How to Train Your Dragon: İkonik Animasyonlara Live-Action İhtiyacı
Büyük stüdyoların geçtiğimiz yıllarda artan live-action merakı artık en sevdiğimiz filmleri ve karakterleri bulmasın diye korkar hale geldik (bkz. Pamuk Prenses ve Gal Gadot…) Bir Gen Z üyesi olarak, çocukluğumda kitaplarını da severek okuduğum bir serinin, Ejderhanı Nasıl Eğitirsin’in, live-action hevesine kurban gitmesi ihtimaline gerçekten gerildim. 2000’lerin Shrek, Kung Fu Panda, Madagascar gibi en ikonik film serilerinden birçoğunun sorumlusu olan DreamWorks’ün ilk remake ve live-action girişimi olan How To Train Your Dragon (2025) beni şaşırttı ve ilk defa bir live-action remake’in orijinal filme saygı duyarak da seyircilerini mutlu edebileceğini en azından bana kanıtladı. Fakat filmin eleştireceğim noktaları yok değil.
Çok bilinen ve sevilen bir filmin remake haberini duyduğumda kendime sorduğum soru şu oluyor genelde: Neden? Çok mu lazım? Tabii ki bu sorunun cevabını hepimiz biliyoruz, bu günlerde stüdyoların kolay yoldan para kazanma hevesi bütün sanatsal uğraşların önüne geçiyor ve eskiden beri sevilen ve tutan işlerin aynılarını veya benzerlerini yaparak hepimizin nostalji ve eskiye özlem tarafına dokunarak para kazanmak istiyorlar. Çoğu zaman dönemin en yıldızı parlayan oyuncularını kadrolarına katarak, bazen de tartışma yaratacak kararlar vererek merak uyandırıp seyirci çekiyor, sonra da orijinal filmin daha kötü bir versiyonunu şaşalı bir hediye paketinde sunuyorlar.
Bu film için bu soruyu tekrar gündeme getiriyorum: Neden? Ve bu sorunun bir cevabı yok. Daha 15 yıl önce orijinali sinemalara girmiş bir animasyon filmin remake’inin yapılması bana sadece DreamWorks’ün para sıkıntısı çektiğini düşündürüyor maalesef. Orijinal filmin yönetmeni olan Dean DeBlois aynı zamanda bu live-action remake’in de yönetmeni ve ilk filmin yüzde 98’i sahne sahne aynı şekilde çekilmiş. Geri kalan yüzde 2’si de bir sonraki filme merak uyandırmak için aralara serpiştirilmiş cümleler.
Animasyon karakterlerinin gerçek insanlar tarafından oynanması hikâyeye neredeyse hiçbir katkı sağlamıyor. CGI ejderhaların görüntüleri gerçekten çok iyi yapılmış olsa da filmdeki bütün ejderhaların daha gerçekçi bir görüntüye bürünmesi ama Dişsiz’in live-action hâliyle animasyon hâlinin neredeyse hiçbir farkının olmaması karakteri karikatürleştirmiş ve büyük ihtimalle “ana filme saygı duyalım” derken Dişsiz’in bu filme olan aitliğini sorgulatır durumda. Aynı şekilde, filmdeki oyunculuklar gerçekten sorgulanamaz derecede iyi, fakat ana karakterimiz Hıçkıdık’ın biraz ezik ve çelimsiz görünmesi gerekirken gayet de normal, hatta ‘popüler çocuk’ tipine bürünebilecek bir oyuncu tarafından oynanması live-action mantığını daha da sorgulatıyor.
Filmin biraz da pozitif yönlerine odaklanmak istiyorum. Orijinal filmde Hıçkıdık’ın babası ve Viking’lerin şefi Stoick’i seslendiren Gerard Butler’ın live-action versiyonda da aynı karakteri oynaması mükemmel bir karar ve Gerard Butler’ı bu rolde seyretmek aşırı keyifli. Aynı şekilde, Astrid karakterini canlandıran Nico Parker çok iyi bir iş çıkarıyor. Makyaj ve kostüm konusunda çok bilgili olmasam da film boyunca beni rahatsız eden bir makyaj veya kostüm durumu fark etmedim — aksine, kadın veya erkek, başrol veya yan, her rolün kendine has kostüm ve duruşu oluşu filmdeki küçük detayların dahi düşünüldüğünün kanıtı. Filmin ilk yarısında biraz tempo kararsızlığı hissedilse de ikinci yarıdaki aksiyon sahneleriyle filmin enerjisi çok pozitif bir şekilde değişiyor ve resmen remake izlediğinizi unutturuyor.
Bütün bunlardan bağımsız olarak filmin oldukça takdir ettiğim başka bir tarafı var: Serinin kitaplarında asıl temeli atılan ve filmlerde de sadık kalınan, hikâyenin en ortasında kendisini çok da fark ettirmeden yaşayan “engellilik” teması. Hıçkıdık’ın filmin sonunda bir bacağının yarısını kaybetmesi, Dişsiz’in kuyruğunun yarısının yokluğu, yan karakterlerin bir kısmının bazı uzuvlarının yokluğu ve protez uzuvlar takmaları, ve bu engellerin hepsinin hikâyenin tam ortasında çok dikkat çekmeden bulunması, bu seriyi bence dönemimizin en yaratıcı ve sağlıklı engel temasını işleyen medya ürünlerinden biri yapıyor.
Hikâyede engellerin hiçbiri acıma duygusuyla veya eksiklik olarak işlenmiyor ya da başka film, dizi ve kitaplarda olduğu gibi karakterlere birer süper güç kazandırmıyor. Hikâye engellilik teması etrafında dönmüyor, en basit özetiyle bu olaylar bir grup engelli ve engelli olmayan insanın başına geliyor. Live-action’ın neredeyse hiçbir şey katmadığını belirtirken bundan bahsediyordum. Bu engellerin gerçek aktörler üzerinden işlenmesi bence güzel bir dokunuş ve ana karakterlerde olmasa da yan rollerde engelli aktörlere yer vermesi bu seri için önem taşıyor. Fakat kitaplarda ve ilk animasyon filmlerinde zaten yer alan bu engel temasının live-action’a taşınmasının çok önemli bir şey başardığını düşünmüyorum.
Genel olarak bu filmin live-action hâlinin çok büyük bir artısı olduğunu düşünmüyorum. Animasyon How To Train Your Dragon filmlerini en son çocukken izlediyseniz How To Train Your Dragon’a vizyonda bir şans verebilirsiniz ama izlemediyseniz önce orijinal animasyon filmlerini izleyin. Ayrıca Disney live-action remake’lerinden olabildiğince uzak durun.