Street Kings: Acımasız ve Beklenmedik
Netflix’te sosyal medyada 15 yıllık bir film yeniden popüler oldu. Keanu Reeves’in başrolde yer aldığı 2008 yapımı suç ve aksiyon filmi Street Kings. 109 dakikalık film kadrosu ile dikkat çekiyor. Keanu Reeves gözü kara Dedektif Tom Ludlow’a hayat verirken, Forest Whitaker Yüzbaşı Jack Wander, Hugh Laurie Yüzbaşı James Biggs, Chris Evans Dedektif Paul Diskant, Terry Crews, Terrence Washington, Amaury Nolasco Dedektif Cosmo Santos ve John Corbett Dedektif Dante Demille’yi canlandırıyor.
Film direkt Ludlow’un yıkık hayatını bize yansıtarak başlıyor. Bunun ardından hazırlanan ve kaçırılan iki kızı aradığı bir soruşturma sebebiyle Kore Çetesi ile gizli görevde buluşan Tom Ludlow onları takip ediyor ve eve tek başına baskın yaparak herkesi kanlı bir şekilde infaz ediyor. İnfaz diyorum çünkü bir polisin baskın yapması gibi değil biraz daha genç bir John Wick gibi olaya dalan Ludlow önce vurup sonra soru sormayı seven kanı hızlı akan polislerden. Bunun o an dikkatimizi çekmese de Ludlow infaz ettiği Korelilerin ellerine silah tutuşturup ateşliyor. Buraya dikkat etmek gerek çünkü aslında filmin gidişatını bu ufak sekanstan aslında anlayabiliyoruz. Ludlow’un Yüzbaşısı Jack Warner ve ekibi Cosmo ve Dante olay yerine sonradan gelip Ludlow’un arkasını temizliyor. Sahnenin ardından Ludlow’un bu infazını bir tek eski ortağı Terrence sorgularken Tom’un onunla tartıştığını ve birbirlerine kin duyduklarını anlıyoruz.
İlk sahnelerin ardından Tom Ludlow’un ve ekibinin etik sorunları olduğunu görüyoruz ve Yüzbaşı Biggs gibi diğer polislerin bu durumu sevmediğini fakat Yüzbaşı Jack’ın bu sorgusuz operasyonların ardından hızla yükseldiğine şahit oluyoruz. Tom beklemediği bir anda açığa alınırken eski ortağının bu işi yaptığından süpheleniyor ve onu biraz hırpalamak için takip ederken çete saldırısına uğruyorlar ve Terrence vahşice öldürülüyor. Ludlow’un elinden bir şey gelmezken yine arkası Jack tarafından temizleniyor ve kızağa alınıyor.
Aslında asıl hikaye tam olarak buradan sonra gelişmeye başlıyor. Pasif bir göreve atanan Ludlow gayri resmi olarak eski ortağını katleden çete üyelerinin peşine düşme kararı alıyor ve bu konuda genç dedektif Paul Diskant’tan yardım almaya başlıyor. Tom açığa alındıktan sonra ekibinin ve kendisinin pervasızca suçluları vurmasının motivasyonu ortaya çıkıyor. “Biz polisiz istediğimizi yaparız ve her şey bizim rapora yazdığımız gibi olur olmasa da olur” lafı ekibin etik sorunlarını özetler nitelikte bir cümle olarak hafızalara kazınıyor.
Pasif görevdeyken, ekibinden uzaklaştığı sırada kendisinin ve ekibinin yaptıklarına dışarıdan bir gözle bakan Tom, ayrıca Yüzbaşı Biggs’in de telkinleri ile hem kendisini, hem ekibinin yaptığı etikten uzak işleri ve sistemi kendi kafasında tartmaya ve sorgulamaya başlıyor. Eski ortağının cinayetini araştırmak için Diskant ile sokaklara inen ve kendi tarzıyla biraz yumruk biraz tehdit ile sokaklara inen Tom, kayıt dışı soruşturmasında derinlere indikçe yozlaşmanın ne seviyede olduğunu görüyor ve farkında olmadan birilerinin işlerine çomak sokmaya başlıyor.
Bu noktada kimin iyi kimin kötü olduğu çok fazla bulanık ve Tom’un geçmişine dair biilgiler öğrendikçe hareket motivasyonunu öğreniyoruz ve kendisi her ne kadar kan dökmeyi sevse de yoz bir polis olmadığına kanaat getiriyoruz. Diskant burada sistemin temiz tarafını hem alegorik hem de karakter olarak çok iyi temsil ediyor ve Tom derine indikçe sadece polisin değil bütün bir devlet sisteminin çürümüşlüğünü fark ediyor. Kendisi de farkında olmadan buna dahil olduğunu öğrenen Tom artık eski ortağının intikamından çok yozlaşmayı ortaya çıkarmaya çalışıyor ve başı gerçekten beladan ayrılmıyor. Bir dizi çatışma, sorgulama ve ayak oyunlarının ardından büyük kandırıldığını anlayan ve Tom hem adını aklamak hem de düzeni rayına oturtmak için elini yine kana buluyor.
Film tatmin edici ve şaşırtıcı bir son ile biterken Tom Ludlow sistemi değiştiremeyeceğini sadece bir Tiran’ı indirdiğini fakat yeni bir Tiran’a yol açtığını üzülerek fark ediyor. Büyük bir sistem eleştirisi ve yozlaşmayı temsil eden film Ludlow gibi polislere her zaman ihtiyaç olduğunu Tom’un sadece hangi Tiran’ın kılıcı olacağını seçmesi gerektiği sorusu ile bitiyor.
Hikayenin biraz teknik detaylarına inecek olursak 1 saat 49 dakikalık süreye sahip bir yapıma göre film çok hızlı ve tempolu ilerliyor ki bu da bizi her zaman anın içinde tutuyor. Los Angeles’ın arka sokakları, çete hayatı, dönemin konuşma ve hareket stilleri, kostümler çok iyi yansıtılıyor. Özellikle polislerin rahatlığı ve çetelerin pervasızlığı gerçeğe çok yakın. Çatışma ve aksiyon sahneleri ise tek kelimeyle: Acımasız. John Wick ya da Neo gibi olmayan Ludlow vuruluyor, kaçıyor, yumruklanıyor ve çatışırken zekası ile hareket etmesinin yanı sıra ne kadar bam bam bam bir polis olarak nam salsa da kendini sakınıyor. Bu da gerçekçiliği üst düzeye çıkartan ana etkenlerden biri.
ABD’nin arka sokaklarını anlatan bir film olduğuna göre müzikler tabii ki gaza getirici ve rap. Bu da izlerken sizi moda sokan ve aslında sahneye kilitleyen bir başka etmen. Oyunculuklar ve verilmek istenen duygu ise özellikle Yüzbaşı Jack’i oynayan Forest Whitaker ve Paul Diskant’ı oynayan Chris Evans tarafından iyi yansıtılmış. Hikaya akıcı olmasının yanı sıra birden fazla kez dinamik değiştiriyor ve bizi olayların akışı ile şaşırtmaktan geri durmuyor. Fakat sonlara doğru finali tahmin etmek düşündüğümüzden biraz daha erken kolaylaşıyor bu noktadan sonra sadece ne olduğu değil nasıl biteceği önem kazanmaya başlıyor.
Toparlayacak olursak, Street Kings size keyifli vakit geçirtecek zamanını iyi anlatan ve ilgi çekici hikayeye sahip bir yapım. Filmde aksiyon sahneleri dolup taşmıyor fakat acımasızlığı ve gerçekçiliği ile sizi içine çekeceğinden eminim.
Street Kings: Acımasız ve Beklenmedik