WolfWalkers: Film İncelemesi / Apple TV+
30 Ekim 2020’de 45. Toronto Uluslararası Film Festivalinde prömiyerini yapan, daha sonra da gösterime girdiği her organizasyonda eleştirmenlerden tam puan alan, İrlandalı animasyon stüdyosu Cartoon Saloon tarafından yapımcılığı üstlenilmiş WolfWalkers geçtiğimiz cuma (11 Aralık 2020) Apple TV+ filmleri arasında da yayınlandı.
WolfWalkers’ın aynı zamanda yönetmeni de olan ve hatta Cartoon Saloon’un kurucu ortaklarından, yıllarca Oscar savaşında boy gösterdiği diğer animasyon filmleriyle bildiğimiz Tomm Moore ve bir süre önce terfi eden, yönetmenlikte de filme ortaklık eden Ross Stewart tarafından oluşturulan hikayesinin kökenleri, basit bir deyişle Kelt politeizminin yani Demir Çağında yaşamış Keltlerin ve Galyalıların benimsediği çok tanrılı dinin mitolojisine dayanıyor.
Hikayemizi biraz daha yakın kadraja aldığımızda; eş ve aynı zamanda bir annenin ölümüyle büyük bir kayıp yaşamış, birbirini çok seven baba-kızın hayatta kalma mücadelesiyle biraz buruk başlıyoruz. Bu burukluk yer yer bizi güldüren anlara şahit olsa da film boyu artarak devam ediyor ve bir noktada artık gözlerimizden akan yaşlarımıza engel olamıyor, kendimizi bu rengarenk çizgilerin arasında üç boyutlu bile olmayan koca bir dramın kucağında buluveriyoruz.
Filmimiz, yaşadıkları köyün en iyi kurt avcısı olan Bill’in (Sean Bean) hayattaki tek hayali babası gibi olmak olan kızı Robyn Goodfellowe’u (Honor Kneafsey) merkezine alıyor. Robyn, cesur ve kararlı olduğu kadar özgürlüğüne de düşkün bir karakter. Öyle ki, güvenilir şahini Merlin ile birlikte, “Koruyucu Lord” tarafından doğaüstü güçleri olan kurtlardan kurtulmak için ava gitmek için görevlendirilmiş babasını, o avdayken evde kalmasını tembihlese de dinlemiyor ve peşinden gidiyor. “Koruyucu Lord” dedikleri Oliver Cromwell (Simon McBurney) tarih boyu gördüğümüz diktatör yöneticilerden pek bir farkını göremediğimiz kötü bir karakter. Burada Simon McBurney’nin de hakkını teslim etmemek olmaz, sesini bu kadar iyi kullanamasa “Koruyucu Lord” nefretimizi bu kadar iyi kazanamazdı diye düşünmeden edemiyorum.
Başrolümüz Robyn’in atıldığı maceralar sayesinde görüyoruz ki her toplumda her kültürde olduğu gibi izlediğimiz kasabada da halk ve yöneticiler kendine benzemeyenden, tanımlayamadığından hemen korkup kafasında “kötü, düşman, öcü” şeklinde kodlamaya eğilimli olduğu için gardını almış hatta avcılıklarını sadece bu bilmedikleri canlılar üzerine kurmuş durumdadır. Robyn, bu uyumadığı zamanlarda diğer insanlar gibi görünüp uyurken kurt görünümüne kavuşan doğaüstü güçlere, komplike reflekslere ve duyulara sahip canlılarla tanıştıktan sonra özellikle de gizlice gittiği ormanda yaşayan Mebh MacTire (Eva Whittaker) en iyi arkadaşı olduktan sonra, işlerin hiç de kasabadakilerin düşündüğü gibi olmadığını anlamakla beraber kendi hayatında da büyük bir dönüşüm geçiriyor.
Rahmetli karısına verdiği sözü tutmayı, kızını gelebilecek her türlü kötülükten korumayı görev edinmiş bir babayı, ilerleyen sahnelerde gördüğümüz kız kardeşlik ilişkilerini, Mebh ve annesi arasındaki kuvvetli bağın dinamizmini bozmadan duygu dolu aktaran filmin ailevi bağlar konusunda hafif geleneksel kalmış ama yine de samimi olduğunu hissedebildiğimiz bir içerik paketi var. Bizi bardaktan boşanırcasına ağlatmasının bu samimiyetten kaynaklandığını da belirtmeliyim sanırım.
Will Collins’in basit ve öz senaryosu da doğru önermelerin hiçbir engele takılmaksızın izleyiciye geçmesine büyük katkı sağlıyor. Zaten bence bu filmin en büyük cazibesi de bu basitlik. Aynı durumu görsel tasarım ve efektler için de rahatlıkla söyleyebilirim.
Animasyonlar arasında günümüz teknolojisiyle o şaşaalı grafiklere, hacimli görsellere, her rengin, her imkanın sonsuz kullanıldığı illüzyonlara alışmış gözlerimiz bu filmdeki belki de en çok, gördüğü bu sadelik ve basitlikle nefes alıyor.
Film, her sahnesi gür illüstrasyonlu bir hikaye kitabı gibi görünmesinin yanında kullanılan sarı, yeşil, turuncu ombrelerle kocaman bir sonbahar paletinin içine atıyor seyirciyi. Ayrıca her çizim en ince ayrıntısına kadar düşünüldüğünü hissettiriyor. Robyn’in yaşadığı yerin katılığı, sevimsizliği, mutsuzluğu kullanılan soğuk, gri tonları renklerle adeta “ben bir hapishaneyim” diye bağırıyor. Mebh’in ormanı ise yemyeşil uçsuz bucaksız kıvrım kıvrım bir özgürlüğün iki boyutlu yapılabilecek en iyi tasviri gibi.
WolfWalkers; eskinin içinde yeninin güzelliğini gösterebilen, yer yer zıtlıklarıyla büyülendiğimiz, görseliyle gözlerimizi keyifli bir yolculuğa çıkaran, duygu dolu ve samimi bir yapım. Cartoon Saloon izleyiciye bir animasyondan beklenen her şeyi hatta fazlasını vererek, ödül sezonunda da karşılığını almasını umduğumuz, bu dünyada bize hala duygularımızın olduğunu hatırlatan nadir işlerden birine imza atıyor.
WolfWalkers: Film İncelemesi / Apple TV+
Aylin Şahin’in Diğer Yazıları İçin Tıklayın.