Happyend: Gençlik Ayaklanıyor
Film festivallerinin en güzel yanı, dünya sinemasından farklı filmlerle bizi tanıştırması sanırım. İstanbul Film Festivali bünyesinde izleme şansı bulduğumuz onlarca film arasında Japon sinemasından bir örnek var ki, beni küçük detaylardan büyük olaylara tanıdıklık hissiyle sersemletti. Happyend ya da ülkemizde yayımlanan ismiyle Mutluson, Neo Sora’nın yazıp yönettiği Japonya-Amerika ortak yapımı bir film. Oyuncu kadrosunda Yukito Hidaka, Hayato Kurihara, Yuta Hayashi, Kirara Inori, ve Shiro Sana’nın olduğu film, yakın gelecekte lise öğrenimi gören bir grup gence odaklanıyor.
Japonya’nın kurgusal bir tezahüründe geçen Happyend, baskıcı bir yönetimin deprem korkusuyla konsolide ettiği; zenofobi ve faşizm ile yönetilen, “cyberpunk” olmayan, hatta günümüze çok benzeyen teknolojik bir geleceği anlatıyor. Politik yönleri kuvvetli olan filmde, gençliğin getirdiği duygularla kendilerine alan açmaya, hayatı tanımaya ve anlamlandırmaya çalışan bir grup gencin üzerinden bu baskıcı rejimin etkilerini tanımaya başlıyoruz.
Yuta ve Kou, çocukluklarından beri birbirlerinden ayrılmamış ve sırtlarını birbirlerine dayayarak büyümüş iki yakın arkadaştır. Yuta, ayrıcalıklı bir yaşama sahip olduğu için biraz da alaycı ve umursamaz bir karaktere sahipken; ailesi birkaç kuşak evvel Kore’den göçen ve bir “yabancı” olması her koşulda karşısına çıkan Kou, daha sert bir mizaca sahiptir. Yuta ve Kou, birbirlerinden ayrılmama sözü verdikleri diğer arkadaşlarıyla birlikte birçok hayat sınavına maruz kalırken, hayat onları değişime zorlayacaktır.
Baskıcı yönetimlerin abukluklarını bir lise üzerinden anlatma yoluna giden Happyend’de, bakanlıkla arası iyi ve spor araba düşkünü okul müdürüne yapılan “küçük” bir şakanın (spor arabasını okul bahçesine dikey oturtuyorlar), okul müdürü tarafından terör eylemi olarak adlandırılması sonucu okula, her hareketlerini denetleyen akıllı bir kamera sistemi yerleştirilmesiyle başlıyor. Bu kamera sistemi, öğrencilerin kurallara uymaması halinde otomatik olarak puanlarını düşürüyor. Otoritesini yasaklar ve cezalarla artırmaya çalışan okul yönetimine karşı bir grup öğrenci cephe alırken, bir kısmı ise bu yeni düzene uyum sağlıyor. Faşizmin getirdiği ayrıştırıcı politikalar ve okul içindeki baskının çeperleri büyüdükçe, Yuta ve Kou başta olmak üzere öğrenciler arasındaki farklar kendini gösterecektir.
Mesela; Yuta, yaşadığı zorluklara daha nihilist bir taraftan bakarak müziğin peşinden giderken; Kou, örgütlü bir mücadelenin saflarında kendini buluyor. Ya da Ata, başta direnç gösterdiği yönetime uyum sağlarken; Tom, kurtuluşu Amerika’ya kaçmakta bulacaktır. Bir taraftan onlara hala keyif veren ve uğruna çaba harcadıkları arkadaşlıklarını sürdürmeye çalışırken bir taraftan da kendi kimliklerini arayıştalardır.
Neo Sora’nın anlatımındaki mizahi dil, hikâyedeki ağır öğeleri yumuşatmayı iyi başarıyor. Karakterler arasındaki iletişim içten ve doğal. Zaman zaman kendi lise dönemime götüren ve o dönemde yaşadığım arkadaşlıkları hatırlatan anlar, film boyunca boğazıma bir yumru gibi yerleşti. Bu tanıdıklık hissi eminim izlediğinizde sizi de yakalayacaktır. Bunu da Sora’nın, farklı kültür ve dil bariyerlerine rağmen herkesin ortak bir paydada buluştuğu bir noktayı iyi yakalamasına bağlıyorum.
Hayatın bizleri sürüklediği farklı rotalarda, farklı mücadelelerin içine düşerken, değişimin kaçınılmazlığı herkesin hayatında mutlaka etki bırakmıştır. Bu, kimi zaman bir muhafaza etme dürtüsü, kimi zaman direnç, kimi zaman öfke olarak kendini gösterebilir. Her ne olursa olsun, sanırım önemli olan anları yerinde yaşamak. Happyend, karakterler arası anlarda yakaladığı hissiyatları hikâyesinin arasına katmanlar olarak işliyor. Nitekim hikâye finale doğru gelirken, edindikleri yeni kimliklerle; yaşadıkları acı-tatlı, o son çocukluk döneminin kapanışına şahitlik ediyoruz. Tıpkı bir zamanlar lise sıralarında hiç bitmeyecekmiş gibi gelen arkadaşlıklarımıza son kez ettiğimiz vedalar gibi.
Japon sineması, her dönem çıkardığı ilginç işlerle yaratıcı ve yenilikçi tarafı bulunan, bu yönüyle dünya sinemasında gerek örnek olduğu filmlerle gerek kültürel etkisiyle iyi bir yere konumlanmış durumda. Son dönemde de Drive My Car, Perfect Days, Çocuk ve Balıkçıl, Last Shadow at First Light gibi örneklerle bu savı güçlendiriyor.
Toparlayalım; Happyend, günümüz gerçekliğindeki distopik dünyasında anlattığı değişim hikâyesiyle İstanbul Film Festivali’nde en beğenerek izlediğim film oldu. Sinemanın kolektif tüketiminin gücüne inanan biri olarak, salondan genç yaşlı benzer tepkileri aynı anda duyduğum için bunun genel bir kanı olduğunu düşünüyorum.
Özellikle salonda bulunan lise grubu genç arkadaşlardan gelen protestonun gücüne dair edilen sözlere verilen onaylayıcı sesler; öğrencilere ve protestoculara söylenen “terörist”, “bozguncu” gibi sözlere attıkları alaycı kahkahalar çok özeldi. Buradan da Kadıköy Sineması’nda beraber izlediğimiz ortak paydadaki tüm dostlarımıza bir selam gibi olsun. İyi seyirler…
Happyend: Gençlik Ayaklanıyor