Me Before You: Sadece Yaşa!
Yılların eskimeyen filmi olan Senden Önce Ben 1 Şubat itibarı ile Netflix’de yayınlanmasıyla bütün gözleri tekrar üstüne çekti. 2016 yılında vizyona giren film Jojo Moyes’un 2012 yılında çıkardığı aynı isme sahip romanından esinlenerek yazılan filmin yönetmenliğini Thea Sharrock üstleniyor.
Filmin konusu genç yaşlarında geçirdiği trafik kazası sonucu elektrikli sandalyeye mahkum kalan, hayattan hiçbir umudu kalmamış, umutsuz William’ın hayatına; William’ın tam tersine yaşam enerjisiyle dolu, eğlenceli, hayatı seven Louisa’nın girmesini konu alıyor.
William ailesinin parası ile gayet konforlu bir şekilde yetişmiş ve sonrasında da gayet başarılı bir iş adamı olmuştur. İşi, arkadaşları, sevgilisi, yaşantısı ile mükemmel bir hayata sahipken birden yatağa bağlanıp bunların hepsini kaybetmek haliyle Will’e çok ağır gelmişti. Yine de bu hayatta şanslı olan kısımdaydı ve ailesinin onun konforu için özel dizayn ettiği şatoda pek çok kişiye nazaran daha rahat yaşamaktaydı. Maddi olarak kolaylıkla halledilse de manevi olarak Will asla kendini toparlayamadı; taa ki Lou ile tanışana kadar.
Louisa, kasabada yaşayan etrafına mutluluk dağıtan, renkli kıyafetler giymeyi seven enerjik bir karakter küçük bir kız çocuğu gibi diyebiliriz. İzlediğimiz hikâyede iki taraf o kadar zıt ki tatlı bir çekişme izliyoruz ilk başlarda sanki 6 yaşında küçük bir kız 60 yaşında huysuz bir amcaya bakıcılık yapıyor gibi geliyor. Ama zamanla Louisa’nın çabalarıyla ikilinin yakınlaşmasını izliyoruz.
Filmi ilk açtığımızda basit konulu klasik bir romantik komedi gibi geliyor; zengin ama mutsuz oğlan, fakir ama mutlu kızın aşk hikâyesi. Zorlu olur ama aşık olurlar engeller çıkar atlatırlar, evlenirler ve mutlu son… Ama bizim hikâyemiz biraz daha farklı…
Her şey güllük gülistanlık gitse de bütün problemler atlatıldı diye düşünsek de William’ın bambaşka planları vardı. Bu planla beraber her hikâyenin mutlu sonla bitmeyeceği gerçeğini tokat gibi yapıştırıyor yüzümüze bu yapım. Filmin çoğu kısmında güzel bir romantik komedi izlesek de sonlara doğru ağır bir dram ile göz yaşları sel oluyor diyebiliriz.
Aslında bu olanlar aşırı gerçek dışı imkansız olaylar değil. Günlük hayatımızda da bizlerin de her hikâyesi mutlu sonla bitmiyor hatta yüzdeliğin üstünde bir kısmı kötü bitiyor. Biz bunlara günlük hayatta alışkınız ama bir romantik komediden bunu beklemiyor insan. Haliyle son dakikaya kadar umutla bekledik Lou kurtaracak onu, William vazgeçecek ama maalesef olmuyor. Filmi bu şekilde yönlendirmek hem zekice hem de tehlikeli çünkü elinde patlama ihtimali çok yüksek. Fakat bu riski almışlar ve ortaya harika bir yapım çıkmış. Açıkçası sonu böyle olmasaydı bu kadar çok sükse getireceğini düşünmüyorum. Filmin sonunda herkes ‘klasik romantik komedi’ der ve geçerlerdi. Ama bu senaryo ve özellikle oyunculuklarla izleyenler tekrar tekrar izliyor, kitaplarını okuyor, hatta kendilerine o sarı siyah çizgili çoraplardan alıyorlar.
Filmin başrollerini Açlık Oyunları, Love Rosie, Enola Holmes gibi yapımlardan tanıdığımız Sam Claflin ve Terminator: Genisys, Han Solo yapımlarından tanıdığımız ejderhaların annesi Emilia Clarke oynuyor.
Kitabını okumuş biri olarak şunu söyleyebilirim ki Emilia ve Sam bu senaryoyu gerçekten uçurmuş. Oyunculuklar filmin kalitesini kat kat arttırmış. Zaten Emilia Clarke’ı o cıvıl cıvıl karakterde izlemek bile başlı başına çok zevkliydi.
Film de bir başka hoşuma giden şey ise mekanlar oldu. Filmi izlemeden bir puanlama yapacak olsaydım herhalde en düşük mekanlara verirdim. Sonuçta yatalak bir adam, maksimum mekan evin bahçesi olur derdim. Ama asla öyle değildi çekim yapılan mekanlar gayet güzel ve özenle seçilmiş, çekimleri çok iyi yapılmıştı.
Film gayet başarılıydı. Klasik romantik komedilerden değildi ve hayatın bazı gerçeklerini yüzümüze çarpıyordu kısaca tatlı-acı bir yapımdı. Romantik komedi-dram severlerin bayılacağı bir yapım olmuş.
Ben filmi severek izledim. Sizler neler düşünüyorsunuz film hakkında?
Okuduğunuz için teşekkür ederim.
Me Before You: Sadece Yaşa!