Anasayfa İncelemelerFilm İncelemeleri Hereditary: Kaybın ve Travmanın Hayaleti

Hereditary: Kaybın ve Travmanın Hayaleti

Hereditary: Kaybın ve Travmanın Hayaleti

Yazar: Ceren Güleroğlu

Hereditary: Kaybın ve Travmanın Hayaleti

Yönetmeni Ari Aster olan 2018 Amerikan yapımı Hereditary, vizyona girdiğinden beri en çok konuşulan korku yapımları arasında yerini aldı. Henüz izlemeyenler varsa diye söylüyorum,  klişe bir konunun bu kadar eşsiz bir üslupla anlatıldığına şaşırabilirsiniz. En azından benim kendi fikrim bu yönde. Eleştirmenlerce Ari Aster’in çalışmaları, son zamanlarda korku türünde büyüyen bir eğilim olan, daha yavaş, daha incelikli bir yaklaşımın lehine, korku türünün Hollywood anlatısının kalıplaşmış geleneklerini reddeden somut bir hali olarak görülüyor.

Genellikle, “nitelikli korku” (elevated horror) olarak adlandırılan, korku türünün alt türü çerçevesinde incelenen Ari Aster, Robert Eggers vb. yönetmenlerin yapımları korku türünün ‘sanatsallaştırılmış’ hali olarak görüldüğünden, özellikle ‘entelektüel’ kitleyi hedef aldığı düşünülüyor, ki bence bu, bir etikete başka bir etiket daha ekleyip gereksiz yere güç ilişkisi yaratan bir yaklaşım. Böyle olmasının sebebi bu yapımların anlaşılabilmesi için belli bir kültürel birikime sahip olmak gerektiğidir, yani korku deyip de geçmemek lazımmış, ki ben yine katılmıyorum; çünkü böyle bir ayrım yaratarak seyircide önyargıya sebep olmaya ne gerek var? Bir yandan da alt tür bağlamından bağımsız olarak düşünüldüğünde bir filmi ‘kaliteli’ yapan nedir tartışılırken, bir ‘korku’ filmini ‘kaliteli’ yapan nedir daha çok tartışılabilir. Kültürel birikimi olan bir seyirci zaten her şeyin bariz olduğu bir yapımda bile farklı anlamlar çıkarabilir ya da birikimi olmayan bir seyirci en bariz olanı bile görmeyebilir. Benim fikrime göre bu durum, ‘iyi’ korkuyu iyi yapan net bir kriter olmak için fazla öznel.

Bunlar bir yana, konuya dönecek olursak, bu alt türe dahil olan en iyi yapımlardan biri Hereditary olabilir. Filmin karışık ve fazla detaylı bir anlatı yapısı olduğu için biraz detaylı çözümlemek gerektiğini düşünüyorum. Hereditary, temelde, aile dinamiği içindeki her bir üyenin dahil olduğu travmatik bir olayın ve kaybın etkisiyle uğraşırken dağılan bir ailenin hikayesini anlatan bir film. Kayıp kavramı burada görecelidir. Örneğin, sevdiğimiz biri öldüğünde, yaşamını kaybetmesi elbette hayatını kaybeden kişi tarafından hissedilmez, kaybın tüm boyutu, ölen kişiyi yakından tanıyan, ancak hayatta kalan kişiler tarafından hissedilir. Bu bağlamda, ölen kişinin kendi başına hayatını kaybetmediği, ancak varlığının kaybının hayatta kalan ve onu seven ya da önemseyen kişiler tarafından çok fazla hissedildiği söylenebilir.

Filmde ailenin içinde yaşadığı dünyaya hafıza kavramı hakimdir. Başlığın kendisi sadece fiziksel kalıtımla değil, aynı zamanda bir tür ‘genetik’ hafızayla da paralellikler taşır. Kalıtsallığın tanımlayacak olursak, bir özelliğin veya hastalığın genetik faktörler tarafından belirlenmesi ve bu nedenle ebeveynlerden çocuklarına veya torunlarına aktarımasıdır. Bu tanımın ardındaki anlam, Hereditary‘nin alt metnine işlemiştir. Filmde tasvir edilen aile, nihayetinde eski nesillere de sirayet etmiş olan sorunlarla uğraşmak zorunda kalır. Eski neslin günahları nihayetinde onlara da musallat olur. Yapım, özünde bir tür kolektif, nesiller arası ailesel hafızanın hakim olduğu bir hikayedir. Filmin ana karakterleri kayıp aile üyelerinin anılarına gereğinden fazla tutunur ve doğaüstü varlıkların kendilerinden ziyade aileye musallat olmak için geri dönen bu anılardır.

Hereditary, başkarakter Ellie’nin annesi Ellen Leigh’in ölümünü anlatan yerel bir gazetede yayınlanacak ölüm ilanına atıfta bulunan bir ara başlıkla açılıyor. Yönetmen Ari Aster, ilmek ilmek işlediği detaylarla izleyicinin bilinçaltına, tanık olmak üzere olduğumuz şeyin aslında gerçekte olan şey olmadığı ve filmin, ailesini kaybetmenin travmasını yaşayan ya da belki de dağılan aile dinamiğinin yasını tutan bir bireyin iç dünyasının bir temsili olduğu fikrini yerleştiriyor.

Yapım, Annie’nin kaybettiği annesinin cenazesiyle başlar. Daha ilk etapta bir yas ve keder olgusu oluşturulur. Annie, annesinin vefatının travmasını atlatabilmek için yasla mücadele eden insanların bir araya geldiği ve bunun hakkında konuştukları bir danışmanlık toplantısına gider, bu noktada keder ve bağımlılık kavramları çarpışmaya başlar. Annie’nin travmatik aile geçmişini, özellikle de aile bireylerinin akıl hastalığıyla mücadelelerini anlatmaya başladığı yerde bu çarpışma netleşir. Birinin keder bağımlısı olduğunu söylemek garip olabilir fakat Annie’nin sürekli bir keder halinde olmak için yaşadığını ve belki de bundan zevk aldığını görmek mümkün. Annie, kızı Charlie’nin ölümünün ardından daha da kötü bir noktaya gelir ve iyileşmeye çalışmaktansa kızının ölüm anının detaylı bir maketini yapar ve yas tutmaya olan bağımlılığı burada açıkça görülebilir.

Hereditary, keder ve travmanın insan psikolojisi üzerindeki etkilerini incelemesinin yanı sıra, temsil meseleleriyle de ilgileniyor. Filmin pazarlama materyalinde, ana “antagonist”in kızı Charlie olduğu vurgulanıyor. Bununla birlikte, Charlie karakterinin ve yaşadığı çilenin, yani şiddetle ölmesinin ve ardından ruhunun erkek kardeşinin bedenine yerleştirilmesinin, modern toplumdaki kadınlığın bir temsili olup olmadığı net değildir fakat bu şekilde yorumlanmaya açıktır. Cinsiyet temsillerinin problemli yapısı filmde analiz ediliyor. Ancak bu analiz doğaüstü bir varlık olan Kral Paimon aracılığıyla anlatılıyor.

Filmin sonlarına doğru Annie, annesinin kitaplarından birinde Paimon’un kim ve ne olduğunu öğrendiğimiz bir pasaj bulur. Pasajda “Paimon erkek bir varlıktır ve bu nedenle bir erkek bedenine göz dikmiştir” yazmaktadır. Charlie, Peter’ın, yani bir erkeğin bedenine girdiğinde, hem tarikat hem de iblisin kendisi için kabul edilebilir hale gelir. Bunun, modern toplumda sistemin devamlılığını sağlamak için biyolojik farklılıkları lehine kullanmasına yönelik bir yorum olduğu söylenebilir. Filmin bu olay çevresinde geliştiği baz alınarak, modern dünyada bir kadının ciddiye alınabilmesi için bir erkek gibi davranması gerektiği, aksi takdirde ne kişisel ne de iş ilişkilerinde ciddiye alınmayacağından bahsediyor olabilir. Hereditary bu açıdan değerlendirildiğinde ciddiye alınması gereken bir yapım; çünkü toplumsal cinsiyetin eleştirilmesi bırakın korku filmlerini, ana akım filmlerinin çoğunda tartışılan bir konu değildir ve Hereditary‘nin toplumsal cinsiyet temsillerindeki problematik yapıyı ele alış biçimi pek çok LGBT yapımına kıyasla politik bir yorum niteliğindedir.

Asıl olay Charlie’nin ölümü olduğu için o ana kadar olanların hepsi de bu ölümü temsil ediyor. Kardeşi Peter ile bir partiye gittikten sonra Charlie yanlışlıkla fındık yer ve alerjik reaksiyon göstermeye başlar. Eve dönerlerken Peter, Charlie’nin başını camdan çıkarıp nefes almaya çalışmasına tepki olarak hız sınırını aşmaya başlar. Ancak birdenbire Peter yoldaki ölü bir geyikten kaçınmak için direksiyonu kırmak zorunda kalır ve bu da Charlie’nin bir lamba direği tarafından başının kesilmesine neden olur. İkinci perdenin geri kalanı, Charlie’nin kaybıyla başa çıkmaya çalışan diğer aile üyelerine odaklanır. Hafızanın yinelenmesi ön plana çıktığında, özellikle Peter’ın durumunda, tekrarlayan keder ve travma döngülerine yol açmaya hizmet eder. Daha sonra Annie ve Peter’ın Charlie’nin ölümünden birbirlerini sorumlu tutmaya çalıştıkları şiddetli bir tartışmanın yaşandığı bir yemek masası sahnesi ortaya çıkar. Karakterler Charlie’nin ölümü için birbirlerini suçlamaya başlar. Annie Peter’ın suçlu olduğuna inanırken Peter da aynı şekilde Annie’nin suçlu olduğuna inanır. Peter, kız kardeşinin ölümüne doğrudan katkıda bulunan kişi olduğu için açıkça suçlu hissederken, tüm senaryoyu Annie’den tamamen farklı bir açıdan anımsar. Peter sadece Charlie’nin ölümünü değil, ona yol açan tüm olayları hatırlamayı seçtiği için çok daha geniş bir ölçekte travmatize olur. Peter’ın bakış açısından öznellik, suçu üzerine atacak birini ararken ortaya çıkar. Peter’ın bakış açısına göre kendisi hatalı değildir, çünkü Annie’nin önceden müdahalesi olmasaydı Charlie arabada olmazdı.

Filmin kalanında hafıza ve travma vurgusunun yoğunlaşmasıyla akış birdenbire değişiyor. Psikolojik gerilimin hakim olduğu ilk yarıdan ele geçirilme korkusuna geçiş ani oluyor. Annie, okült dünyasına dalmaya başlar ve Charlie ile öbür dünyada iletişim kurabilmeyi takıntı haline getirir. Bu sayede Charlie’yi hayattayken olduğu gibi sessiz, tuhaf bir kız olarak değil, intikamcı bir ruh olarak geri getirmeyi başarır. Sanki yaşadığı deneyimin anısı ailesini algılama biçimini değiştirmiş ve bu anı, kendisini içinde bulduğu duruma soktukları için onlardan intikam almasına neden olmuş gibidir. İşte bu noktada kayıp fikri ön plana çıkıyor. Charlie öldüğünde hayatını kaybettiğinin farkında değilken fiziksel dünyaya geri çağrıldığında neyi kaybettiğinin farkına varır ve bu durum kişiliğini değiştirir.

Sonuç olarak, Hereditary’de hafıza tüm yapımın temelini oluşturuyor. Hafıza, ana karakterlerde hüküm sürüyor ve filmin olay örgüsünü önemli ölçüde etkiliyor. Yönetmen, belleğe ve yasa bağlı tema ve fikirlerle cinsiyet temsillerini eleştiriyor ve bunu pek çok açıdan başarılı bir şekilde yapıyor. Her izlenildiğinde farklı detaylar yakalatan, sayılamayacak kadar çok sembol ve alt metin kullanan Aster, filmin sonunda mantıklı tek bir açıklama sunmuyor ve bunu izleyene bırakıyor. Ben de her detayı açıklamadan sizlere bırakıyor ve iyi seyirler diliyorum.

Hereditary: Kaybın ve Travmanın Hayaleti

 

Bunlar da ilginizi çekebilir

Yorum Yap

Bu internet sitesinde, kullanıcı deneyimini geliştirmek ve internet sitesinin verimli çalışmasını sağlamak amacıyla çerezler kullanılmaktadır. Bu internet sitesini kullanarak bu çerezlerin kullanılmasını kabul etmiş olursunuz. Kabul Et Daha Fazlası...