Anasayfa İncelemelerFilm İncelemeleri The Penguin Lessons: Sevgi Sessizliği Bozar

The Penguin Lessons: Sevgi Sessizliği Bozar

Yazar: Ömer Acıoğlu

The Penguin Lessons: Sevgi Sessizliği Bozar

Susmak ne kadar iyidir? Hatta şöyle sorayım isterseniz: Bu dünyada her şeye karşı susmak, sessiz kalmak ne kadar iyi?
Bugün, İstanbul Film Festivali kapsamında izlediğim The Penguin Lessons filmi, tam da bize bu soruları sorduruyor ve cevapları bulduruyor. Tom Michell’ın aynı isimli anı kitabından uyarlanan bu filmin yönetmenliğini The Full Monty’nin (1997) yönetmeni Peter Cattaneo üstlenirken, senaryosu ise Philomena (Stephen Frears, 2013), Stan & Ollie (Jon S. Baird, 2018) ve The Lost King (Stephen Frears, 2022) filmlerinin senaristi Jeff Pope tarafından kaleme alındı. Başrollerde ise Steve Coogan ve Jonathan Pryce yer alıyor.

Bu film, 1976 yılında Arjantin’e çalışmaya giden ve bir pengueni bulduktan sonra hayatı değişen bir İngilizce öğretmeninin hikâyesini anlatıyor. TME Films’in Türkiye haklarını aldığı bu film, İstanbul Film Festivali kapsamında bugün, 17 ve 18 Nisan tarihlerinde gösteriliyor. Gelin, şimdi sizleri şöyle sıcak mı sıcak bir hikâyeye götürelim.

Yıl 1976. Arjantin’de, Buenos Aires’te askeri olaylar patlak vermiş, kuvvetli silah sesleri duyuluyor. O esnada, işinden başka hiçbir sorumluluğu olmayan, hafif çekingen ve apolitik bir İngiliz öğretmeni olan Tom, Buenos Aires’te siyasetten son derece uzak, kelimenin tam anlamıyla apolitik bir okula İngilizce öğretmeni olarak geliyor. Bu kutuplaşmış okulda, birbirinden huysuz 9. sınıf öğrencilerine İngilizce öğretiyor. Fakat ertesi gün, Arjantin’de askeri darbe meydana geliyor. Bu olaydan uzaklaşıp kafa dağıtmak için Uruguay’a giden Tom, petrol sızıntısına bulanmış bir penguen bulduğunda hayatı tam anlamıyla altüst oluyor.


Yazımın başında sorduğum bu sorunun cevabı, filmin diyaloglarında, toplumsal olaylarda ve filmdeki penguende saklı. Nedeni ise, bunu filmi izleyince ve filmdeki karakterleri derinlemesine inceledikçe anlayacaksınız. Peter Cattaneo, başta kamerasını Tom’un suskunluğuna ve Tom kadar apolitik olan okula, okulun müdürüne ve öğretmenlerine çeviriyor. Fakat kamerayı bizim kadar suskun ve çekingen penguene; Buenos Aires’e; darbeden haberi olan çocuklara ve yıllardır kayıp olan çocukların annelerine çevirdiğinde, biz de yavaşça önce suskunluğa, sonra da değişime dahil oluyoruz. Ama diğer yandan da Tom’daki suskunluğun sebebini anlamaya başlıyoruz.


Bu hikâye sizi çok zorlamıyor ama kolaya da kaçmıyor. Aslında hemen herkese hitap eden bir yönü var. Son derece gerçekçi ve dokunaklı hikâyesiyle sizi sarıp sarmalıyor. Her ne kadar biraz Dead Poets Society’ye benzese de, metaforuyla sizi âdeta büyülüyor ve düşündürüyor. Bir zorluğu varsa, o da 70’li yılların Arjantin’ini bilmeyenler için filmin toplumsal yönü biraz yabancı gelebilir. Ama özellikle kadınların düzene protesto ettiği bir sahne var ki, orada bizim yaşadığımız olaylarla bağdaştırabilirsiniz. Yine de sizi filme bağlamayı başarıyor. Hikâyesi ve diyalogları da, birazdan bahsedeceğim görselliği kadar sağlam.


Görselliği ise tam anlamıyla kontrast bir kişilik gibi. Kamera, Arjantin’i ve Buenos Aires’i gerçekçi bir şekilde mesken ediniyor. Sıcak pastel renk tonlarıyla içinizi ısıtırken, yakın ve uzak plan çekimlerine sahip kamera açıları ise bu sıcaklıktan sizi alıkoyuyor. Yani filmin görselliği, toplumun kendisi gibi hem soğuk hem de sıcak bir hava taşıyor. Tıpkı darbe altındaki Arjantin ve oranın güçlü ama perişan olmuş insanları gibi. Görselliği, gerçekçi, soğuk ama umut dolu bir hava taşımasıyla da Fernando Solanas’a saygı duruşunda bulunuyor.


Müziklerinde ise tam bir Arjantin esintisi hâkim. Filmde çalınan gitarlar, akordeonlar ve Latin perküsyonları; filmin umuda, haksızlığa ve kolektif güce gerçek bir ses oluyor. Sesler, müziği ve filmin hikâyesini destekler nitelikte. İlk yarısında toplumun sessizliğini duyuyor olsak da, ikinci yarısında hem penguenin hem de toplumun sesini işitmemizi sağlıyor.

Şimdi oyuncular konusuna gelelim. Çünkü oyuncular hakkında söyleyecek birkaç sözümüz var. Mesela Tom’u canlandıran Steve Coogan, dışarıdan soğuk ama içinde her zaman taşıdığı temiz kalbiyle yüreğinizi ısıtıyor. Dahası, Steve Coogan; içinde sakladığı sevgiyi ve uğruna verdiği mücadeleyi son derece güzel bir şekilde yansıtıyor. Jonathan Pryce ise, okulun kendisi kadar soğuk, apolitik, hiçbir siyasi meseleye bulaşmamış ama zamanı geldiğinde birlikte mücadele etmeye başlayan müdür rolünü kesinlikle çok iyi canlandırıyor. Onun dışında Diego rolünü canlandıran David Herrero, Finlandiyalı girişken öğretmen Tapio rolünde Björn Gustafsson ve ülkesi için mücadele eden fakat hapse atılan Sofia rolünde Alfonsina Carrocio da kendine has performanslarıyla göze çarpıyor.

Toparlamak gerekirse — çünkü hazırlamam gereken birkaç yazım daha var — The Penguin Lessons, görselliğiyle, oyunculuğuyla, müziğiyle ve pengueniyle gerçekten de sevgi ve umut dolu bir film. Bazen, bir penguen gibi konuşamayan bizlere şu mesajı veriyor: Sevgi sessizliğimizi bozar; aksi takdirde sessizlik bizi çürütür. Sessizlik bizi çürütürken, sevgi ve mücadele bizi harekete geçirir. Bu filmi izlerken, bu bahsettiğim mesajları mutlaka göz önünde bulundurarak izleyin.
Puan: 4/5

The Penguin Lessons: Sevgi Sessizliği Bozar

Bunlar da ilginizi çekebilir

Yorum Yap

Bu internet sitesinde, kullanıcı deneyimini geliştirmek ve internet sitesinin verimli çalışmasını sağlamak amacıyla çerezler kullanılmaktadır. Bu internet sitesini kullanarak bu çerezlerin kullanılmasını kabul etmiş olursunuz. Kabul Et Daha Fazlası...