Anasayfa İncelemelerFilm İncelemeleri Hanım: Yalnızlık Üzerine Bir Melodram

Hanım: Yalnızlık Üzerine Bir Melodram

Yazar: Asya Karataş

Hanım: Yalnızlık Üzerine Bir Melodram

80’li yılların İstanbul’u, kendini boğazın serin sularına vermiş Necip Kaptan (Eşref Kolçak), bütün şıklığı ve zarafetiyle bir İstanbul hanımefendisi olan Olcay Hanım (Yıldız Kenter), ve hayattaki en değer verdiği can dostu kedisi Hanım…

Halit Refiğ’in 1988 yapımı Hanım filmi işte tam da bu dört temel ana unsur arasında geçiyor.

Açılış sahnesi, elindeki kafeste taşıdığı bembeyaz kedisi ve Adnan Saygun’un o nefis piyano bestesi eşliğinde usul usul yürüyen Olcay Hanım ile başlar ve bizi 80’li yılların İstanbul sokaklarına götürür. Öyle ki, Olcay Hanım’ın kendi halinde kedisiyle olan bu yürüyüşü, mahalle sakinleri tarafından alay edilir gözlerle karşılanır. Bu alaylı sözler ve bakışların altında ise, Olcay Hanım’ın bunayıp kafayı kedisiyle bozmuş olma düşüncesi yatmaktadır.

İhtişamlı köşkünde kedisi ile birlikte yaşayan ve hayatını piyano dersi vererek sürdüren Olcay Hanım’ın hayattaki tek can yoldaşları kedisi Hanım ve piyano dersi verdiği öğrencisi Canan’dır. Olcay Hanım’ın Canan için ‘‘kapımı çalan birisi var en azından’’ şeklinde bahsetmesi de, içinde boğuştuğu yalnızlık hissine güzel bir örneklemedir aslında. Klasik müziğe meraklı ve oldukça saygılı bir genç kız olan Canan’a yeni besteler öğretmek ve onu bu kültürle eğitmek, Olcay Hanım’ı kedisi Hanım’dan sonra belki de hayatta tutan tek şeydir.

Yakın zaman önce rahim kanseri olduğunu öğrenen Olcay Hanım’ın, doktoruyla olan konuşmaları da filmin bana kalsa en can alıcı sahnelerinden biridir. Kocasını yıllar önce Dumlupınar deniz kazasında kaybeden Olcay Hanım, o günden beri hayatını bekar ve yalnız bir kadın olarak sürdürür.  Kocasının kaybından sonra da rahminde birtakım sancılar hisseden, ancak sağlık kontrollerini bu süre zarfında ihmal eden Olcay Hanım’a doktorun sorduğu bir soru bugünün Türkiye’sinde dahil birçok kadının ortak sorunu olur: ‘‘Hadi çekinmeyin söyleyin, baktırmaya da utandınız değil mi?’’

Olcay Hanım için yol bellidir. İnsanın çaresizlik içindeyken düştüğü bu vazgeçiş hali, belki de en çok bu kabullenişte hissedilir. İşin ucu ölüm olduktan sonra, tedavi ile daha fazla bocalayarak acı çekmeyi de reddeder. Yapayalnız hissettiği bu dünyada yaşamak için daha fazla çaba harcamaz. Gördüğü gittikçe değişen ve dönüşen bu dünyaya adapte olamaz. Minibüs sahnesindeki gençlerin konuşmaları karşısındaki kendini soyutlayışı da aslında buna bir örnektir. Kalabalığın içinde bile kendini yalnız hisseder. Ötekileşir adeta. Sanki orada oturmuyormuş, varlığından etrafındaki insanlar habersizmiş gibi… Bu noktadan sonra da artık onun için düşündüğü tek dert, kedisi Hanım’ı güvenilir birine sahiplendirmek olur. Fakat bu süreç içerisinde çaldığı her kapı, onu sonu belirsiz bir umutsuzluğa doğru sürüklemeye başlar.

Hanım’a sahip çıkacak birini bulmak pek de kolay olmaz. Son çare olarak düşündüğü, evi kediden geçilmeyen komşusu Madam Siranuş da artık İstanbul’u terk etmiştir. Komşusunun bu beklenmedik taşınması üzerine sahipsiz kalan kedilerinin belediye tarafından zehirlenmesi Olcay Hanım için oldukça vurucu bir darbe olur. Öyledir ki biz de bu acıklı sahnede Yıldız Kenter’in hayatını adamış olduğu o muhteşem oyunculuğuna bir kez daha hayranlıkla şahit oluruz. Olcay Hanım için masum bir hayvanın canına kıyılması akıl alır gibi değildir ve dünyayı yaşanabilir kılan ne varsa artık gözlerinin önünde kaybolur. En başta da ‘‘insanlık.’’ Belki de ondandır yaşamak için hiçbir mücadeleye girmeyişi; ve ondandır ki son görüşü olduğunu bildiği torununa da vedalaşırken iyi bir insan olmayı tembih edişi. Bu dünya artık gözünde sadece kötülük doludur, hayatı yaşanabilir kılan ne varsa gözleri önünde tek tek kayboluyordur. Onun için aslolan iyi bir insan olmakken, sohbet edebildiği tek insan olan Necip Kaptan’ın bile kediler hakkında acımasız cümleler sarf etmesi, ona yeni bir darbe daha yaratır. Gerisinde bıraktığı dostları bile Olcay Hanım için artık sadece bir hayal kırıklığıdır.

Olcay Hanım’ın hayatını kaybettiği sıralarda Hanım’ın akıbeti hala belirsizdir. Sahibinin cansız bedeninin yanı başında öylece duran Hanım, işte tam da bu noktada artık sadece seyirciye emanet kalmıştır sanki. Ondandır ki Olcay Hanım’ın kızı Ülkü’ye, annesinden kalan yadigara sahip çıkmak yerine sokağa atmasına ayrı bir hassasiyet gösteririz; öfke duyarız Ülkü’ye. Hanım, köşkü terk etmez. Satılığa çıkarılmış evin tek sahibiymiş gibi yağmur altında köşkün başını bekler adeta. Bu noktada Necip Kaptan, sanki yaptığı hatanın bedelini ödemek ister gibi çıkagelir Olcay Hanım’ın köşküne. Olcay Hanım için hayattaki tek bağı nasıl kedisi Hanım ise, Necip Kaptan için de bu bağ aşık olduğu kadın Olcay Hanım’dır. Öyledir ki sevdiği kadının kaybetmesiyle, hayatla kalan bu tek bağını da kaybeder. Senaristlerin altın vuruşuyla Hanım, filmin bu iki baş karakterleri Olcay Hanım ve Necip Kaptan için hayatla kurdukları bir döngü olur adeta.

Necip Kaptan, işte tam bu noktada sevdiği kadından kalan tek yadigarı sahiplenerek Hanım’ı kolları arasına alır ve Olcay Hanım’a kendini böyle affettirir sanki adeta. Onun içinse Olcay Hanım, gerisinde bıraktığı bu iki ruha gülümsüyordur o sırada yukardan belki de.

Hanım: Yalnızlık Üzerine Bir Melodram

Bunlar da ilginizi çekebilir

Yorum Yap

Bu internet sitesinde, kullanıcı deneyimini geliştirmek ve internet sitesinin verimli çalışmasını sağlamak amacıyla çerezler kullanılmaktadır. Bu internet sitesini kullanarak bu çerezlerin kullanılmasını kabul etmiş olursunuz. Kabul Et Daha Fazlası...