Anasayfa İncelemelerFilm İncelemeleri The Great Lillian Hall: Bir Azim, Bir Fedakarlık Hikayesi

The Great Lillian Hall: Bir Azim, Bir Fedakarlık Hikayesi

Yazar: Ömer Acıoğlu

The Great Lillian Hall: Bir Azim, Bir Fedakârlık Hikâyesi

Herkese merhaba, sevgili dostlarım. Bugün izlediğim bir filmi sizlerle paylaşmak için buraya geldim. 4 Nisan’da tiyatroseverlerin gönülden bağlanacağını düşündüğüm çok özel bir film geliyor: The Great Lillian Hall. Aslen bir tiyatro oyuncusu ve yönetmeni olan ve The Shadow Box isimli tiyatro oyunuyla Tony ve Pulitzer ödüllerini kazanan Michael Cristofer’ın Candida (1982), Gia (1998), Body Shots (1999), Original Sin (2001) ve The Night Clerk (2020) filmlerinden sonra çektiği altıncı filmin başrollerinde Jessica Lange, Kathy Bates, Lily Rabe, Jesse Williams ve Pierce Brosnan yer alıyor. Film, Broadway’in en sevilen oyuncularından Lillian Hall’un demans hastalığına yakalanması sonucu hayatın gerçekleriyle yüzleşmesini anlatıyor. Film, 4 Nisan tarihinde Bir Film tarafından vizyona giriyor.

Gelin, sizlere şu hikayeyi anlatayım. Lillian Hall, Broadway’in en sevilen oyuncularından biridir ve bugüne kadar hiçbir sahne performansını kaçırmamıştır. Üstelik hayatında kızı, hastalığı ya da başka sebepler olsa bile. Fakat Lillian Hall, demans hastalığının ilerlemesi nedeniyle tiyatro uğruna kaçtığı gerçeklerle yüzleşiyor ve aynı zamanda hastalığıyla savaşmaya başlıyor.

Bu film, yazının başında belirttiğim üzere bir azim, ama aynı zamanda bir fedakârlık hikâyesi. Hikâyede Lillian Hall, Çehov’un Vışne Bahçesi isimli tiyatro eserinde başrol oynuyor. Vışne Bahçesi ise uzun yıllar sonra köklerine dönen aristokrat bir ailenin vışne bahçesine hapsolmasını, bu bahçenin açık artırmada satılığa çıkarılmasını ve gerçeklerle yüzleşmesini anlatıyor. Yani aslında hikâye olarak Vışne Bahçesi, Lillian Hall’un karakteriyle örtüşüyor. Yıllar geçse de bazı şeylerin değişmediğini bilmemize rağmen.

Fakat bu, senaryonun ilk yarısında fazlaca teatral diyaloglar ve televizyon filmi havası veren görüntüler olmadığı anlamına gelmiyor. Oyunculuklar da klişe bir Amerikan TV filmi (ki bu film aslında bir TV filmi) havasında ilerliyor. İlk yarıda gözümüze çarpan üç unsur bunlardı. Tabii ki film ilerledikçe ve hikâye açıldıkça kendimizi yavaşça kaptırmaya başlıyoruz. İşin içine çocuğu ve torunuyla olan hesaplaşması, tiyatro yapmak uğruna hastalığıyla savaşması (ki demans hastasıysanız tiyatro çok daha zorlayıcı olabilir), hayata sıkı sıkıya tutunmak ve yaşamanın değerini bilmek gibi mesajlar eklenince hikâye biraz daha güzelleşiyor, ama sadece biraz. Fazlası değil.

Yönetmenlik konusunda orta karar bir iş çıkarılmış diyebilirim. Michael Cristofer’ın tiyatro kökenli olduğunu biliyoruz ve filmi demans hastası birinin gözünden anlatırken o duyguyu bizlere başarıyla yansıtıyor. Halüsinasyon sahneleri, unutkanlık anları ve el titremesi gibi detaylar oldukça iyi tasvir edilmiş. Ancak New York, evler, yan karakterler ve tiyatro sahneleri konusunda ne çok iyi ne de çok kötü bir düzeyde; yani orta karar.

Görsellik de aynı şekilde ortalama seviyede. Tiyatro sahneleri akıcı bir sinematografiye sahip olsa da, evler ve New York gibi mekânların kullanımı etkileyici değil. Yani, izleyen herkese bir TV filmi izlediğini hissettiriyor.Müzikler konusunda ise şunu söyleyebilirim: Müzikler iyi, ama unutulmaz değil. Filme amacına hizmet edecek kadar güzel müzikler var mı? Bence yok. Ama yine de enstrümental açıdan keyifli olduğunu kabul etmek gerekir. Kulağınızın pasını alıyor, ama bir gün sonra unutuyorsunuz.

Filmin asıl parlayan yönlerinden biri ise oyunculuklar. Özellikle Jessica Lange, Kathy Bates ve Pierce Brosnan karakteristik performanslarıyla dikkat çekiyor. Jessica Lange, 80’li yıllarda The Postman Always Rings Twice (Bob Rafelson, 1981) ve Tootsie (Sidney Pollack, 1982) filmleriyle sinemada kendini göstermiş, 90’larda ise A Streetcar Named Desire oyunuyla tiyatro sahnesine adım atmış bir oyuncu. Bu filmde de demans hastalığına rağmen tiyatroya büyük bir tutkuyla bağlı olan bir oyuncuyu başarıyla canlandırıyor.

Kathy Bates de dost canlısı bir performans sergiliyor. 1970’te Lemon Sky ile tiyatroya adım atan ve bir yıl sonra Taking Off (Milos Forman, 1971) filmiyle sinemada boy gösteren Bates, neredeyse 60 yılı aşkın kariyerine rağmen performansından hiçbir şey kaybetmemiş. Çocukluğumun James Bond’u olarak nitelendirdiğim Pierce Brosnan ise gerçek hayatta da resim yapan bir sanatçı olarak bu yönünü filme iyi yansıtıyor. Ancak American Horror Story dizisinde de yer alan Lily Rabe ve tiyatro yönetmenini canlandıran Jesse Williams’ın performansları derinlik ve alt metinleri yansıtma konusunda yeterince tatmin edici değildi.

Neyse yavaş yavaş toparlayalım, şunun şurasında 4 Nisan’a bir şey kalmadı. The Great Lillian Hall, ilk yarısında bir TV filmi hissi verse de ikinci yarısında derinleşen hikâyesiyle izleyiciye iyi bir deneyim sunuyor.  Tiyatronun iyileştirici ve savaşçı gücünü sonuna kadar hisseden tüm tiyatrocu arkadaşlarımı bu filme davet ediyorum.

Puan: 3,5/5

The Great Lillian Hall: Bir Azim, Bir Fedakârlık Hikâyesi

Bunlar da ilginizi çekebilir

Yorum Yap

Bu internet sitesinde, kullanıcı deneyimini geliştirmek ve internet sitesinin verimli çalışmasını sağlamak amacıyla çerezler kullanılmaktadır. Bu internet sitesini kullanarak bu çerezlerin kullanılmasını kabul etmiş olursunuz. Kabul Et Daha Fazlası...