Anasayfa İncelemelerBelgesel İncelemeleri Break Point: Görkemli Tenis Dünyasına İçerden Bir Bakış

Break Point: Görkemli Tenis Dünyasına İçerden Bir Bakış

Yazar: Ceren Tunalı

Break Point: Görkemli Tenis Dünyasına İçerden Bir Bakış

Tenis severlerin heyecanla beklediği Break Point’in ilk kısmı 13 Ocak itibariyle Netflix’te yayınlandı. Anlattığı hikayeler, çekimler, röportajlar ve özenli kurgusuyla izleyiciler için doyurucu bir deneyime dönüşen yapımın yayın tarihinin Avustralya Açık’tan birkaç gün önce olması iyi bir seçim olmuş. Herkesin gözü hali hazırda Avustralya Açık’tayken aradaki zamanı Break Point izleyerek geçirmek oldukça iyi bir tercih olabilir. En azından benim için öyle oldu..

Özellikle daha genç jenerasyon tenisçileri mercek altına alan bu belgesel dizi, sporcuların kişisel deneyimlerine de ışık tutuyor. Her bölüm farklı sporcuları merkezine alan ve bu sporcuların kariyerlerinde önemli dönüm noktaları olan anları anlatan belgesel dizinin ilk kısmı 5 bölümden oluşuyor. Dört Grand Slam ve önemli Masters 1000 turnuvalarında gerçekleştirilen çekimler, stüdyoda yapılan röportajlarla birleştirilmiş. Bu röportajlar sadece o bölümdeki sporcularla değil, tenis camiasının önde gelen isimleriyle de gerçekleştirilmiş. Emekli sporcular, koçlar, spor yazarlarıyla yapılan konuşmalar, izleyiciye yeni bir şey sunma konusunda oldukça başarılı olmuş. Belgesel için seçilen isimlerin yeni neslin önemli temsilcileri olmasıyla beraber, bazı sporcuların eksikliği hissediliyor. Yeni jenerasyonun en çok korkulan isimlerinden biri olan Daniil Medvedev, Kyrgios’un kötü çocuk tahtını sallamaya niyetli Stefanos Tsitsipas, tenisin yeni altın çocuğu Carlos Alcaraz ve kadınların korkulu rüyası Iga Swiatek’i gözler aramıyor değil.

İlk beş bölüm, her yeni yılın ilk Grand Slami Avustralya Açık, daha sonra toprak sezonunda önemli Masters 1000 turnuvalarından olan Indian Wells ve Madrid Open’da yaşanan olayları konu alıyor. Sporcuların bu yolculuklarını izlerken, bir yandan da aileleri, arkadaşları ve teknik ekiplerini de dinleme şansı buluyoruz. Her sporcunun çocukluktan itibaren yaşadıklarının kısa özetini sunan bölümler; zaman zaman ne kadar zorlandıklarını ve yeteneklerinin aslında lanetleri olabileceğini de gözler önüne seriyor.

Sırasıyla Nick Kyrgios, Matteo Berretini, Ajla Tomljanovic, Taylor Fritz, Maria Sakkari, Paula Badosa, Ons Jabeur, Félix Auger-Aliassime ve Casper Ruud’un turnuvalar boyunca yaşadıklarını merkeze alan bölümler, her ismin başarısının veya başarısızlığının sebeplerini anlatıyor. Tenis tarihinin belki de en sevilmeyen oyunculardan biri olan Nick Kyrgios aslında hiçbir zaman tenisi önceliği olarak görmemiş. Son 10 yılın en yetenekli tenisçilerinden biri olmasına rağmen büyük kupalara ulaşamaması da bundan kaynaklanıyor. Stres yönetimi ve öfke problemleri yaşayan Nick, en yakın arkadaşı Thanasi Kokkinakis ile takım olmaya karar verdiğinde ise ondan aldığı destek ile birlikte Avustralya Açık çiftler kupasını kazanmaları başta kendileri olmak üzere herkesi şaşırtıyor.

Serinin ilerleyen bölümlerinde, Mateo ve Ajla’nın ilişkisini, Matteo’nun başarıya ulaşmak için baskıya ihtiyaç duymasını ve rahatlığının aslında bir noktadan sonra onu ketleyen bir özellik olduğunu izliyoruz. Daha sonra Taylor’ın disiplini,hiç bitmeyen inadı ve inancı ile sakatlığına rağmen kendi evinde kupaya uzanmasına ve bunun aksine yine kendi evindeki turnuvada hissettiği ağır yük yüzünden erken elenen Paula Badosa’nın depresyon ile mücadelesine tanık oluyoruz. Bu durum aynı koşulların bazı sporcular için motivasyon kaynağı oluştururken, bazıları için ise baskı oluşturduğunu gözler önüne seriyor. Masters 1000 kazanan ilk Arap kadın olan Tunus doğumlu Ons Jabeur’un, azmi ve ailesinin desteği ile şimdilerde en çok korkulan tenisçilerden birine dönüşmesinin hikayesi ise oldukça ilham verici. Bunların yanı sıra Maria Sakkari’nin stres yönetimi ile ilgili problemleri, Felix ve Casper’in ise Rafael Nadal’ın gölgesiyle uğraşmak zorunda olması başarısızlıklarını kaçınılmaz kılıyor.

Çoğunlukla sevilen genç isimlere yer veren yapım, tenisin ne kadar zorlayıcı ve kişilerin psikolojileri üzerinde ne kadar etkisi olan bir spor olduğunu net bir şekilde gösteriyor. Özellikle ‘Büyük Üçlü’ olarak adlandırılan Rafael Nadal, Novak Djokovic ve Roger Federer’in yeni nesil erkek tenisçiler üzerinde kurduğu dominasyonun genç sporcuların üzerinde büyük bir baskı yarattığı sık sık dile getirilen ana konulardan biri. Bununla birlikte, Williams kardeşler ve Sharapova döneminden sonra kadın tenisindeki istikrarsızlık, zaten kişiler için zaman zaman oldukça yıpratıcı olan bu spor dalının daha çok zorlayıcı deneyimlere yol açmasına sebep oluyor. Özellikle Grand Slamlerde varlık gösteremeyen sporcuların tek gayesi ise bir gün o kupalardan birini kaldırmak.

Break Point: Görkemli Tenis Dünyasına İçerden Bir Bakış

Bunlar da ilginizi çekebilir

Yorum Yap

Bu internet sitesinde, kullanıcı deneyimini geliştirmek ve internet sitesinin verimli çalışmasını sağlamak amacıyla çerezler kullanılmaktadır. Bu internet sitesini kullanarak bu çerezlerin kullanılmasını kabul etmiş olursunuz. Kabul Et Daha Fazlası...