Anasayfa Köşe YazılarıDehşet Bey: Aidiyetler ve Toplum Üzerine

Dehşet Bey: Aidiyetler ve Toplum Üzerine

Yazar: Tolga Taşan
Dehşet Bey: Aidiyetler ve Toplum Üzerine
Dehşet Bey: Aidiyetler ve Toplum Üzerine

İnsan nereye aittir? Mekânlara mı? Kişilere mi? Fikirlere mi? Kavramlara mı? Kendine mi?
Geçtiğimiz yıllara geri dönüp baktığımızda biz, aynı ait olduğumuz yerde miyiz?
21 Ekim tarihinde hayatımıza giren Dehşet Bey bize bunları sorgulamak için bir alan açmışken, gelin biraz bunun üzerine konuşalım.

Siz buna bir inceleme ya da köşe yazısı diyebilirsiniz; ben “iç dökme” diyorum.

Mehmet Ada Öztekin’in yönetmenliğini, Murat Menteş’in ise senaristliğini üstlendiği; kadrosunda Barış Arduç, Tuba Büyüküstün, Musa Uzunlar, Yıldıray Şahinler, Saygın Soysal, Dolunay Soysert, Onur Özaydın ve Cemal Toktaş gibi — üçe beşe bölseniz yeni filmler çıkarabileceğiniz — inanılmaz oyuncular bulunan Dehşet Bey; sürpriz bir rolle karşımıza çıkan Kaan Çaydamlı, Sarp Akkaya ve filmdeki işlevini tam bilmesek de Erol Egemen’le de destekleniyor.

Dehşet Bey: Aidiyetler ve Toplum Üzerine

Dehşet Bey: Aidiyetler ve Toplum Üzerine

Fedailer Ocağı isimli bir organizasyona bağlı, gözü kara bir suikastçı olan Dehşet Engiz’in hikâyesini izlediğimiz Dehşet Bey, esasen bir çizgi roman uyarlaması. Murat Menteş’in kaleminden ve M. K. Perker’in çizgilerinden çıkan bu kısa süreli çizgi seriden doğan karakter, alışık olduğumuz stereotiplerin dışında bir anti-kahraman portresi önümüze koyuyor.

Dehşet, azılı bir katil olmasının ve esasen sorgulamaya mahal vermeyen bir örgütle çalışmasının yanında entelektüel bir yapıya sahip. Thomas Hobbes, Hermann Hesse, Jean Baudrillard, Kemal Tahir okuyor. Sorgulayan bir akla sahip; sorgulayan bir akla sahip herkeste olduğu gibi, sorguladığı yerden sınav olması da gecikmiyor.

Çocuk yaşta bünyesine katıldığı Fedailer Ocağı “milliyetçi” bir örgüt. Katı kuralları olan, teamüllerle ilerleyen bir yapısı var. Dehşet gibi yetim çocukları yetiştirerek ve aslında onlara bir aidiyet sunarak kullanan bir sistemle çalışıyorlar. Dövüşeceği davadan sevişeceği kadına kadar ince eleyip sık dokuyan bu örgüt, kendinden başka bir aidiyete ise kesinlikle müsamahalı değil. Tıpkı Sparta’nın Agoge’si, Osmanlı’nın Yeniçerileri ya da Somali’de El-Şebab, El Salvador’da Mara Salvatrucha gibi.

Dehşet Bey: Aidiyetler ve Toplum Üzerine

Dehşet Bey: Aidiyetler ve Toplum Üzerine

Bu gibi yapılanmaların geçmişte devlet aygıtından günümüzde terör örgütlerine veya suç şebekelerine dönüşümü kesinlikle rastlantısal değil. Toplum olarak kendi aramızda verdiğimiz sesli ve sessiz anlaşmalar, yıllar içinde kümülatif bir evrime uğradı. Öldürmenin lanetlenmesinden komşunun hakkına girmenin yaptırımına, köleliğin yasaklanmasından kadınlara haklar sağlanmasına kadar medeniyet geniş bir yelpazede ilerlerken, bu görece arkaik yöntem de yıllar içinde kendine farklı formlarda yer buldu.

Gücü elinde tutanın güdümünde kimi zaman “devlet bekası” için padişah zindana atıldı; kimi zaman “din adına” Ankara Garı’nda eylemciler bombalandı. Kimi zaman da “devlet için, dağ aslanları gibi mücadele edip” birilerinin “vatan haini” olduğuna karar verildi ve ortadan kaldırılmaya çalışıldı. Tıpkı Dehşet Bey’de de olduğu gibi.

Burada bir “vijilantizm” parantezi açmamız gerekiyor. Filmde de geniş yer tutan vijilantizm, “kanunu kendi eline almak” olarak nitelendirilebilir. “İhkak-ı hak” olarak da geçmiş kültürümüzde yerini almış bu davranış biçimi; kolluk ya da devlet yargısı olmadan, kişi veya grupların kendi adaletlerini sağlamalarına deniyor. Popüler kültürde Batman, Punisher gibi kahramanlarca yüceltilen bu patern, bizlere geçmiş atalarımızdan miras kalan travmalarımızın birer yansıması aslında.

Güvensizlik hissiyle göbek bağı olan bu olgu, sosyoekonomik durumla doğrudan ilintili. Zenginin adaletinin kamunun adaletinin önüne geçtiği yerlerde doğan eşitsizlikler, suçu doğrudan artırmakla birlikte; sermaye sahiplerinin suçu bir araç olarak kullanıp sermayenin toplumda dağılımının önüne koyduğu ket ile daha çok suçlu ve mağdur türetilmekte, her iki durumda da (yani bir organizasyona dâhil edilmekte ve suça yatkın vijilantlar üretmekle) sermaye sahiplerinin bireyi araç olarak kullanması hedeflenmektedir.

Örneklemek gerekirse, gündemde sıkça duymaya alışık olduğumuz suça sürüklenen çocuklar bu önermenin tam ortasında bulunan özneler olarak karşımıza çıkıyor. Robert K. Merton’un Gerilim Teorisi olarak adlandırdığı bu sosyolojik fenomene göre, “Bireyler kültürel hedefleri benimser; ancak yasal araçlara erişemediklerinde, hedefe ulaşmak için yasa dışı yollara (suça) başvururlar.” Yetim, fakir ve marjinalleştirilmiş çocukların mafya veya çetelere katılma motivasyonu, büyük ölçüde bu yapısal gerilimin bir sonucudur.

Bir kişi “suçlu” olarak etiketlendiğinde ise toplum onu reddeder (iş, eğitim, sosyal çevre). Bu dışlanma, bireyin yasal yollara geri dönme şansını azaltır ve onu gerçekten de suçlu kimliğini benimsemeye iter. Howard S. Becker’in Hariciler kitabında bahsettiği “kendini gerçekleştiren kehanet” olarak tanımlayabileceğimiz bu durumla birlikte suça itilme, Dehşet karakteri için de bir kimlik unsuru olarak yer tutuyor.

Dahası, o bunu Thomas Hobbes’un fikirleriyle; “Hayatın yoksul, acımasız ve kısa oluşu”, “Yaptığımız iyiliklerin kötülüğü ayakta tuttuğu” şeklinde ifade ediyor. Leviathan kitabında Hobbes şöyle der: “Zulüm, adaletin diğer biçimidir.” Dehşet’in de özellikle filmin başlarında bu ideolojiyi içselleştirdiği yadsınamaz.

Hayatı boyunca belki de bir aile ferdi olarak içinde yer aldığı Fedailer Ocağı, verdiği görevlerle Dehşet’i nitelikli bir katile dönüştürürken; bireysel özgürlüğünü beş yıl geçirdiği hapishanede buluyor. İçeride edindiği birikim ve kişisel gelişimle yeni bir benlik kazansa da, dışarıda aidiyetini Fedailer Ocağı’nda sürdürmeye — belki ettiği yeminden, belki aile gibi görmesinden, belki ölüm korkusundan ya da gidecek başka bir yer bilmediğinden — devam ediyor. Ta ki hayatının sınavı karşısına çıkana kadar.

Dehşet Bey: Aidiyetler ve Toplum Üzerine

Dehşet Bey: Aidiyetler ve Toplum Üzerine

Harun Hürriyet, vijilantizm üzerine yazdığı bir kitapla toplumda gördüğü sorunlu bir yönü dile getiren; aydın, entelektüel bir yazar. Dehşet ile yollarının kesişmesi de bu kitabı, temsiliyeti ve hatta yaşayış biçimi nedeniyle Fedailer Ocağı’nca ölüm emrinin verilmesiyle oluyor. Bu rastlantı, dilimize zoraki yerleştirildiğini düşündüğüm “farklı mahalleler” kalıbında servis ediliyor olsa da ikilinin benzerlikleri oldukça fazla.

Dehşet’in Harun Hürriyet ile tanışmasına ve belki de sorgusuz gelecek ölümünün ertelenmesine vesile olan Abide Hürriyet’e bu noktada değinelim. Dehşet’i insan olarak tanıma fırsatımız olan Abide ve Harun ile sahnelerinde Dehşet’in aidiyetini sorguladığını görüyoruz. Her ne kadar adıyla müsemma güzellikte birine duyulan yasak aşk mevzu bahis olsa da Abide, Dehşet için romantik bir alakadan fazlasını — hayata yeniden dönüşünü — ifade ediyor.

Dehşet, Harun’un suikastını erteledikçe onu daha çok tanıma fırsatı buluyor. Harun da Abide’ye sevgi dolu gözlerle bakıyor; kendisi gibi kedi besliyor, hayatı düşünüyor ve üzerine kazınan etiketlerle yaşıyor. Dehşet ne kadar vatanperver, dinine milletine bağlı biriyse; Harun o kadar anarşist, ateist, vatan haini, elitist… Dehşet bir gece Harun’u öldürmek için evine girdiğinde namaz kıldığını görüyor. Bu duruma anlam veremeyip kendisine de inancını sorduğunda, inançsız olduğuna dair bir yanıt alıyor.

Dehşet Bey: Aidiyetler ve Toplum Üzerine

Dehşet Bey: Aidiyetler ve Toplum Üzerine

“İbadetin gizli olanı makbuldür” sözünü illa ki duymuşsunuzdur. Peki, bütün inanç ve yaşayış biçimini diğer insanlardan gizlemeyi uygun gören Melamilik ile ilgili bilginiz var mıydı? Açıkçası ben kelime olarak duysam da filmle birlikte üzerine araştırdığım bir konu oldu. Kısacası, öncelikle iyi bir insan olmayı öğütleyen bu anlayışta kişi dinini, günahını ve sevabını içinde yaşar. Yaratan ile kul arasına gösterişin ya da şahidin girmesini istemezler.

Harun’un dışarıdan görünen etiketlerinin dışında yaşadığı hayat ile Dehşet de kendini sorguluyor. Peki, Dehşet kim? Yetim mi? Fedai mi? İşçi mi? Katil mi? Bu sorgulamanın kırılma anı da bir zırh gibi üstüne giydiği “vijilant” etiketiyle yüzleşmesi oluyor. Uğruna mücadele ettiği değerlerin arkasında yükselen inşaat firmasını, bozulmuş tarihi yapıların arasındaki çamur kaplı yolları, verilen yeminlerin bozulduğu aidiyet bağlarını ve belki daha fazlasını, arada başka bir simülakr olmadan görüyor.

Dehşet Bey: Türk İşi John Wick Denemesi

Dehşet Bey: Aidiyetler ve Toplum Üzerine

Toparlayalım; Dehşet Bey, her ne kadar bahsetmesem de iyi oyunculukları olan, çizgi roman estetiğinde karelere ve güzel bir akışa sahip, seyir zevki yüksek bir iş olarak karşımıza çıkıyor.

Toplumsal olgulara dair söyleyecek bir şeyleri olan bir yapım görmenin tatminiyle ben filmi keyifle seyrettim.

Birinin aidiyetinin bir diğerinin aidiyetine zarar vermediği güzel bir dünya dileğiyle yazımı sonlandırıyorum.

Siz buna iyi niyet ya da naiflik diyebilirsiniz; ben “hatasız kul olmaz” diyorum.

Dehşet Bey: Aidiyetler ve Toplum Üzerine

Bunlar da ilginizi çekebilir

Yorum Yap

Bu internet sitesinde, kullanıcı deneyimini geliştirmek ve internet sitesinin verimli çalışmasını sağlamak amacıyla çerezler kullanılmaktadır. Bu internet sitesini kullanarak bu çerezlerin kullanılmasını kabul etmiş olursunuz. Kabul Et Daha Fazlası...