Anasayfa İncelemelerFilm İncelemeleri Mr. K: Köle mi Kurtarıcı mı?

Mr. K: Köle mi Kurtarıcı mı?

Yazar: Tuğçe Ulutuğ
Mr. K: Köle mi Kurtarıcı mı?

Mr. K: Köle mi Kurtarıcı mı?

Merhabalar! Bu yazıda birlikte Tallulah H. Schwab’ın yazıp yönettiği tuhaflık harikası, izleyiciyi gerçeklikten koparıp ölmekte olan bir otelin kalbine bırakan o filmi, Mr. K’yi deşiyoruz.

Bazen bir film izlersin ve ne izlediğini hemen anlayamazsın, ama hissedersin. Mr. K tam da öyle bir film. Üzerine ne düşünürsen düşün, altında yeni bir katman daha var. Crispin Glover’ın, ruhu kaybolmuş bir sihirbazı canlandırdığı bu sürrealist hikâye, klasik anlatıları bir kenara bırakıp bizi zamanın ve mekânın dışına çıkmış bir otele kapatıyor.

Mr. K: Köle mi Kurtarıcı mı?

Otel dediğime bakmayın, sıradan bir yapı değil—gerçekten bir karakter. Duvarları kabarıyor, tavanları çöküyor, koridorlar uzayıp kıvrılıyor; her şey sanki canlı bir organizmanın içindeymişiz gibi. Bu yönüyle film bana Stephen King’in “Rose Red”ini hatırlattı.

İzlemediyseniz özetleyeyim, kendini yeniden inşa eden, ziyaretçilerine bilinçli bir şekilde oyunlar oynayan dev bir malikâneyi anlatan bir korku filmi. Tabii bu iki yapımın enerjileri oldukça farklı. Rose Red’de korkunun kaynağı, bilinmezliğin ve kontrolsüzlüğün ürpertici doğasıydı. Mr. K ise benzer bir mekânı alıp absürtlükle ve Kafkavari bir boğulmuşluk hissiyle yoğurmuş. Gece boyunca gittikçe daralan koridorlarda dolaşması, bir sabah odasında yabancı insanlar bulması, bavulunun çalınması gibi sahneler klasik anlamda korku değil ama psikolojik huzursuzluk açısından oldukça etkileyici buldum.

Mr. K: Köle mi Kurtarıcı mı?

Kısacası, ikisinde de mekân karakterin zihinsel durumuyla paralel çalışıyor; ama Mr. K’de bu durum çok daha şairane ve simgesel bir hale bürünmüş. Korkudan ziyade bir tuhaflık, bir “N’oluyor burada?” hali var. Zaten izlerken bir otelden çok, bilinçaltının labirentlerinde geziyormuşsunuz gibi hissediyorsunuz. Bu yüzden film tek bir türe sığmıyor—hem psikolojik gerilim, hem karanlık fantezi, hem de sınıfsal bir alegori.

Bu arada, henüz izlemediyseniz ve korku filmlerinden keyif alıyorsanız Rose Red’i izleme listenize eklemenizi öneririm.

Filmi izlerken sanki Franz Kafka, Salvador Dali ve Tim Burton bir araya gelip birlikte çekmişler gibi hissettim. Hepsinden hayranlıkla esinlendiğim için bu durum beni mutlu etti. Kafka’nın varoluşsal bunalımı, Dali’nin eriyen gerçeklik algısı ve Burton’ın gotik mizahı film boyunca birbirini besliyor.

Mr. K: Köle mi Kurtarıcı mı?

Film neyi anlatıyor diye soracak olursanız, aslında modern bireyin sistem içinde yitip gitmesini, sonra da birdenbire “kurtarıcı” rolüne zorla itilmesini işliyor. İlginçtir, film boyunca “kurtarıcı” kelimesi defalarca geçiyor ama kimse neyin kurtarıcısı olacağını bilmiyor. Çünkü aslında herkes biraz kaybolmuş durumda. Tıpkı biz izleyiciler gibi 🙂

Yönetmen Tallulah H. Schwab, bu filmle bence kendi sinemasal dilini yaratmış. Filmin görüntü yönetmeni Frank Griebe (ki kendisini Run Lola Run’dan da tanıyoruz) burada muazzam bir iş çıkarmış. Özellikle doğayı ve otelin içini çektiği sahnelerde her detay neredeyse fiziksel olarak hissediliyor. Toprağın sesi, yaprağın hışırtısı, karıncaların telaşı—hepsi bilinçli olarak büyütülmüş. Yakın zamanda Griebe’nin yine görüntü yönetmeni olarak çalıştığı Das Licht (The Light) filmini izleyip eleştirisini yazmıştım. İki film birbirinden çok farklı. Buna rağmen Griebe, her iki filmin de duygusunu kamera hareketleriyle çok iyi yansıtmış. Bu kadar farklı türlerde bu denli etkileyici işler çıkarmasından çok etkilendiğimi söylemeliyim. Onun gözünden bir şeyler izlemek gerçekten sürükleyici. Sonraki işlerini heyecanla bekliyorum.

Mr. K: Köle mi Kurtarıcı mı?

Son olarak biraz da oyunculardan bahsedelim. Crispin Glover, Mr. K rolünde yalnızlıkla karışık bir varoluşsal şaşkınlığı bedeninde taşımış ve bunu bize hissetiriyor. Glover’ın kendine has tuhaflığı, filme rahatsız edici bir gerçeklik katmış ve onu bir tür anti-kahraman yerine yaşayan bir alegoriye dönüştürmüş. Fionnula Flanagan ve Dearbhla Molloy, yaşlı ikizler olarak filme renk katmış. Onların varlığı otelin yaşayan bir organizma olması fikrini en güçlü hissettiren anlardan biriydi bence. Bjørn Sundquist şef rolünde, yüzeyde otoriter ve mesafeli gibi dursa da aslında sistemin dişlileri arasında ezilmiş bir başka figür. Şefin kızı Melinda(Esmée van Kampen) ise, neredeyse replik kullanmadan otelin boğucu havasını üzerine sindirmeyi başarmış.

Mr. K herkese göre bir film değil, bunu açıkça söylemeliyim. Açık uçlu anlatımı, net cevaplardan kaçınması ve bilinçli olarak yorucu temposu bazı izleyiciler için itici olabilir. Ama bu filmi sadece izlemek değil, yaşamak gerekiyor. Otelin içinde kaybolmak, kendini sorgulamak, çıkışı ararken kim olduğunu unutmamak… Zaten çıkış kapısını bulamasan da sorun değil—bazen kaybolmak, kaçmaktan daha iyidir 🙂

Mısırlar patladıysa, yazıyı burada sonlandırıyorum.

İyi seyirler!

Mr. K: Köle mi Kurtarıcı mı?

Bunlar da ilginizi çekebilir

1 Yorum:

Tolga Taşan 16/04/2025 - 20:49

Ben de bugün izleme şansı buldum. Salonda biz ne izledik şimdi hissiyatı hakimdi 🙂 Sinemada izlemesi keyifli bir film olmuş.

Yanıtla

Yorum Yap

Bu internet sitesinde, kullanıcı deneyimini geliştirmek ve internet sitesinin verimli çalışmasını sağlamak amacıyla çerezler kullanılmaktadır. Bu internet sitesini kullanarak bu çerezlerin kullanılmasını kabul etmiş olursunuz. Kabul Et Daha Fazlası...