Anasayfa İncelemelerFilm İncelemeleriInferno: Dante, Botticelli ve Langton

Inferno: Dante, Botticelli ve Langton

Yazar: Tuğçe Ulutuğ
Inferno: Dante, Botticelli ve Langton

Merhabalar! Bu yazıda birlikte Dan Brown’un Robert Langdon serisinin 4. kitabı ve filmleştirilen 3. işi olan Inferno’yu deşiyoruz.

Aslında kitap sırasına göre, önce 2000 yılında yayımlanan Melekler ve Şeytanlar’ın çekilmesi gerekirdi. Ama Da Vinci Şifresi kitabı öyle büyük bir başarı yakaladı ki, 2006’da ilk o yayınlandı. Ardından 2009’da Melekler ve Şeytanlar geldi. Ve 2016’da da Inferno hayatımıza girdi.

Filmin yönetmeni Ron Howard, görüntü yönetmeni Salvatore Totino ve başrolde Tom Hanks – hepsi ilk iki filmden tanıdık isimler. Bu yüzden hikâye anlatımı ve görsel dünya diğer filmlerle uyumlu ve dengeli. Ama Inferno, diğerlerinden konu olarak biraz daha karanlık ve varoluşsal bir tonla karşımıza çıkıyor. Çünkü bu sefer mesele sadece sanat tarihi ya da kilise komploları değil; aynı zamanda insanlığın geleceğiyle ilgili bir tehdit söz konusu.

Filmin konusuna biraz dalalım:
Robert Langdon (Tom Hanks), Floransa’da bir hastane odasında hafızasını yitirmiş şekilde uyanıyor. Ona yardım eden doktor Sienna Brooks (Felicity Jones), aslında olayların tam merkezinde yer alan biri. Langdon hem hafızasını toparlamaya çalışıyor hem de biyolojik bir silahla insanlığın yarısını yok etmeyi planlayan, Dante hayranı bir milyarder olan Bertrand Zobrist’in (Ben Foster) izini sürüyor. Takip ettikleri ipuçları bizi Floransa’dan Venedik’e, oradan da İstanbul’un Yerebatan Sarnıcı’na kadar götürüyor.

Inferno: Dante, Botticelli ve Langton

Inferno: Dante, Botticelli ve Langton

Filmin merkezindeki fikir, Dante’nin İlahi Komedyasının özellikle Inferno (Cehennem) bölümüne dayanıyor. Dante, bu epik şiirinde, ruhunun karanlık bir ormanda yolunu kaybetmesiyle başlayan bir yolculuğu; ölmeden ölmeyi deneyimlemeyi anlatır. Şöyle başlar:

“Yarılamışken ömrümüzün seyrini,
Kasvetli bir ormanda buldum kendimi,
Kaybolmuştu zira yolun salimi.”

Hepiniz Cahit Sıtkı Tarancı’nın meşhur Otuz Beş Yaş şiirini bilirsiniz; hani “Yolun yarısı” dediği. Aslında bu ifade doğrudan Dante’ye dayanır. 35 yaşında sürgüne gönderilen ve o yıllarda İlahi Komedyayı yazan Dante, eserine “Nel mezzo del cammin di nostra vita” yani “Hayat yolumuzun tam ortasında” diyerek başlar. Geleneksel olarak insan ömrü 70 yıl kabul edildiğinden, bu “yolun ortası” da 35 yaşa tekabül eder.

İlahi Komedya yolculuğunda Dante’nin rehberi, Antik Roma’nın büyük şairi Vergilius’tur. Cehennem’den geçerek Araf’a, oradan da Cennet’e ulaşır. Bu yolculuğun sonunda ise onu ilahi sevginin ve kurtuluşun sembolü olan Beatrice karşılar. Keşke filmde de biraz Beatrice ile ilgili göndermeler olsaydı, demiştim kitabı okuduktan sonra…

Dante’nin cehennemini biraz daha yakından tanıyabilmeniz adına 9 katı ve kat sakinlerini özetleyeyim:

  1. Limbus: Vaftiz edilmemiş masum ruhlar. (Platon, Julius Caesar gibi figürler burada.)

  2. Şehvet: Tutkularının esiri olmuşlar.

  3. Oburluk: Aşırı yeme içmeye düşkün olanlar.

  4. Cimrilik & Savurganlık: Mal ve para konusunda aşırılığa kaçanlar.

  5. Öfke: Kendine ve başkalarına zarar veren öfkeliler.

  6. Dinsizlik (Heretikler): Ruhun ölümlü olduğuna inananlar.

  7. Şiddet: Başkalarına, kendine veya Tanrı’ya karşı şiddet uygulayanlar.

  8. Dolandırıcılık: Sahtekârlık yapanlar, büyücüler, rüşvetçiler.

  9. İhanet: Aileye, ülkeye ya da dostlara ihanet edenler. (En derin noktada Lucifer yer alır.)

Filmde Langdon’un takip ettiği ipuçları da tam olarak bu katmanlara, günahlara ve Dante’nin simgelerine dayanıyor. Bu noktada devreye Sandro Botticelli giriyor. Medici ailesinin desteğiyle, Dante’nin her bir kantosunu çizimlerle canlandıran Botticelli’nin Cehennem Haritası (Map of Hell) adlı illüstrasyonu, filmde görsel ve kurgusal bir anahtar görevi görüyor.

Inferno: Dante, Botticelli ve Langton

Inferno: Dante, Botticelli ve Langton

Botticelli’nin cehennem çizimleri, Dante’nin kelimeleri kadar rahatsız edici ve derin. Örneğin, intihar edenlerin ağaçlara dönüştüğü İntihar Ormanı, diri diri yanan heretik mezarlıkları, Phlegethon adlı kan nehrinde yüzen figürler ve Malebolge çukurundaki dolandırıcılar… Film bu imgeleri doğrudan göstermese de, atmosfer olarak güçlü bir şekilde hissettiriyor.

Bence Inferno, serinin en tempolu ve görsel olarak en güçlü işi. Özellikle başlangıçtaki hızlı kurgu, Bertrand Zobrist’in kıyametvari TED konuşmasıyla kesişen takip sahnesiyle birleşince, filme güçlü bir giriş sağlıyor. Floransa sokaklarının altın saat ışığıyla yıkanmış taş yapılarında Totino’nun kamerası büyüleyici görüntüler yakalıyor.

Langdon’un bilinç bulanıklığı sırasında gördüğü cehennem imgeleri – kanla dolan meydanlar, maskeli figürler, kırılan vitraylardan fışkıran sıvılar – The Shining’in meşhur asansör sahnesini bile hatırlatacak kadar yoğun ve stilize.

Tom Hanks, Langdon rolünde her zamanki gibi profesyonel ama biraz yorgun görünüyor. Felicity Jones ise oldukça enerjik ve sahneleri canlı tutan bir performans sergiliyor. Ancak karakterinin yazımı biraz şablonsal. Filmde öne çıkan bir diğer isim Irrfan Khan. Onun canlandırdığı Harry Sims, hem karizmatik hem tehlikeli – adeta başka bir filmin içine aitmiş gibi. Ayrıca Elizabeth Sinskey rolündeki Sidse Babett Knudsen de oldukça zarif ve kararlı bir duruş sergiliyor.

Senaryoda David Koepp imzası var. Kitapla kıyaslandığında, film birçok önemli değişiklik içeriyor. En çarpıcısı ise sonu. Kitabın karanlık ve varoluşsal finali yerine, daha geleneksel bir aksiyon kapanışı tercih edilmiş. Bu değişiklik, bazı izleyiciler için tatmin edici olsa da, kitabın alt metnini bilenler için biraz yüzeysel kalabilir.

Inferno: Dante, Botticelli ve Langton

Inferno: Dante, Botticelli ve Langton

Yönetmen Ron Howard, alıştığımız üzere güvenli bir anlatı tercih ediyor. Kurgu tempolu, aksiyon sahneleri etkili ama Dante’nin içsel dönüşüm yolculuğu neredeyse hiç işlenmiyor. Oysa Inferno, sadece bir macera değil, ruhun kendiyle yüzleşmesinin bir anlatısıdır. Film, bu derinliği yansıtmakta eksik kalıyor.

Yine de bence Inferno’nun en büyük başarısı, izleyiciyi Dante’ye, Botticelli’ye ve hatta belki de Vergilius’a yönlendirebilmesi. Ben filmi izledikten sonra İlahi Komedya ile tanıştım. Hemen ardından Vergilius’un Aeneis’ini okudum. Dante’nin Vergilius’a duyduğu hayranlık ama bir yandan da onun “kurtarılamamış” bir ruh olduğunun bilinci; edebiyatla felsefenin kesiştiği harika bir alan. Film bunlara çok yüzeysel dokunuyor ama yine de bir kapı aralıyor.

Sonuç olarak Inferno, sinematik anlatım açısından kusurları olan ama kültürel anlamda zengin bir film. Eğer amacınız biraz heyecan, biraz sanat tarihi ve bolca Dante havasıysa, film sizi memnun edebilir. Ama daha derin bir ruhsal yolculuk arıyorsanız, cevabı Dante’nin satırlarında bulacaksınız.

Mısırlar patladıysa yazıyı burada sonlandırıyorum.

İyi seyirler!

Inferno: Dante, Botticelli ve Langton

Bunlar da ilginizi çekebilir

Yorum Yap

Bu internet sitesinde, kullanıcı deneyimini geliştirmek ve internet sitesinin verimli çalışmasını sağlamak amacıyla çerezler kullanılmaktadır. Bu internet sitesini kullanarak bu çerezlerin kullanılmasını kabul etmiş olursunuz. Kabul Et Daha Fazlası...