karşıya gelerek, izleyiciyi düşündürüyor: Geçmişi nasıl koruyabiliriz ve geleceğe nasıl entegre edebiliriz? Ve, “yeryüzündekiler ve yeraltındakilerin sessiz diline zarar vermeden dönüşmenin yolunu bulabilecek miyiz?

Onlar İçin İmroz

Türkiye, 2023 (15′)
Yön. Deniz Devrez

Deniz Devrez imzasını taşıyan “Onlar İçin İmroz” belgeseli, Gökçeada’nın tarihi derinliklerine dönerek, Ada’nın geçmişinde iz bırakan talihsiz olayları ve bu olayların yarattığı etkileri ekrana taşıyor. 1970 yılına kadar “İmroz” olarak anılan Gökçeada, Rumlarla Türklerin bir arada yaşadığı, dönemin politik atmosferi nedeniyle artan gerilimler yüzünden göç etmek zorunda kalan Rumların hikâyesine odaklanıyor.

Filmin odaklandığı dönem, 1960’ların ortalarında Türk-Rum gerilimlerinin gölgesinde geçiyor. Kıbrıs’taki olaylar Türkiye’de de yankı bulurken, Gökçeada’daki Rumlar bu gerilimden etkilenerek adayı terk etmek zorunda kalıyorlar. 1970 yılına gelindiğinde, adanın nüfusunda ciddi bir azalma yaşanmış ve sadece 200 kadar Rum geriye kalmıştır. Belgesel, bu tarihi dönemde yaşanan hüzünlü ayrılıkları, terk edilen evleri ve geride bırakılan anıları ele alıyor.

Gökçeada’da yaşanan bu dönemdeki acı gerçekler de belgeselde titizlikle işleniyor. 1964’te okulların kapanması, arazilerin istimlak edilmesi ve Rumca’nın yasaklanması gibi olaylar, adanın sosyal dokusunu derinden etkiliyor. Eğitim kurumlarının kapanmasıyla birlikte, toplumun ortak hafızası zedelenirken, arazilerin istimlak edilmesi ise insanların köklerinden koparılmasına sebep oluyor. Ayrıca, Rumca’nın yasaklanmasıyla adanın kültürel zenginliği de büyük bir darbe alıyor.

Gökçeada’nın tarihine ışık tutan belgeselde, döneme ait fotoğraflara sık sık yer veriliyor. O dönemin barış içindeki atmosferi, bu fotoğraflar aracılığıyla izleyiciye aktarılıyor. Eski sokaklar, gülümseyen yüzler ve bir arada yaşam çabası, belgeselin atmosferine dokunaklı bir derinlik katıyor.

Özellikle vurgulanması gereken bir detay, Rumlar göç ederken kapılarını kilitlemeden, sadece bir kapılarına ip bağlayarak gitmişlerdir. Bu detay, hem o döneme ait dramatik bir iz bırakışı hem de geri dönen Türklerin duygu dolu anılarına dokunaklı bir notadır.

Belgeselde, Gökçeada’da yaşayan Türklerin de görüşlerine yer verilmesi, izleyiciye çok yönlü bir bakış açısı sunuyor. İki toplum arasında yaşanan ayrılık ve gerilim, belgeselde duygu yüklü bir atmosferle izleyiciyle buluşuyor.
Günümüzde, Gökçeada’nın adının tekrar “İmroz” olması dileği, yaşanan acıların unutulması ve bir tür barışın simgesi olma arzusu, belgeselin ana temasını oluşturuyor. Türklerin bu tarihi acıları anlamaları ve bu acılarla yüzleşmeleri, belgeselin izleyiciye iletmeye çalıştığı mesajlardan biri olarak öne çıkıyor.

Deniz Devrez’in yönetmenlik koltuğunda ustalıkla işlediği bu belgesel, tarihi bir doküman olmanın ötesinde, insanların duygusal bağlarını keşfetmelerine aracılık eden bir eser olarak öne çıkıyor. “Onlar İçin İmroz”, izleyicisine tarihi bir hikayenin yanı sıra, insanlığın ortak acılarına dair düşündürücü bir deneyim sunuyor. Fotoğraflar aracılığıyla dönemin atmosferine yapılan vurgu, izleyiciyi geçmişin içinde hissettirerek belgeselin etkisini arttırıyor.

Our Ukrainian Sky (Ukrayna’mızın Gökleri)

USA, 2023 (12′)
Yön. Bobby Roth

Bobby Roth imzalı Our Ukrainian Sky belgeseli, Ukrayna ve Rusya arasındaki savaşın perde arkasında İngiltere’de bir grup İngiliz avukatın örgütlenmesi üzerine Ukrayna’ya yaptığı araç yardımlarını ve tabii ki savaşın acılarını konu alıyor. Ukrayna’dan güzel görüntülerle başlayan belgeselde daha ilk dakikalardan savaşın yarattığı yıkıma şahit oluyoruz.

Röportajlar üzerinden ilerleyen yapımda hem Ukrayna halkının yaşadığı acıları, hissettikleri duyguları hem de İngiltere’den araç ve malzeme yardımında bulunanların bu sürece nasıl başladıklarını ve süreç içerisinde yaşadıklarını, hissettiklerini çok doğal bir şekilde ele alıyor. Ukrayna’nın Rusya karşısındaki çaresizliği, savaş araçları, ekipmanları açısından eksikliği gözler önüne serilmiş. Ancak tüm bu eksikliklere rağmen Ukrayna halkının cesareti ve fedakarlığı da alt metin olarak izleyenlere sunulmuş.

Belgeselde kullanılan askerlerin ve yardımda bulunanların olaylar sırasındaki görüntüleri, gerçekleri gözler önüne serme konusunda önemli bir yer tutuyor. Yine belgesel boyunca ajitasyon olarak algılanabilecek görüntüler, diyaloglar tercih edilmemesi de bence yönetmeni başarılı kılan bir diğer nokta. Savaşı ve perde arkasında yaşananları tüm gerçekliğiyle ekrana aktarmayı çok iyi başarmışlar.

A Clean Slate (Temiz Bir Sayfa)

USA, 2023 (14′)
Yön. Tran Hoang Calvin

Yönetmenlik koltuğunda Tran Hoang Calvin’in oturduğu 14 dakikalık bu kısa belgeselde hapis cezası almış kişilerin hapisten çıktıktan sonra bile kayıtları silinmediği sürece cezalarının devam ettiğine vurgu yapılıyor. Belgesel, daha önce hapse girip çıkmış ve çıktıktan sonra hayatına eskisi gibi devam edememiş olan Shanyeill McCloud’un kendisi gibi olan kişilere yardım etme amacıyla Clean Slate Milwaukee’yi kurmasını ve bunun arkasındaki motivasyonunu anlatıyor.

Kayıtlar silinmediği sürece her ceza müebbettir mottosuyla yola çıkan McCloud, her şeyin özgürlükle alakalı olduğunu belirtiyor. Hapse giren kişilerin hapisten çıktıktan sonra bile kısmi hapis hayatına devam ettiğini bunu deneyimleyenler aracılığıyla ekrana yansıtıyor belgesel. İş bulma konusunda, ev tutma konusunda ve hatta kişisel ilişkiler konusunda büyük sorunlar yaşayan kişilerin hayata tutunabilmesinin ve hayata devam edebilmesinin tek yolunun kayıtların silinmesi olduğunu anlatmaya çalışıyor.

Her ne kadar ilgi çekici, önem verilmesi gereken bir konu olsa da gerek röportajlar gerek diğer konuşmalar biraz yüzeysel kalmış. Duygulara odaklanılması gerekirken fikre odaklanılmış. Bu da belgeselin yaratacağı etkiyi büyük ölçüde azaltmış. Yine de şans verilmesi gereken bir belgesel olduğunu söyleyebilirim.

Şimdi Ne Olacak?

Türkiye, 2023 (19′)
Yön. Mert Eşberk & Mihraç Can Bakıner

Günümüzde maalesef hala acıların devam ettiği Antakya’da deprem sonrasını hem görüntülerle hem de röportajlarla bizlerle buluşturan belgeselin yönetmen koltuğunda Mert Eşberk & Mihraç Can Bakıner birlikte oturuyor. Belgesel, Antakya halkının yaşadıklarını, çektiği acıları onların dilinden en doğal, en içten şekilde ekranlara yansıtıyor. Halkın kendi kendine iyileşme çabalarını, birbirini hiç tanımayan insanların aynı amaç uğruna bir araya gelişini, herkesin kendi acısını unutup birbirinin yardımına koşmasını bu acıyı yaşayanların ağzından izleyenlere sunuyor.

Hem depremi yaşayanlarla hem de yardım amaçlı Antakya’ya gidenlerle yapılan röportajlar belgeseli güzelleştiren en önemli bölümler olmuş. Deprem sürecini başka şehirlerden takip edenler ve daha sonrasında oradaki insanlarla temas edemeyenler için oldukça önemli bir yapım. Herkesin izlemesi gerektiğini düşünüyorum.

Beyaz Dağın Çocukları

Türkiye, 2023 (20′)
Yön. Yalçın Çiftçi

Yönetmen koltuğunda Yalçın Çiftçi’nin bulunduğu Beyaz Dağın Çocukları, bir mezarlığın içerisinde yer alan okula ve burada okuyan öğrencilere ve burada çalışan öğretmenlere odaklanıyor. Gelen öğretmenlerin dayanamayıp en geç 1 yılda tayin istediği, öğrencilerin okulun bahçesinde oynarken toplarının mezarlığa kaçtığı veya okula gelirken ve okuldan çıkarken mezarlıktan geçmeleri gereken bir yer burası. 1993 yılından itibaren de böyle devam ediyor. Geçmişte anneler babalar, şimdi ise çocukları burada eğitim almaya çalışıyor.

Konu olarak pek ilgi çekici bir konu olduğu söylenemez. İşleniş açısından da oldukça zayıf kalmış. 20 dakikalık süresi boyunca izleyenlere pek bir şey vaat etmiyor ve maalesef herhangi bir şey de katmıyor. Belgeselden ziyade hikaye anlatımı gibi ilerliyor. Özellikle çocukların konuşmalarının yazılmış gibi olması (doğaçlama mı yoksa söyletiliyor mu bilmiyorum) izleyenleri iyice belgesel dışına çıkartıyor.

13. Uluslararası Suç ve Ceza Film Festivali Altın Terazi Kısa Metraj Belgesel Film Yarışması İzlenimleri

Bunlar da ilginizi çekebilir

Yorum Yap

Bu internet sitesinde, kullanıcı deneyimini geliştirmek ve internet sitesinin verimli çalışmasını sağlamak amacıyla çerezler kullanılmaktadır. Bu internet sitesini kullanarak bu çerezlerin kullanılmasını kabul etmiş olursunuz. Kabul Et Daha Fazlası...