Anasayfa İncelemelerFilm İncelemeleri The Ice Tower: Dehşet Verici İhtişam

The Ice Tower: Dehşet Verici İhtişam

Yazar: Tunahan İbiş

The Ice Tower: Dehşet Verici İhtişam

44. İstanbul Film Festivali’nin “Mayınlı Bölge” bölümünde yer alan  The Ice Tower, dışarıya izole ve karlar altındaki bir taşra manzarasıyla açılıyor. Biz, kendi yalnızlığına terk edilmiş ve birbirlerinden başka kimsesi olmayan insanlarla dolu kasabayı seyrederken dış ses bize Karlar Kraliçesi masalını anlatıyor. Masal, zaten klasikleşmiş ve halka mal olmuş olmasının yanı sıra, kasabanın coğrafyasıyla da özdeşleşen bir yapıya sahip. Bu yüzden ister istemez gerçekliğe taşıyor ve bizleri kasaba halkıyla birlikte büyülü atmosferine hapsediyor.

Masalın pençesine takılan bir diğer kişi, Çocuk Esirgeme Kurumu’nda büyüyen ve Karlar Kraliçesi’nin de verdiği ilhamla dışarıdaki dünyayı — bilhassa buz pistlerini — merak eden bir kız çocuğudur. Jeanne, dağları seyretmeye gittiği günlerden birinde bu tutkusunu sahiplenir ve kaldığı evden kaçmaya karar verir. İlk başta sadece buz pistini görüp etkilenmiş olsa da, kalacak yeri olmadığından bir film setinde yatmaya başlar ve bambaşka bir dünyaya adım atmış olur. Ne tesadüftür ki, setinde yatıp kalktığı film, bir Karlar Kraliçesi uyarlamasıdır. Başta karakteri geniş açıların içinde kaybolurken gördüğümüz Jeanne’ı, ilk kez bağ kurduğu ve ciddiye alındığı bir ortamda seyrederiz. Uyarlanan masal öylesine kanına işlemiştir ki, dekorların arasından Kraliçe’yi gördüğü ilk anda Jeanne neredeyse kendinden geçecek gibi olur.

Lucile Hadžihalilović, kariyeri boyunca çocukların masumiyeti ile yetişkinlerin dehşet verici dünyasını birbirine kattı. Bu yaklaşım Evolution’daki adada anaerkil bir toplumda yaşayan, Earwig’de ise bakıcısı tarafından izole bir evde tedavi gören çocuk karakterlerde görülebilir. The Ice Tower da benzer bir yoldan gidiyor ve masalların aldatıcı gerçekliğine bir çocuğun gözünden bakıyor.

Jeanne, Kraliçe’yi canlandıran Cristina (Marion Cotillard) ile yakınlaştıkça ve içten içe onun bir masaldan çıkmış olduğuna inandıkça Hadžihalilović, ürkütücü sinema dilini tüm gücüyle harekete geçiriyor. Böylelikle belli belirsiz nedenlerle bağ kurduğumuz, bir şekilde içimize işleyen masalların gerçeklikle olan yakınlığını ve insanlar olarak nasıl birer kurgu malzemesine dönüştüğümüzü tartışan bir film ortaya çıkıyor. Senaryonun ise barındırdığı meta katmanlara rağmen onlardan asla umarsızca beslenmediğini, daha çok olayın performans tarafına odaklandığını söylemekte fayda var.

Hadžihalilović’in sineması — sevenlerinin de bildiği üzere — oldukça yavaş bir tempoya ve görüldüğü an insanın aklına mıhlanan imgelere sahip. The Ice Tower da bu konuda bir istisna değil. Son derece incelikli bir ses tasarımı eşliğinde, inanılmaz iyi çekilmiş, her anında ihtişamı ve yalnızlığı aynı potada eriten kareler seyrediyoruz. Hadžihalilović, gerçekliği kurgu ve rüyalarla örtüşen bir kavram olarak gördüğünden, neredeyse gündüz düşünü andıran bir reji kullanıyor.

Usulca ve sabırla şahit olduğu dehşet verici gerçekleri sindirirken insan ister istemez yoruluyor ve hülyalı bir ruh hâline bürünüyor. Jeanne’ın gerçeklerden kaçmak için yattığı o uykulardan birine davet ediliyor sanki. The Ice Tower, bu nedenle yarı uykulu bir şekilde izlendiğinde dahi — ki film böyle bir deneyime oldukça alan açıyor — ilginç bir tecrübeye dönüşebiliyor.

The Ice Tower’ın Berlin Film Festivali’nden aldığı Gümüş Ayı (Olağanüstü Sanatsal Katkı) ödülüne rağmen, yine de Hadžihalilović’in diğer filmleri gibi ayrıştırıcı bir deneyim sunacağını öngörmek zor değil. Yönetmen; bekleneni tersine çevirmeye çalışmayan, yaşanacakları beklenmedik şekillerde ve acele etmeden ele alan hipnotik hikâye anlatıcılığına aynen devam ediyor.

Açıkçası, Earwig’teki belli — görsel ve metinsel — motifleri biraz fazla tekrar ettiğini ve Jeanne ile Cristina arasındaki ilişkiyi daha çok deşebileceğini düşünmesem, yönetmenin en iyi filmlerinden biri olduğunu rahatlıkla söyleyebilirdim. Fakat bence bu hâliyle de seveninin birçok açıdan takdir edeceği ve unutulmaz anılar yaşayacağı bir film. Şahsen ben, salonda otururken birçok sahnenin — bir daha çıkmamak üzere — kafama kazındığını hissedebiliyordum. Hadžihalilović’in de öne sürdüğü gibi, hepimiz kurguya aitiz ve kurgudan geliyoruz. Eğer teslim olursanız, Kraliçe’nin kristalleri sizi de her an içine hapsedebilir ve rahatsız edici ihtişamıyla büyüleyebilir.

The Ice Tower: Dehşet Verici İhtişam

Bunlar da ilginizi çekebilir

Yorum Yap

Bu internet sitesinde, kullanıcı deneyimini geliştirmek ve internet sitesinin verimli çalışmasını sağlamak amacıyla çerezler kullanılmaktadır. Bu internet sitesini kullanarak bu çerezlerin kullanılmasını kabul etmiş olursunuz. Kabul Et Daha Fazlası...