Anasayfa İncelemelerFilm İncelemeleri Ölü Mevsim: Herkes Farklı Hayatta

Ölü Mevsim: Herkes Farklı Hayatta

Yazar: Ömer Acıoğlu

Ölü Mevsim: Herkes Farklı Hayatta

Öncelikle şu soruyla başlamak mantıklı mıdır, bilinmez: Ölü mevsimi dediğimiz şey nedir? İşlerin az gittiği, durgun geçtiği bir zaman dilimidir. Fakat bu bahsedeceğim ölü mevsimi, normalde yaşanan bu ölü mevsiminden oldukça farklı bir ölü mevsimi.

Bugün, İstanbul Film Festivali’nin 6. gününde seyrettiğimiz 7. filmindeydik. Doğuş Algün’ün yönetmenliğini ve kurgusunu yaptığı, senaryosunu ise Selen Örcan ile birlikte yazdığı “Ölü Mevsim”, yaşadığı trajik bir çocuk kaybından sonra İstanbul’un muhafazakâr mahallelerinde sıkışan Nimet ile yaşadığı şehirde kendi mücadelesini vermeye çalışan Öznur’un hikâyesini anlatıyor.
Adana Altın Koza Film Festivali’nde En İyi Senaryo, En İyi Kadın Oyuncu, En İyi Erkek Oyuncu, Yardımcı Rolde En İyi Kadın Oyuncu ve Yardımcı Rolde En İyi Erkek Oyuncu ödüllerini; Ankara’da ise Mahmut Tali Öngören En İyi İlk Film, En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu ve En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu ödüllerini kazanan filmin başrollerinde Funda Eryiğit, Ece Yaşar ve Erdem Şenocak’ın yanı sıra Serkan Ercan ve Haydar Şahin de yer alıyor. Yapımını Gest Film’in üstlendiği “Ölü Mevsim”, bugün ve 20 Nisan tarihlerinde İstanbul Film Festivali kapsamında gösterilecek, Yeni Bakışlar bölümünde yarışacak ve ardından 2 Mayıs tarihinde Başka Sinema kapsamında vizyona girecek. Hazırsanız, hikâyeye balıklama atlayalım, içine dalalım.

Nimet, yaşadığı bir çocuk kaybının ardından İstanbul’un muhafazakâr mahallelerinden birinde sıkışıp kalıyorken; ömrünü birlikte geçirdiği küçük kardeşi Öznur da aile içinde bir sır taşıyor ve bu durumla birlikte başka olaylara da şahit olmaya başlıyoruz. Vurdumduymaz kocası Halil ile tartışmalı evliliği, abisi Faruk ile problemli olabilecek ilişkisi, ortanca kız kardeşin çaresizliği ve Arap işçi Halil’in yurt dışına gitme hayalleri de hikâyede yer alıyor.

Hikâye olarak bizi İstanbul’da baskıların ve dedikoduların bitmediği bir mahalleye götürüyor. Orada soluk renklere ve güvensizliği simgeleyen soğuk bir atmosfere rastlıyoruz. Diğer taraftan hikâyeyi iki kız kardeşin gözünden izliyoruz. İki kız kardeş, bu filmde birbirine hem bağlı hem de birbirlerine karşı mesafeliler. Öyle ki, bu hikâyeyi izlerken bir ailenin yavaşça bir ölü mevsimine dönüşmesini seyrediyoruz. Öylesine durgun, öylesine acı dolu, öylesine yalnızlık…
Fakat hikâye ne yazık ki bölük pörçük bir şekilde, yani biraz karmaşık ilerliyor. Sebebi, karakterler ve hikâyede bağlantı kurmanın zor oluşu. Çünkü filmde karakterleri izlerken, kimin ne yaptığını, nasıl yaşadığını ve onlara neler olduğunu tam anlamıyla kestiremedim açıkçası. Fakat sonuna doğru anlayamadığım parçaları daha sağlam bir biçimde tamamlayarak dengesini kurmayı başarıyor. Bu yüzden, senaryosu gayet iyi denebilecek bir yerde.

Görselliği konusunda ise film, hem mesafeli hem de yakın bir arkadaş gibi hissettiriyor. Uzak planlarda karakterlerdeki soğukluğu hissederken, yakın planlarda ise karakterlerin içinde saklı sırlar ortaya çıkıyor. Sarı ışıklar içimizdeki taş kalpliliği, beyaz floresan ışıklar ise daha kırılgan tarafımızı yansıtıyor. En önemlisi ise, gölge oyunlarıyla gitgide kaybolmanın acı tarafını çok güzel tasvir ediyor. Ayrıca, muhafazakâr ve baskıcı toplum yapısını da kadrajına almayı ihmal etmemiş. Görüntüler alabildiğine gerçekçi, soğuk ve acımasız. Bu sebepten ötürüdür ki, filmin görselliği en önemli unsurlardan biri hâline gelmiş. Madem görselliğinden bu kadar bahsettik, ismini analım da anlamlı olsun: Ece Latifaoğlu, bence Türk sinemasının en sağlam yeni görüntü yönetmenlerinden biri olacağını kanıtlayan bir isim.

Bu arada filmde sesler ön planda; hiçbir müzik kullanımı yok, en azından ben fark etmedim. Ses kullanımı, filmin hikâyesi açısından oldukça etkili bir yere evriliyor. Filmdeki sesler önce gerilimi artırıyor, hikâye ilerledikçe ise yavaşça sessizleşiyor — sakince, yavaşça ve derin bir şekilde.

Artık oyunculuklara geçme vakti geldi. Eğri oturup doğru konuşmak gerekirse, benim için öne çıkan birkaç oyuncu var. Nimet rolünü canlandıran Funda Eryiğit, soğuk bakışları ve mimikleriyle gerçekten çok iyi bir performans sergiliyor. Kocasını oynayan Erdem Şenocak ise, hafif vurdumduymazlığı ve altüst olmuş karakteriyle gönlümü fethetti. Küçük kız kardeşi Öznur’u canlandıran Ece Yaşar da biraz daha soğuk bakışlara sahip olsa da sıcak kanlı bir şekilde rolünü başarıyla oynuyor. Abisi rolündeki Serkan Ercan, Erdem Şenocak’tan adeta rol çalmış; o kadar sağlam bir performansa sahip. Arap işçi rolündeki Haydar Şirin’in temiz kalpliliği ise gerçekten etkileyiciydi. Ayrıca Müfit Can Saçıntı’yı böyle bir filmde görmek güzel bir sürpriz oldu diyebilirim. Patron rolünde, ciddi ama bir o kadar da başarılı bir performans sergilemiş.

Yavaşça kapatıyorum artık. Yarın “Hysteria”, “Escape” ve “Paydos” filmlerini yazacağım. “Ölü Mevsim”, bir insan olarak hayatta kalmaya çalıştığımız bu günlerde, bir ailenin dağılışını ve herkesin yavaşça hayattan çıkışını sert bir yumruk gibi yüzümüze çarpıyor. Nasıl ki bir işyerinin ölü mevsimi oluyorsa, bir ailenin de ölü mevsimini andıran çokça kaybı var. Düşündükçe, gayet iyi bir Türk filmi izlediğimi söyleyebilirim.
Puanımı iyiden yana veriyorum. Yarın tekrar görüşmek üzere, kendinize iyi bakın, şimdilik hoşça kalın.
Puan: 3,5/5

Ölü Mevsim: Herkes Farklı Hayatta

Bunlar da ilginizi çekebilir

1 Yorum:

Arap işçi Halil 20/04/2025 - 17:39

Ömer bey isimlerde bazı hatalar olmuş sanırım, nitekim Haydar Şirin diye biri yok filmin künyesinde

Yanıtla

Yorum Yap

Bu internet sitesinde, kullanıcı deneyimini geliştirmek ve internet sitesinin verimli çalışmasını sağlamak amacıyla çerezler kullanılmaktadır. Bu internet sitesini kullanarak bu çerezlerin kullanılmasını kabul etmiş olursunuz. Kabul Et Daha Fazlası...