Heretic: Din ve Monopoly
Merhabalar!
Bu yazıda Filmekimi’nde izlediğim ve bence bu yılın en iyi gerilim filmlerinden birini deşiyoruz: Heretic, Türkçe adıyla Sapkın.
Ne daha korkutucu olabilir? Her hareketimizi kontrol eden yüce bir güce inanmak mı, yoksa hiç inanmamak mı? İşte bu iki zıtlık, Scott Beck ve Bryan Woods’un yazıp yönettiği Heretic’in temelini oluşturuyor. İnancın korkutucu doğasına adım adım sürükleniyoruz izlerken. Daha önce pek çok film, dini fanatiklerin şiddetle hedeflerine ulaşmaya çalıştığını göstermişti, ama bu film aynı zamanda bir zihin oyunu.
Filmi izlerken hem ilkel hem de entelektüel açıdan tatmin edici bulduğumu söyleyebilirim. Hem kalp atışlarımızı hızlandırıyor hem de zihnimizi çalıştırıyor; bu da tür sinemasında pek sık rastlanmayan bir durum. Film, görsel olarak da oldukça etkileyici. Zaten görüntü yönetmeninin kim olduğunu öğrenince tüm taşlar yerine oturdu: Chung-hoon Chung. The Handmaiden ve Oldboy gibi filmlerden kendisini hatırlayabilirsiniz. Sınırlı bir mekânda geçen bir film olduğu için, Heretic’i çekmek üzere gerilim ustası bir görüntü yönetmeni bulmak önemli olmalıydı. Chung-hoon Chung, özellikle Oldboy’da kısıtlı alanlarda gerilim yaratma konusunda yetenekli olduğunu kanıtlamıştı. İzlemediyseniz kesinlikle listenize almanızı tavsiye ederim.
Peki filmde neler oluyor, biraz da ona bakalım.
Filmin başında Mr. Reed (Hugh Grant) ve onu kiliselerine dahil etmek isteyen iki Mormon misyoneri Rahibe Barnes (Sophie Thatcher) ve Rahibe Paxton (Chloe East) var. Mr. Reed, kızları eve davet edince başlangıçta bir kadın olmadan içeri girmeyi reddediyorlar, ama Reed, karısının başka bir odada turta yaptığını iddia ediyor ve hatta mutfaktan pişen yaban mersini kokusunu alabiliyorlar. Bu yüzden içeri girmeye karar veriyorlar. Sohbet derinleştikçe teolojik bir tartışmaya başlıyorlar, ama Reed hemen masayı çeviriyor ve onlara inançları hakkında sorgulama yapıyor. Sonuçta, tıpkı mutfakta karısının olduğuna inandıkları gibi, onlar da yüce bir güce inanıyorlar, çünkü öyle öğretilmiş…
Şimdi fazla detaya girmeden söyleyeyim: Mr. Reed’in Rahibe Barnes ve Paxton için başka planları var ve onları giderek daha sert testlere tabi tutuyor. Filmin ilk yarısı gerçekten gerilim dolu; genç kadınlar, görevleri ile artan korkuları arasında bir denge kurmaya çalışıyor. Acaba tehditler arttıkça durumu konuşarak kurtarabilirler mi? Reed’in sorularına doğru bir cevap var mı? Beck ve Woods’un yazdığı senaryo, dini tarih ile sosyopatik davranışları harika bir şekilde harmanlamış.
Grant, Mr. Reed rolünde bence Notting Hill’den sonraki en iyi performansını sergilemiş. Son zamanlarda daha karanlık rollere yönelmişti. Thatcher ve özellikle East de ona çok iyi eşlik etmiş. East’in canlandırdığı Paxton, ikilinin daha az sokak deneyimine sahip olanı; filmin başındaki sohbetten bunu anlıyoruz. Ancak East, film ilerledikçe karakterini basit bir kurbandan çok daha öteye taşımış.
Film yoğun diyaloglar içeriyor. Özellikle Monopoly oyunu ve dini inanışlar üzerine başlattığı tartışma birçok kişiyi etkileyecek, eminim. Ancak bilinmeyen bir film, bildik şeyler göstermeye başlayınca bazı güçlerini kaybetmiş. Yine de, birçok film tamamen çökerken Heretic’te öyle olmuyor. Kopacağınızı düşündüğünüz yerden hikâyeye tekrar bağlanıyorsunuz. Finaldeki bazı seçimler zamanla gülünç görünebilir, evet, ama o anlarda Rahibe Paxton ve Rahibe Barnes kadar kapana kısılmış hissetmiyoruz ve bilemeyiz, değil mi? 🙂
Özetlemek gerekirse, Heretic’in gerçek korkusu, şiddet eylemlerinden çok, Reed’in karmaşık planlarının insan doğası hakkında söyledikleri ve bunun yansımalarından geliyor. Neden inandığımız şeylere inanıyoruz? Sadece bize söylendiği için mi? Yoksa Reed’in okuduğunu iddia ettiği birçok kitabın ötesinde bir şey mi var? Bu film, ölümden sonra hiçbir şey olmadığı gibi, hayatlarımızı inşa ettiğimiz her şeyin bir yalan olduğunu ele alıyor. Şunu da belirtmek isterim: Bu film düşündüğünüz kadar din karşıtı değil; en büyük sorularını yanıtlamak için sizi bırakıyor. Eğer cesaretiniz varsa 🙂
Mısırlar patladıysa, yazıyı burada bitiriyorum.
İyi seyirler!
Heretic: Din ve Monopoly