Anasayfa İncelemelerFilm İncelemeleri El Conde: Kan Emici Bir Diktatörün Yergisi

El Conde: Kan Emici Bir Diktatörün Yergisi

Yazar: Erkan Akmaz

El Conde: Kan Emici Bir Diktatörün Yergisi

El Conde, Şilili yönetmen Pablo Larrain’in prömiyerini 80. Venedik Film Festivali’nde yapan son filmi olarak Netflix’te izleyiciyle buluştu. Geçmişte yönettiği tarihi ve biyografik ögeler içeren filmleriyle ve son olarak sektörde popülaritesiyle ses getiren Spencer filmiyle tanıdığımız Larrain bu kez bizi bir kara mizah – korku filmiyle buluşturdu. Venedik’te ana yarışmada da boy gösteren yapım, festivalden en iyi senaryo ödülünü kaparak da ayrılmayı başardı.

Yapım; kara mizah unsurları içeren, siyah-beyaz çekilen, insanın doğasını sorgulayıp yorumlayan ve özellikle aslında ciddi bir politik eleştiri yapan, ilginç hikayesiyle farklı duran bir film olarak dikkati çekiyor. Larrain, yapımda kendisinin de doğduğu topraklar olan Şili’yi hikayenin ana merkezine alarak ülkesinin önemli tarihi kişiliklerinden olan ve yaşadığı dönemde Şili’de siyasi darbe yapıp ülkenin başına geçen bir general olan Augusto Pinochet’i bir vampir olarak tasvir ediyor. Tarihi bir kişiliği böylesine ilginç bir konseptin içine dahil etmesi de Larrain’in farklı bir hikaye tasarımcısı olduğunu kanıtlar nitelikte. Augusto Pinochet karakterini, tarihte iz bırakmış farklı dönemlerde ve mekanlarda gösteren El Conde, ölümsüz bir vampirin doğuşuyla startı alıyor. Fantastik ögelerle tarihi gerçekliği farklı şekilde ele alan film, Pinochet karakterinin zaman içerisinde yaptığı şeylerden sonra Şili’ye gelerek bir diktatorya kurmasıyla hikayenin ana noktasına adım adım ilerlemeye başlıyor.

Film devam ederken aynı zamanda yine Pinochet karakteriyle alakası olmayan farklı tarihi kimlikleri de görmüş oluyoruz. Bu absürt durumlar hem tuhaf hem de ilgi çekici gelmekle beraber farklı mekanlara uyumlu gidecek müzikler hikayeyi daha da izlenebilir noktaya taşıyor. 250 yaşlarına ayak basan bu vampir Pinochet karakteri yaşadıklarının da etkisiyle daha fazla yaşamak istemiyor ve Şili’de şaibeli şekilde yaklaşılan servetini ailesine bırakma kararı alıyor. Larrain, hem dünyadaki diktatörleri birer vampirle özdeşleştirirken aynı zamanda Pinochet’in ailesini de açgözlülük ve doyumsuzlukla nitelendirerek sembolik bir anlatımı da sergiliyor. Bu katmanlı eleştiri ve mesaj verme kaygısı hikayenin bazı noktada ağır hareket etmesine ve gereksiz dallanıp budaklanmasına da sebep olmuyor değil. İlgi çekici olan siyasi ve dini referanslarla yoğrulan hikaye, rahibe karakteri ve onun yaptığı sorgulamalarla aktarılan yan hikayeyle sekteye uğruyor ve bu anlatım yapımı sıkıcı hale sokma noktasına götürüyor. Filmin başından beri hikayeyi bize aktaran hikaye anlatıcısının filmin son noktasına doğru deşifre oluşu ve ilginç bir kişilik olması her ne kadar nispeten şaşırtıcı olsa da hikayeye hiçbir şey katmayan detaylardan biri olarak görünüyor.

Ancak bunun yanında hikaye bize son derece estetik görsellerle ve çekimlerle sunuluyor. Neticede bir vampirin hikayesini konu edinen yapımda bolca kan ve vahşeti de görmüş oluyoruz. Rahibe karakterinin gökyüzünde uçtuğu estetik sahne gibi diğer farklı sahnelerde de duyusal kaygının güçlü olduğunu görüyoruz. Görsel ve işitsel açıdan yapımın üzerine eğilindiğini, müziklerin oldukça hikayeyi izlenebilir kıldığını ve hikayeyi lezzetlendiren bu duyusal malzemelerin kuşkusuz başarılı kullanıldığını görüyoruz. Öte yandan diktatör olan bu kurgulanmış vampir karakterinin başından geçenlere tanık olduğumuz hikayede Larrain; bu diktatörün yaşadığı coğrafyada yarattığı tüm tahribatın sadece bu kan emici siyasinin eseri olmadığının, onun yanında olan paydaşlarının, ailesinin de bunların sebebi olduğunu bize anlatmaya çalışıyor. Anlatım olarak sıkıntıları olan bir yapım olsa da sadece halklarını vahşice sömüren diktatörlere sağlam bir eleştiri getirmekle yetinmiyor Larrain ve bu paydaş yan karakterlerle de insanın doğasının açgözlülük ve para hırsına elverişli olduğunu bize anlatmaya çalışıyor. Vampirin filmdeki dini referanslarla her ne kadar şeytani bir varlık olduğu vurgulansa da vampirin esas başardığı şeyin fanilerin zaaflarını ortaya çıkarması ve onları savunmasız hale getirmesi bir mesaj olarak izleyiciye aktarılıyor. Bu çoklu eleştiri, hikayenin ana fikrini de sığ olmaktan kurtarıyor. Pinochet’in gençken devrimci bir karakterken yaşlanınca ve ölmeyi hedeflerken statükocu kişiliğe sahip oluşu gibi sembolik detaylar da filmin artı yönleri olduğu söylenebilir. Öte yandan hikayenin esas eleştirisine dayanak sağlayacak detayların yüzeysel şekilde geçiştirilip vampirin fiziksel açıdan vampir olduğunun vurgulandığı gereksiz detaylar da izleyicinin gözüne sokulmuyor değil. Başka bir noktada da her ne kadar Carmencita adındaki rahibenin içinde bulunduğu sahnelerin belli bir kısmı filmi zenginleştirmekten çok dağınık bir görünüme sebep olsa da rahibeyi canlandıran Paula Luchsinger’in performansı filme olumlu bir eleştiri olarak ileri sürülebilir.

El Conde, yaratıcı bir zihnin yansıması olarak ortaya konulan bir yapım. Farklı ve ilgi çekici bir hikayesinin olmasının yanında baştan sona hep bir adım ileri bir adım geri hissiyatı uyandıran da bir yapım. Hikaye iyi olsa da görselliği ve müzikleri etkileyici olsa da anlatımı şekilsel olarak zayıf kalıyor. Bazı detaylar iyi işlense de kimisi son derece gereksiz ve eğreti duruyor. Larrain sanki bir yerden aldığını bir yerden veriyor gibi duruyor.

El Conde: Kan Emici Bir Diktatörün Yergisi

Bunlar da ilginizi çekebilir

Yorum Yap

Bu internet sitesinde, kullanıcı deneyimini geliştirmek ve internet sitesinin verimli çalışmasını sağlamak amacıyla çerezler kullanılmaktadır. Bu internet sitesini kullanarak bu çerezlerin kullanılmasını kabul etmiş olursunuz. Kabul Et Daha Fazlası...