Meraklı Adamın 10 Günü: Bir Üçlemenin Finali!
Meraklı Adamın 10 Günü, Uluç Bayraktar’ın üçlemesinin son filmi olarak 7 Kasım’da Netflix’te gösterime girdi. Önceki filmlerde olduğu gibi, senaryosunu Mehmet Eroğlu ve Damla Serim’in yazdığı bu film de aynı oyuncu kadrosuyla pandemi döneminde geçen bir hikâye sunuyor. Ana karakterimiz Sadık Adil (Nejat İşler), “Tüm iyi hikâyeler merak etmekle başlar,” diyerek karşımıza çıkıyor; ancak ekrana yansıttıkları hikâyenin gerçekten “iyi” olup olmadığı tartışmalı.
İkinci filmde olduğu gibi, hikâye kaldığı yerden bir zaman atlamasıyla devam ediyor. Sadık Adil, kendine yeni bir isim ekleyerek bu kez bir yazar kimliğiyle sahneye çıkıyor. Artık karşımızda, “Sadık Adil Öçal” olarak bıkkın bir yazar var. Yazdığı hikâye editörü tarafından yetersiz bulununca iyi bir hikâye peşine düşüyor. Diğer filmlerden farklı olarak, Sadık bu sefer obsesif alışkanlıklarından arınmış bir hâlde. İçki içmiyor, ilaç kullanmıyor ve en önemlisi sayı saymıyor. Kendisiyle barışmış bir karakter olarak karşımızda.
Gizemli davaların vazgeçilmez özel dedektifi Sadık Adil Öçal, bu kez esrarengiz bir şekilde ortadan kaybolan komşusu, “Yansın Bu Dünya” mahlasını kullanan genç TikTok fenomeni Murtena’yı arıyor. Önceki davalardan farklı olarak, bu serüvene kendi merakıyla atılıyor; tabiri caizse kendisi kaşınıyor. Murtena’yı bulma yolculuğunda birbirine bağlı hikâyeler birbiri ardına sıralanıyor. Alıştığımız entrikalar, mafyalar, katiller, cinayetler ve çantalar dolusu paralar yine hikâyeye eşlik ediyor. Kemik kadromuz ise yanımızda: Pınar (İlayda Akdoğan), Meral (Şenay Gürler), Zeynel (Rıza Kocaoğlu) ve Hüso (Kadir Çermik), hikâyenin bel kemiğini oluşturuyor.
Hikâyenin Covid-19’lu günlerde geçtiğini belirtmekte fayda var. Temel konuya doğrudan bir etkisi olmasa da, maskeler, sosyal mesafe kuralları ve sokağa çıkma yasakları gibi küçük detaylar, hikâyenin zamanına dair önemli ipuçları sunuyor.
İlk iki filmde olduğu gibi burada da iç içe geçmiş birçok suç vakası var. Olaylar hızla gelişiyor ve peş peşe sıralanıyor; bu da takip etmeyi biraz zorlaştırıyor. “Kim, ne zaman, nerede, nasıl?” gibi sorular birbiriyle iç içe geçiyor ve izleyiciden dikkat talep eden bir yapıya bürünüyor.
Murtena’yı İstanbul’un dört bir köşesinde ararken tam anlamıyla bir İstanbul filmi izlediğimizi hissediyoruz. Hikâye, Balat’ta başlayarak İstanbul’un pek çok noktasını ziyaret ediyor ve şehrin farklı yüzlerini daha aydınlık bir atmosferde gözler önüne seriyor.
Buraya kadar güzel yönlerinden bahsettikten sonra, filmin problemli yapısına gelirsek, izleyiciyi baygınlık noktasına getiren klişelerle dolu bir yapımla karşı karşıyayız. Hikâye, çoğunlukla erkek bakış açısıyla ve erkek karakterlerin merkezde olduğu çözümlerle ilerliyor. Orta yaşlı erkek ana karakterimiz, “kurtarıcı” bir rolle karşımızda yine; bu sırada hikâyedeki kadın karakterler çoğunlukla fiziksel cazibeleriyle öne çıkarılıyor. Kadın karakterlerin arka planı veya motivasyonları verilerek bu duruma derinlik katılmaya çalışılmış olsa da, bu kısmın yeterince etkili bir şekilde çalışmadığını söylemek hiç de yanlış olmaz. Örneğin, Meral ve Pınar karakterleri, hikâye boyunca yalnızca destekleyici birer figür olarak kalıyorlar, derinlemesine işlenmiyorlar.
Kadın karakterlerin kameraya yerleştirilme biçimi ise filmin bakış açısını zayıflatıyor. Kamera açıları, karakterin motivasyonunu ön plana çıkarmak yerine daha çok fiziksel özelliklere odaklanarak erkek bakış açısına hizmet ediyor. Bu durum, filmin “male gaze” üzerine bir okuma yapmayı teşvik ediyor. İzleyicilerin bu bakış açısını sorgulamalarını öneririm.
Oyuncu performanslarına gelecek olursak, Nejat İşler yine kendine özgü tarzıyla öne çıkıyor ve filmin büyük yükünü sırtlıyor. Ancak Şenay Gürler, Rıza Kocaoğlu ve Kadir Çermik’in başarılı performanslarını da göz ardı etmek haksızlık olur. Diğer filmlere kıyasla bu yapımda Zeynel ve Hüso karakterlerinin daha dinamik bir yapıda olduğunu görüyoruz. Meral karakteri az görünse de, Şenay Gürler her zamanki gibi etkileyici performansıyla adeta ışık saçıyor. İlayda Akdoğan’ın performansında ise bir anlam veremediğim bir aşırılık var. Eğer Pınar karakteri böyle yazıldıysa, bu durum ekranda inandırıcılığı zayıf bir etki bırakıyor. Bu eleştirim ilk iki film için de geçerli; abartılı oyunculuğunun, belki de Pınar karakterinin yapısıyla ilgili olduğunu düşünmek istiyorum. Genel olarak, performanslar güçlü bir kadro sunuyor ancak bazı karakterlerde denge eksikliği dikkat çekiyor.
Diğer iki filmden farklı olarak, Meraklı Adamın 10 Günü’nde film noir havası belirgin şekilde eksik. İlk iki film, karanlık ve kasvetli atmosferleriyle suç temalı hikâyeye derin bir dramatik yoğunluk katmışken, bu son film o tipik film noir ögelerinden uzaklaşıyor. Siyah-beyaz, kasvetli tonlar yerine daha aydınlık bir İstanbul sunuluyor ve karakterlerin içsel çatışmaları yerine dışsal olaylar ön plana çıkıyor. Hikâyenin ilerleyişi, karanlık bir suç dünyasında kaybolmuş bir dedektifin içsel çatışmalarıyla derinleşmek yerine, daha kurgusal bir karakter üzerinden bir maceraya dönüşüyor. Sadık Adil Öçal’ın filmin sonlarına doğru adeta Ercüment Çözer’e dönüşmesi de bu dönüşümün bir yansıması. Sonuç olarak, izleyiciyi önceki filmlerdeki derin, duygusal çalkantılardan çok, yüzeysel bir keşfe yönlendiriyor.
Sonuç olarak, Meraklı Adamın 10 Günü, güçlü oyuncu kadrosu ve dikkat çekici atmosferiyle dikkat çekiyor. İstanbul’u farklı açılardan sunarak izleyicisine taze bir deneyim vaat ederken, dinamik performanslar da filme enerji katıyor. Ancak, bazı klişe unsurlar ve kadın karakterlerin daha derinlemesine işlenmemesi, hikâyenin potansiyelini tam anlamıyla ortaya koymasına engel oluyor. Yine de, bu üçlemenin son filmi, izleyicisini heyecan verici bir maceraya sürüklüyor ve kapanışını yapıyor. Meraklı Adamın 10 Günü artık Netflix’te yayında, heyecanlı bekleyiş sona erdi. İyi seyirler!
Meraklı Adamın 10 Günü: Bir Üçlemenin Finali!