Calvary: Garip Bir İrlanda İnsicamı
Yazar-yönetmen John Michael McDonagh’ın müthiş filmi Calvary, adını İsa’nın katledildiği Kudüs’ün dışındaki küçük tepeden alan, farklı bir polisiye, özlemleri olan bir kara komedi. Calvary ismi dikkat çekiyor ve izleyiciyi tetikte tutuyor. Ne de olsa infaz. McDonagh bizi İrlanda’nın batı kıyısı boyunca bir ileri bir geri götürürken profan ve kutsal, lanetlenmiş ve ilahi arasında gidip gelirken, bir geminin ufuk çizgisindeki deniz feneri gibi yanıp sönüyor. Hoşumuza gitse de gitmese de bunun nereye varacağını biliyoruz.
Günah çıkarma kabininin karanlığında, Peder James (Brendan Gleeson) öldürülmek üzere olduğunu öğrenir. Izgaranın arkasında, gölgeli bir cemaat üyesi çocukken tacize uğradığını ve intikam almaya kararlı olduğunu açıklar. Peder James, kilisenin bir temsilcisi olarak suçu üstlenmek üzere seçilmiştir; iyi rahip, kötüye vekâlet etmek üzere görevlendirilmiştir. Adeta çarmıha gerilmesi için bir sonraki pazar günü sahilde yer ayırtılmıştır. Rahibin artık kendi hayatını düzene sokmak için bir haftası vardır.
Buradaki potansiyel katil kim? Biz bilmesek de Peder James kendisine işkence edenin kimliğini bildiğine inanmaktadır. Bu da filmi sürekli bir körebe ya da postmodern Cluedo olarak oynanan haçın istasyonları turuna dönüştürür. Acaba bu kişi şamatacı yerel kasap (Chris O’Dowd) ya da kibirli silahtar (Dylan Moran) olabilir mi? Kötü niyetli halk görevlisi (Pat Shortt) mi, yoksa küçük hınzır doktor (Aidan Gillen) mu? Kim bilebilir ki? En az birbirileri kadar kötüler. Başta tek bildiğimiz, suçlunun Peder James’in saçmalayan, dürüst meslektaşı Peder Timothy Leary (David Wilmot) de olabileceği. Aslında bu da bize filmin ne kadar yaramaz ve ilgimizi odağına aldığını gösteriyor.
Filmin atmosferi ve yapıları derin bir dil sevgisi ve keskin bir mekan duygusu oluşturuyor. Önce zevkle mırıldanan sonra da bize pençelerini gösteren küçük bir muziplik gibi yani. McDonagh bu filmi “yüceltilmiş intihar üçlemesi”nin ikinci bölümü olarak tanımlıyor, ancak skandallarla boğuşan ve otoritesi azalan Katolik kilisesi için hüzünlü bir uyanış olarak görülmesi daha doğru olur. Yani Katolikler alınmasın ama bizdeki mezhep çatışması gibi bir durumları var her an.
Her karakter pederin yanında binbir günahla geziyor gibi. Yani baktığınızda cemaat üyeleri karılarını dövüyor ve bar tuvaletlerinde kokain çekiyor. Birbirilerinin karılarıyla yatıyor gibi gibi. Özetle bu insanlar kötülükle dolup taşıyor, sefalete saplanmış durumdalar. Hatta içleri çürümeye yüz tutmuş.
Yeni özetle McDonagh’ın kurgusu alışılmadık. Neredeyse tüm sahneler tiyatroda “iki elli” olarak adlandırılan, yani yalnızca iki karakter arasında geçen konuşmalardan oluşuyor. Her sahne, filmin teması olan affedilmenin kazanılması ve doğru olduğu söylenen eylemi yapmanın yeterli olup olmadığı konusunun belirli bir varyasyonunu ele alıyor. Gleeson’ın performansı muhteşem; keskin, şefkatli, şaşkın, asla entelektüel olarak canlı olmayan. McDonagh’ın diyalogları da benzer şekilde asla keskin değil ve sadece ara sıra oyuncunun İrlanda aksanı yüzünden bozuluyor. Film ilerledikçe Peder James’in cemaati sapkın bireylerden oluşan bir gruptan, uzlaşmaz bir şekilde kindar delilerden oluşan bir gruba dönüşüyor. McDonagh, günümüzde ve bu çağda, esasen absürdist bir alegori yaratarak önemli riskler alıyor. Filmin finalinde, bu seyirci bir ya da iki riskin tam olarak işe yaramadığını hissetti, ancak McDonagh’ın ustalığına olan hayranlığım değişmedi. Bu öyle bir film ki, ekrandayken heyecanlandırıyor, rahatsız ediyor ve jeneriği bittikten sonra da uzun uzun konuşuluyor. İster Katolik ister İrlandalı olun, bu “Calvary” hiçbir şekilde filme ayırdığınız zamanı boşa harcamanıza neden olmayacak.
Calvary: Garip Bir İrlanda İnsicamı