Terzi: Kendi Söküğünü Dikebilir mi?
Çağatay Ulusoy uzun bir aradan sonra Terzi dizisi ile aramıza döndü. Teaserların dönmeye başlamasından itibaren kalitesi ile dikkat çeken dizi 2 Mayıs’ta Netflix’te izleyicisi ile buluştu. Rana Mamatlıoğlu ve Bekir Baran Sıtkı’nın senaristliğini ve Cem Karcı’nın yönetmenliğini üstlendiği yapımda Çağatay Ulusoy ile beraber başrolleri Salih Bademci, Şifanur Gül ve Olgun Şimşek paylaşıyor.
7 bölümden oluşan ve ortalama 40 dakika bölüm süresine sahip olan dizi Çağatay Ulusoy’un hayat verdiği ünlü terzi ve moda tasarımcısı Peyami Dokumacı’nın iş ile aile arasına sıkışmış hayatına odaklanıyor. Daha önce adı Süslü Korkuluk olan ve TV8’de yayınlanması planlanan yapım isim ve platform değişikliğine gitmişti.
Dizinin TV8 yerine Netflix’te yayınlanmasının sunduğu pazarlama ve global çerçevede izlenme avantajının yanı sıra kurulum ve sunum açısından TV dizilerinden daha keskin ve direkt mesajları kullanabilmesi, verilmek istenen duyguların daha sansürsüz yansıtılması ve bir TV dizisinden daha kısa sürede vurucu olabilmesi en büyük avantajı olabilir. Dijital platform sayesinde oyuncuların karakterlerini daha özgür yansıtılabildiğini yapımı izlediğinizde anlayacaksınız. Bu yüzden TV8’de yayınlanmamasının yapımın geleceği için daha doğru bir karar olduğunu düşünüyorum.
Dinamik bir girişe sahip olan dizide bize en baştan Peyami’nin ne kadar işine düşkün ve başarılı biri olduğu gösteriliyor. Peyami’nin ele avuca sığmayan en yakın arkadaşı Dimitri’nin ise ne kadar baş belası olabileceği en baştan bize yansıtılıyor. Dimitri kaotik ve eğlenceli bir arkadaş ama bir o kadar da karanlık bir tarafı olduğunu daha en başta hissediyoruz.
Hikaye ne kadar dinamik başlasa da bize havalı ve başarılı Peyami’nin çılgın çevresinden başka bir şey vadetmez diye düşünmeye başladığımız an bir anda akış değişiyor ve Peyami uzun süredir kaçmakta olduğunu anladığımız ailesi ile tekrar bir araya gelmek zorunda kalıyor. Hikaye bu noktadan başlayıp dallanıp budaklanırken hayatı boyunca ailesinden kaçmasının temel sebebi Olgun Şimşek’in hayat verdiği babası Mustafa. Bu noktada Olgun Şimşek’in oyunculuğuna değinmek gerek. Peyami’nin zihinsel engelli babasını oynayan Şimşek bize hem rolün iç dünyasının dışa yansımasını gerçek bir şekilde gösterirken hem de çocuksu bir bezdiricilikle Peyami’nin travmalarının sebebini bize çok iyi yansıtıyor. Peyami’nin ailesi ile zorunlu buluşmasının ardından Peyami öncelikli olmak üzere her karakterin gizem öğeleriyle bezendiği bir psikolojik-dram izlediğimizi o anda anlıyoruz. Mustafa sürekli bir korkuluğa sarılıyor bunun sebebini öğrenemiyoruz. 1. bölümün ortasından itibaren çok fazla gizem, gerilim ve soru işareti bombardımanı yaşıyoruz. Bu da aslında dizinin temel taşlarından biri.
Ailesi ile tekrar buluşması sonrası Peyami’nin spot ışıklarının arkasında kalan hayatına daha yakından dahil oluyoruz. Flashbacklerle çocukluk travmaları ve hayat amacı bize yansıtılan ana karakterimizin motivasyon kaynağını öğrenmeye başlıyoruz. Peyami’nin bütün hayatının hatta aşık olmasının önüne geçen en büyük tutkusu dedesinden öğrendiği terzilik. Bu konuda üstün yeteneği bize alışılmamış bir sunumda hazırlanan sekanslarla gösteriliyor.
Hikaye güzel gelişse de bize ihtiyacımız olan gelişme noktası birinci bölümün sonunda veriliyor. Peyami farkında olmadan Dimitri ile arasını bozacak hatta bağlarını kopma noktasına getirecek birini eve babasına bakıcı olarak alıyor. Aslında 1 bölümde tanışsak da 2. bölümden itibaren Şifanur Gül’ün hayat verdiği Firuze/Esved hayatımıza dahil oluyor. ve böylece gizem zincirinin son halkası noktalanıyor. Dimitri sürekli ciddiye alınmayarak travma yaşarken, Peyami her zaman en iyi olmak ve ailesini unutmak için çabalıyor. Esved ise her zaman bir şeylere zorlanmış ve kendine yuva arayan biri olarak temsil ediliyor. Dimitri, Peyami ve Esved’in travmaları, geçmişleri ve amaçları çerçevesinde gelişen dizi bu üç karakterin kişilik ve travma çakışmalarının arasında bizi bilinmeyen pek çok karanlık noktaya ve bolca soru işaretine götürüyor. Karmaşık ilerleyen yapımda bu üç karakter haricinde gerçekten her karakterin bir gizemi ve saklamak için her şeyi yapacağı büyük sırları var. Diziyi izlememize olanak sağlayan en büyük dinamik bu sırların olduğunun bize hissettirilmesi ama bu sırların asla ortaya çıkmaması. Sırlar ortaya çıktıkça ya da sırlara değinildikçe her karakterin aydınlık ve karanlık taraflarını net olarak görmeye başlıyoruz. Bu merak unsuru altında gelişen hikaye kocaman karmaşık bir düğüme dönüşüyor ve uzun süre de çözülmüyor. Fakat sırların yakınına geldiğimiz her an bizi yerinde, güzel ve karanlık müziklerle içine alan bir gerilim karşılıyor ve bu gerilim son ana kadar taşınıyor. Gerilim severler için birebir, boğucu ve düşündürücü ilerleyişe hazır olun derim.
Dimitri ile adalet arasında kalan Peyami bölümler ilerledikçe bunca kaosun arasında bir de aşık olarak içinde olduğu durumu çok karmaşık hale getirmeyi başarıyor. Düğüm üstüne düğüm eklenmesi yaklaşık 4 bölüm sürerken 5. bölümden itibaren Dimitri ve ailesinin sırları, Peyami ve Esved’in travmalarının derinine indikçe soru işaretleri yanıtlanmaya başlanıyor. Bunun yanında Peyami’nin babaannesi Sülün’ün (Cecile Toyon) Usta Yoda tavırları hem düğüm sürecinde hem çözüm sürecinde kilit bir rol oynuyor.
Peyami adaleti seçtikçe duvarlarından kurtulmaya ve spot ışıkları ve ipek kumaşların arasına gizlediği karakteri ortaya çıkmaya başlıyor. Düğümler ufak ufak çözüldükçe ve nihai sona yaklaştıkça tempo ve karakterlerin sergilediği reaksiyonlar büyümeye başlıyor. En başta bazı karakterlerin bize verdiği “Bunu neden yaptı ki şimdi?” hissi kayboluyor. Fakat dizi büyük bir yüzleşme ile sona erse ve tatmin edici bitse bile kimi gizem çözülmeden bizi yarım ve kafası karışık bir halde bırakarak bitiyor. Peyami’nin arada kalmışlığı son sahneden mükemmel temsil ediliyor. Tatmin edici ve klişe olmayan finalin ardından sorularla baş başa kalıyoruz.
Eleştirilecek noktaların en başında ise Mustafa hariç bütün karakterlerin (yardımcı karakter dahil) akışkan fakat çok asilzade hareketlere sahip olmaları geliyor. Bu hareketler, tavırlar ve konuşmalar bizi uzun süre oyuna dahil etmekte zorlanıyor ve burada yardımımıza ikili ilişkilerde sergilenen oyunculuk ve verilen tepkilerin doğallığı yetişiyor. Verilmek istenen duygu verilse de bazen izleyiciye aşırı gelebiliyor. Bazı sahnelerde konuşma sesleri dublaj yapılmış gibi geliyor fakat sahnenin canlılığı durumu kurtarıyor.
Dizinin teknik konularına değinecek olursak; Dinamik çekim metotları tercih edilmiş 3. şahıs kamera çekiminden başlayıp baş planda biten hareketli kamera çekimleri olayı, duyguyu ve motivasyonu çok iyi temsil ediyor. Bu çekim tekniği ile tercih edilen gerilim müzikleri, doğru kullanılan doğal ışıklarla birleşince dizinin kalitesi ortaya daha net çıkıyor. Parlak ve süslü temaları tercih eden yapımda kostümler ise özenilmiş ve toplumun sergilenen bu kesimini iyi yansıtıyor. Özellikle beraber büyüyen Dimitri ve Peyami’nin giyim tarzları karakterlerini ve iç dünyalarını yansıtacak şekilde süslü ama doğru tercih edilmiş parçalarla temsil edilmiş.
Toparlayacak olursak Terzi alışılmamış hikaye ve sahne sunumuyla ilgimizi çekerken, oyunculukları ve taşıdığı gizemleri, gerilimleri ile merakımızı diri tutan, ilgi çekici sonuyla da 2. sezonu şimdiden beklemeye başlatan bir yapım. İyi haber ise 2. sezon için çok beklemeyeceğimiz..
Terzi: Kendi Söküğünü Dikebilir mi?