Memoria: Gerçeklikle Başa Çıkma Mekanizması
Apichatpong Weerasethakul’un yönetmenliğini yaptığı, Tilda Swinton’ın başrolünü üstlendiği Memoria (2021), İskoç bir kadının Kolombiya’da hasta kız kardeşini ziyaret etmesini ve bu süreçte deneyimlediği bunalımı konu eder. Film, Jessica adlı karakterin evinde duyduğu garip bir ‘sesle’ uyanmasıyla başlar. Filmin merkezinde daha ilk sahneyle birlikte yalnızca Jessica’nın duyduğu, nereden geldiği belli olmayan bu ses vardır. Filmdeki başına buyruk bir karakter gibi aniden ortaya çıkıp Jessica’yı film boyunca ürkütür. Sesle paralel olarak filmdeki sahne geçişleri de ani ve belirsizdir; tıpkı bir insanın ‘anılarının’ belli belirsiz parçalar şeklinde ortaya çıkışı gibi soyut ve bireyseldir. Bu nedenle ilk bakışta, film için somut bir açıklama yapabilmemiz mümkün değildir; çünkü bir bakıma, Jessica’nın deneyimlerini hafızasındaki şekliyle algılamamız istenir.
Öncelikle Jessica’nın, kız kardeşinin hastalığından kaynaklı olarak depresif hissetmesinin yanı sıra, dilini iyi bilmediği başka bir ülkede bulunması ve iletişimde kendini yetersiz hissetmesi bizi yabancılaşmış bir karakter profiliyle karşı karşıya getirmektedir. Genellikle yalnız gördüğümüz Jessica, biriyle diyalog halindeyken bile konuşmaya dahil değilmiş gibi görünen dalgın bir karakterdir. Ayrıca, film boyunca Jessica hakkında neredeyse hiçbir bilgi edinemeyiz. Onu, duyduğu ses dışında, somut hiçbir özellikle bağdaştıramayız. Filmin net şekilde açıklanamaması ve soyut kavramlarla ilişkilendirilmesi ana karakterin karmaşık, durgun ve dalgın yapısıyla tamamen örtüşmektedir. Bu da Jessica’yı yalnızca içgüdüsel ve empatik olarak algılayabileceğimiz bir karakter yapmaktadır. Bu nedenle de Memoria’nın, mantıklı bir açıklama getirmeye çalışarak izlemek yerine sezgisel olarak yaklaşmamız gereken filmlerden biri olduğunu düşünüyorum.
Jessica, sadece kendisinin duyduğu bu sesle ilgili Hernan adındaki bir ses mühendisine danışmaya kara verir. Duyduğu sesi somutlaştırıp anlamlandırabilmek adına Hernan’a tarif etmeye çalışır. Hernan’a sesle ilgili detay verirken “dünyevi” kelimesini kullanır. Burada anlarız ki Jessica’nın duyduğu ses aslında Jessica ile dış dünya ve gerçeklik arasındaki bağlantıdır. Bu ses, Jessica ne zaman gerçeklikten uzaklaşıp zihni karmaşıklaşsa Jessica’yı ürkütüp tekrar gerçekliğe davet eder. Jessica’nın sesi tarif ederken “dünyevi” kelimesini kullanması bilinçaltında gerçeklikle sesi bağdaştırdığına dair bir ipucu olarak yorumlanabilir.
Aynı bir ‘dış ses’ gibi, film boyunca Jessica’yı gerçekliğe döndürürken seyirciye de izlediklerinin gerçek olmadığını, yalnızca kurgudan ibaret olduğunu hatırlatır. Burada da yönetmenin ortaya koyduğu bu ironi, bizi gerçekliğin de aynı şekilde ironik, değişken ve bireysel olduğuna inandırır. Zaman ve mekan kavramlarının tekdüze ve sabit olmadığını tekrardan hatırlarız. Filmin hatıralardan ibaret olduğunu göz önünde bulundurduğumuzda doğrusal şekilde ilerlememesi, zaman ve mekanın kaotik akışkanlığı, izleyiciye sahte bir gerçeklikte kaybolup Jessica gibi asıl gerçekliğe, yani kendi iç dünyamıza yabancılaşmamamız gerektiği mesajını vermektedir.
Filmde Jessica gitgide zaman ve mekan algısını yitirmektedir. Gerçeklikten koptukça hissizleşir, yabancılaşır, empati yoksunluğuna düşer. Jessica ile birlikte biz de gerçek ve hatıra arasındaki ayrımı yapamaz hale geliriz. Neyin gerçek, neyin Jessica’nın kafasındaki resim olduğunu bilemeyiz. Jessica kendi gerçekliğinden kaçmak için anılarına sığınmaktadır. Gerçeklik algısını yitirerek anıları da izleyiciye karmaşık şekilde yansıtmaktadır.
Uyku yoksunluğu nedeniyle zihin bulanıklığı yaşadığını düşünerek kırsal bir yerin psikiyatristine görünmeye karar verir. Psikiyatrist Jessica’ya ilaç vermek yerine onu dine ve sanata yöneltmeye çalışır. Din ve sanatın deneyimlediği bunalım ve uykusuzluğa çare olacağını söyler. Bu sahnede yönetmen, sanat ve din kavramlarını insanların hissettiği anlamsızlık ve yabancılaşma duygularını telafi etme yöntemi olarak sunar. İlaç endüstrisini kapitalist sistemin bir sembolü olarak ele aldığımızda, sistem nedeniyle yabancılaşıp empatiden yoksunlaşmış bireylerin çareyi tekrar sistemde aramak yerine sanat ve din yoluyla, spiritüel ve entelektüel tatmin sağlayabileceklerinden bahsetmektedir.
Doktorla konuştuktan sonra kırsal alanda yürüyüşe çıkan Jessica, Hernan’ın yaşlı haline rastlar. Sohbet etmeye başlarlar ve birdenbire Hernan her şeyi hatırladığını söyler. Hiç bulunduğu yerden ayrılmadığını, dış dünyadan kendini soyutladığını ve televizyon izlemediğini söyler. Televizyon yerine doğadaki her varlığın titreşerek ona eski olayları, diğer insanların tecrübelerini aktardığından bahseder. Bu sahnede insanın doğasından koparak nasıl kendine yabancılaştığından, yeni sistemde bireylerin dış dünyanın deneyimlerine ve hislerine kayıtsız kaldığından yakınılmıştır.
Önceki sahnede sanat ve dini bir çözüm olarak sunan yönetmen, bu sahnede insanların kendi doğasına yönelmesinin gerekliliğini vurgulamaktadır. Hernan der ki, “Deneyimler zararlıdır. Hafızama şiddetli bir telaş salıverirler”. Burada tam olarak Jessica’nın tecrübe ettiği karmaşadan bahsedilmektedir. Kendine ve dış dünyaya yabancılaşan Jessica, niteliksiz ve sırtlanması zor deneyimlerinin getirdiği telaşla birlikte gerçeklikten kaçmaya çalışmaktadır. Bergman’ın “Aynanın İçinden” yapıtında bir replik vardı: “İnsanın kendi karmaşasını görüp anlaması çok korkunç bir şey”. Jessica bu sahnede, Hernan’ın sözleriyle birlikte tıpatıp bu durumu yaşamaktadır. Hernan, Jessica’nın sorununa ayna tutmuştur fakat Jessica kendi karmaşasınının farkına vardığında bu yük ona ağır gelmiştir. Bu nedenle gerçeklikten artık tamamen kopmuştur. Asıl gerçekliği kendi kafasında başka bir dünyaya dönüştürmüştür.
Jessica, Hernan’ın evinde kendi çocukluk anılarını hatırlamaya başlar ama sorun şudur ki çocukluğunu Hernan’ın evinde geçirmiş gibi anlatır. Hernan, Jessica hatıralarını anlatırken araya girip “Benim anılarımı okuyorsun.” der. Burada ağlamaya başlayan Jessica, duyduğu sesin de Hernan’a ait olup olmadığını sorar. Hernan ona ait olduğunu söyler. Birdenbire Jessica tekrardan sesi duymaya başlar fakat bu sefer sesten korkmamıştır. Tekrar tekrar duyduğu sesin nereden geldiğini anlamak için camdan dışarı bakar. Dışarda bir uzay gemisi vardır. Sesler uzay gemisinden gelir. Uzay gemisi kalkışa geçer ve gözden kaybolur. Halk ise her şey normalmiş gibi gökyüzüne bakmaktadır.
Bu sahneyle birlikte olağandışılığın zirvesine gelinir. Filmde kademe kademe olaylar karmaşıklaşır, normal olmayan olaylar ve sesler normalleştirilir ve karakterler bütün bunları normal karşılar; bu durum “büyülü gerçekçilik” türüne göndermedir. Filmde ise bu gönderme gerçeklerden kaçmak için Jessica’nın oluşturduğu bir çeşit savunma mekanizmasıdır. Jessica gerçeklerden kaçmaya çalıştıkça, travmalarını dibe gömdükçe kendine daha çok yabancılaşır, hissizleşir, tepkisizleşir. Filmin başlarında duyduğu ses, Jessica’yı gerçekliğe doğru ittiğinden Jessica bundan rahatsız olur. Filmin sonunda ise Jessica sesi kendisinin değil de Hernan’ın duyduğunu öğrendiğinde sesin kaynağı gerçeküstü bir varlıkla bağdaştırılır, biçim değiştirerek topraksı halinden daha metalik bir sese dönüşür ve fantastik bir şekilde yok olur gider. Jessica ise bu sahnede boş bakışlarla gülümsemektedir. Sesin gitmesiyle birlikte Jessica’nın gerçeklikle olan tek bağı da kopmuştur ve tabii bizim de öyle…
Memoria: Gerçeklikle Başa Çıkma Mekanizması