Anasayfa İncelemelerFilm İncelemeleri Hit the Road: Hüzün Yolculuğu

Hit the Road: Hüzün Yolculuğu

Yazar: Hazal Vardi

Hit the Road: Hüzün Yolculuğu

Hit the Road’un yönetmenliğini İran Yeni Dalga akımının öncü isimlerinden Jafar Panahi’nin oğlu Panah Panahi üstleniyor. Filmin yönetmenliğini ve senaristliğini yapan Panah Panahi’nin ilk uzun metraj filmidir. Jafar Panahi, İran yeni dalga sinema akımının öncülerindendir. İran yönetimine karşı, bir film yapmamasına rağmen hükümet tarafından tam da Cannes Film Festivaline gidecekken herhangi bir sebep gösterilmeden tutuklanır ve davete katılamaz daha sonraki yıllarda tekrar gitmeye hak kazanır fakat İran hükümeti tarafından film yapması ulusal güvenliğe karşı olduğu gerekçesiyle tam 20 yıl boyunca yasaklanmıştır. Bu başarılı yönetmenin oğlu olan ve babasının ardından ilerleyen Panah Panahi’nin Kuzey İran’ın engebeli yollarında bir araba yolcuğu yapan ailenin hayatını izleyiciye sunmuştur. Filmin oyuncuları Pantea Panahiha, Amin Simiar, Hassan Majuni ve Rayan Sarlak’tır. 3 Haziran 2022’de Türkiye’de yayına giren filmin dağıtıcısı Başka Sinema’dır. Filmi Mubi platformundan da seyredebilirsiniz.

Film iki erkek çocuğu bir de köpekleri olan bir ailenin araba yolculuğuyla birlikte başlar.  Film daha ilk dakikadan bir hüzün yolculuğu izleyeceğimizi bize gösteriyor. Evin babası arka koltukta ayağı kırık bir biçimde otururken yanında evin küçük oğlu, çıktığı yolculuktan da memnun bir şekilde babasıyla ettiği telefon kavgasını izleyerek başlıyoruz. Ön koltukta gerçekten güzel ama yorgun düştüğü her halinden belli anne Pantea Panahiha, bu ikilinin kavgasını yarıda kesip telefonu ve sim kartını yok etmeye çalışıyor. Evin küçük oğlunu oynayan Rayan Sarlak’ın tatlı ve komik serzenişlerinden birini ilk orda duyuyoruz. Evin büyük oğlunu oynayan Amin Simiar, çok sessiz bir karakter ama filmde asıl konunun onun üzerinden işlendiğini görmek de mümkün. Aile çıktığı bu araba yolculuğunu güzelleştirmeye, mutlu ve neşeli bir yolculuk haline getirmeye çalışsa da sonunda bir hüznün beklediğini ve bu üzüntüyle nasıl yaşayacaklarını da bilmiyorlar. Küçük çocuklarına nereye gittiklerini ne için gittiklerini söylemekten kaçınıyorlar. Filmi izlerken ilk önce büyük çocuklarının İran’da bir suç işlediğini ve kaçması gerektiğini düşünüyorsunuz. İran’da bir genç olarak yaşanamayacağını ve yasadışı yollarla kaçmaktan başka çare de olmadığını…

Ağabeyin bir suç işlemediğine filmin sonlarına doğru kanaat getirebiliyoruz ama yine de emin olacağımız herhangi bir şey söylenmiyor. Aile bu kaçış için evlerini sattıklarını ve geriye 3 kişi olarak döndüklerinde ellerinde hiçbir şey kalmayacağını bile bile çocuklarının belli olmayan geleceği için en zor olan şeyi yapmaktan geri durmuyorlar. Yolun sonuna yaklaşıldığında çocuğunu artık teslim ettiklerinde annenin babanın ne kadar üzgün olduğunu ve ne kadar kızgın olduğunu izliyoruz. Bakıldığında bu bir sistem eleştirisi çünkü İran’da bir genç olarak yaşamanın zor olduğunu ve kaçmaktan başka çare olmadığını gösteriyorlar. Filmde annenin arabada bir süre sonra takip ediliyoruz hissine kapılması sahnesini yönetmen kendi ailesinden örnek vererek açıklamış. O dönem babasının yasağından ötürü İran rejimi hakkında eleştirel bir şey söyleyecek olsalar evde 4 kişi olmalarına rağmen izleniyor hissinden hiç çıkamadıklarını ve sessizce eleştirdiklerini bu durumun da ona spontane olarak bu sahneyi yazdırdığını söylüyor. Babasının durumundan ötürü kız kardeşiyle onları tehdit edemesinler diye kız kardeşini yurt dışına kaçırmaları da hayatlarındaki üzücü olaylardan biri. Yönetmen aslında senaryoda kendi hikayesini anlatmış. Filmde büyük çocuklarının kaçmak için anlaştığı kişilerin dediği köye doğru yaklaştıkça oradaki insanların konuşmaları kulağımıza aşina gelmeye başlıyor. Tükiye’ye doğru gelindiğinde Türkçe-Azerice karışımı konuşmalarını izliyoruz.

Filmde oyunculardan parantez açmak istediğim oyuncu küçük çocuğu oynayan Rayan Sarlak. Bir çocuk bu kadar iyi oyunculuk nasıl yapar gerçekten büyük bir keyifle izledim. Diyaloglar, konuşma tarzı, heyecanı, neşesi her kelimesini hissederek oynaması gerçekten çok güzeldi. Oyuncuların hepsi bir bütün oluşturmuş. Aralarındaki bağı, kaosu, hüznü, mutluluğu izleyiciye çok iyi aktarmışlar. İzlerken onların buruk mutluluklarıyla mutlu oldum, hüzünleriyle hüzünlendim.

Anne karakterin aslında ailenin beyni olduğunu tüm sorumluluğun annede olduğunu ve filmde kadın karakteri daha cesur gösterdiklerini söyleyebilirim. İran kültürünü az çok bildiğimizi düşünürsek buradaki kadın örneği üç erkek tarafından saygı ve sevgi gören el üstünde tutulan bir profile sahip ve bu şekilde izlemek filme güzel bir hava katmış. Baba karakteri daha geri planda. Filmde şöyle bir sahneye tanık oluyoruz. Çocuğunu bırakacakları köyün adresini almak için garip tiplerle konuşuyorlar ve konuşmayı anne yapıyor. Baba ise oturduğu koltuktan ‘Daha açık bir şekilde adresi almalıydın’ diyor. Bunun üzerine anne “Ayağın alçıda, ağzın değil!” diyor. Bu konuşma filmdeki erkek-kadın, anne-baba konumlarını da anlamamızı sağlıyor. Ataerkil bir sisteme sahip olan İran’da, kadınların günümüzde dahi nasıl sıkıntılar çektiklerini takip ediyoruz. Buna karşılık filmdeki anneyi sadece evlat özlemi ve acısı çeken bir anne olarak değil aynı zamanda daha iyi şartlarda yaşamak isteyen bir kadın olarak da görüyoruz.

Abbas Kiyarüstemi’nin yol filmlerinden de esinlendiğini söylemek mümkün. Abbas Kiyarüstemi ve Jafar Panahi’nin sinemasına bakıldığında Fars halkı ve onlarla birlikte yaşayan bütünleşen Azeri ve Kürt kökenlilerin dertlerini paylaştıklarını ve otantik İran kültürünün yapısını barındırdığını görüyoruz.

Filmde en beğendiğim sahne ailenin çadır kurdukları ve gece babanın tulumun içinde küçük çocuğunda onun üzerinde yatarken konuştukları sahneydi. O sahnenin diyalogları, çekimi çok güzeldi. Köpeklerini kaybettikleri sahnede mezar kazmaları, acıklı bir şarkı söylemeleri çok güzel çekilmiş sahnelerden bir diğeriydi. Filmin şarkılarını Payman Yazdanian yapmış ve bence filmi film yapan, vermek istediği hissi vermesini sağlayan filmdeki müzikti. Arabada söyledikleri o güzel şarkı da, hüzünle söylenmiş şarkılar da filmde verilmek isteneni veren en önemli unsurdu. Bu şarkıların çoğu devrim öncesi şarkılar, sanatçılarının çoğu yurt dışına kaçmak zorunda kalmış. İran hükümetinin çok da hoşuna gidecek şarkılar değil. Bu bile filmi izlemek için iyi bir neden. İran’da daha özgür bir tarafta çekmiş olduğu filmi vizyona sokamayacağını düşünüyorum. Film birçok dalda ödül kazanmış başarılı bir film. İzlemenizi tavsiye ederim.

Filmin sonlarına doğru gelindiğinde 4 kişi çıktıkları bu yolda artık 3 kişilerdir ve bir köpekleri de yoktur…

Hangi sonbahar büyülü sesiyle
Çağırdı seni ey mecnun!
Sen de cesaretini toplayıp gittin
Bir gelincik uğruna
Bizimle kal, perişan olsak da
Baharın gelmesini bekliyoruz burada
Bizimle kal ki birlikte
Yeniden doğuralım güneşi….

Hit the Road: Hüzün Yolculuğu

Bunlar da ilginizi çekebilir

Yorum Yap

Bu internet sitesinde, kullanıcı deneyimini geliştirmek ve internet sitesinin verimli çalışmasını sağlamak amacıyla çerezler kullanılmaktadır. Bu internet sitesini kullanarak bu çerezlerin kullanılmasını kabul etmiş olursunuz. Kabul Et Daha Fazlası...