Anasayfa İncelemelerFilm İncelemeleri Beau is Afraid: Saykodelik Bir Yolculuk

Beau is Afraid: Saykodelik Bir Yolculuk

Yazar: Kübra Şişman

Beau is Afraid: Saykodelik Bir Yolculuk

Ari Aster’ın yazıp yönettiği korku komedi türündeki Beau Is Afraid, 9 Haziran’da Türk sinemaseverlerle buluştu. Film annesinin ölüm haberiyle cenazesine katılmak için yola çıkan Beau’nun başına gelen talihsiz serüvenler dizisini konu ediniyor. Filmde Joaquin Phoenix, Beau rolünde yer alıyor ve ona annesi rolünde Patti LuPone ve onu evlat edinen aile rolünde de Amy Ryan ve Nathan Lane’i görüyoruz. Aster bu filmde de yine sürekli çalıştığı görüntü yönetmeni Pawel Pogorzelski ile iş birliği yapıyor.

Hereditary ve Midsommar gibi başarılı filmlere imza atmış olan Ari Aster’ın yazıp yönettiği Beau Is Afraid, eleştirmenler tarafından arada kalmış bir film. Bazları tarafından çok beğenilirken bazıları tarafından anlaşılması gün olarak adlandırılmış. Genellikle filmlerinde karmaşık karakterler, psikolojik çözülme, aile dinamikleri ve travma gibi temaları ele alan Aster, izleyiciyi yine psikanalitik motiflerle bezenmiş bir içsel yolculuğa çıkarıyor. Diğer filmlerinde de Sigmund Freud’un izlerine bol bol rastlanıldığı gibi Beau Is Afraid filmini de Freud’dan ayrı incelemek oldukça zor.

Beau Is Afraid, farklı bir gerçeklik ve zaman kavramıyla Beyaz perdeye aktarılmış. Sinema diliyle anlatılan bir içsel yolculuk. Tek bir sahnesinde bile boş sahne olmayan, katman katman aktarılan ve her katmanda bilincin daha da derinliklerine sürükleyen bir film.

Ciddi kaygı bozukluğu ve agorafobi ile mücadele eden Beau Kontrol manyağı ve narsist bir anneyle büyümüş ve bireyselleşme sürecini tamamlayamamış orta yaşlarda biri olarak resmedilir. Bir çocuk gibi konuşur ve davranır. Evinden ayrılmamak için sebepler bulan Beau, kısmen esprili sayılabilecek bir dille annesinin ölüm haberini aldığında korkularıyla yüzleşip güvenli sığınağından ayrılmak zorunda kalacaktır. Olayların fitilini ateşleyen sahne insanlar için belki de en kişisel sayılabilecek alan olan banyoda küvetin içindeyken küvetin tam üstündeki duvara tırmanmış bekleyen adamın Beau’nun üzerine düşmesi ve küvetin içinde boğuşmalarının ardından Beau’nun çıplak bir şekilde kaçması olur. İlk kez bu sahnede görülen su detayı psikolojide bilinç dışını sembolize eder. Beau kendi korkularıyla ilk yüzleşmesini yapmıştır. Korkuyla çıplak bir şekilde sokağa fırlayan Beau sokak ortasında bıçaklanır ve bir arabanın altında kalır.

Beau’ya çarpan kişiler onu evlerine götürüp kendi çocuklarıymış gibi ilgilenirler. Bu aile çok sevecen ve yardım sever görünür ama Beau onlarla zaman geçirdikçe gerçeğin öyle olmadığını görür. Annesinin cenazesine gitmekten alıkoyulan iyileşme sürecindeki Beau’ya üzülen kadın kamera kayıtlarına bakmasını söyler. Kamera görüntülerini izlerken geri sarmak yerine ileri saran Beau, kayıtlarda bir saniye sonra gerçekleşecek olayı ve filmden başka bir sahneyi görür. Bu sahne Beau’nun artık bilincinde ilerleme yoluna girmesini imgelemektedir. Akabinde de evden kaçar ve kendini bir ormanda bulur. Ormanın içinde çadırlarda yaşayıp tiyatro gösterileri yapan bir ekibe dahil olur. Ki bu tiyatro sahneleri beki de filmin izlemesi en keyifli sahneleriydi. Ekibin sergilediği tiyatro oyununu izlerken hikayedeki karakterle kendini özdeşleştirip yine kendiyle yüzleşmesine şahit oluruz. Bu sahnede de yine su kenarında iç benliğiyle konuşurken hatalarını kabul edip sudan bir yudum içtiğinde yıllardır ulaşmak istediği şeylerin tam ortasında bulur kendini. Kendi benliğini bulma ve bireyselleşme sürecinin adımlarından birini izleriz burada da.

Bir şekilde cenaze evine ulaşmayı başaran Beau, törene yetişmeyi başaramamıştır. Kısa bir süre koltukta uyuya kalır ve uyandığında onu bekleyeceğine söz verdiği çocukluk aşkı Elaine ile karşılaşır. Dürtülerine hakim olamaz ve Elaine ile birlikte olur. Beau’nun babası o daha doğmadan evvel kalp rahatsızlığı sebebiyle cinsel birleşim sırasında ölmüştür ve Beau da genetik olarak risk altındadır. Fakat bu birleşme sonunda ölen kişi Beau değil Elaine olmuştur.

Bu kaotik anda odaya ölmüş olması gereken annesi gelir. Beau’nun kendi cenazesini planlayıp ölmediği anlaşılan annesiyle yüzleşme vakti gelmiştir. Aralarındaki konuşma kavgaya dönüşür ve annesi Beau’yu sık sık rüyalarında gördüğü o tavan arasına kapatır. Annesinin onu tavan arasına kilitlediği sahnede Beau bunun tıpkı rüyalarındaki gibi olduğunu düşünür ama sonra bunun bir rüya değil de kendi anısı olduğunu anlar. Burası Beau’nun bilinç dışıdır. Freud’un bilinç dışını evin kimsenin kullanmadığı bir tavan arasına benzetmesi gibi bu sahnede de en karanlık anılarla yüzleşme gerçekleşir. Orada annesinin işte senin baban buydu diyerek gösterdiği devasa boyutta bir penis görürüz. Beau hiç görmediği babasını kafasında erkeklik sembolü olan penis şeklinde tasvir etmektedir ve penisin peygamber devesi olarak da bilinen mantide benzeyen kolları vardır. Erkek mantidlerin cinsel ilişkiye girdikten sonra dişler tarafından öldürülme riskleri vardır ve bu risklerin farkındadırlar. Beau’nun babası da nesillerdir aktarılan sağlık sorunlarının farkında olmasına rağmen bu riski almıştır. Tavan arasından kurtulup gerçekliğe dönen Beau, öfkesine hakim olamayıp annesini öldürür ve son yüzleşme de böylelikle başlar.

Son sahnede Beau’nun içsel vicdan muhasebesini izliyoruz. Yeniden su metaforunun tam ortasında onu izleyen yüzlerce gözün önünde en karanlık korkularıyla yüzleşir. Bu sahnede bir avukat ve hatalarını yüzüne vuran bir yargıç vardır. Avukat çok uzakta ve yüzü belli belirsiz bir şekilde görünür nitekim sonunda da aşağı atılarak susturulur. Yargıç ise gür sesiyle tüm ortamı inletir ve annesinin yanı başındadır. Sonuç olarak Beau kendini suçlu bulur ve suda boğulur.

Film süre olarak oldukça uzun. Tam üç saat. Psikolojik sembolizmin belki de her sahnede göründüğü bir film. Bu da odağı bir miktar kaybetmeye sebebiyet verebiliyor ki bir saniyesini dahi kaçırmak filmi anlamaktan uzaklaştırabiliyor insanı. Ve belki de filmin en akılda kalıcı yanarından biri de şüphesiz oyunculuklardı. Phoenix o kadar iyi oynamış ki tüm duyguları seyirciye geçirmeyi çok iyi başarmış. Özellikle filmin başlarındaki o gerginlik neredeyse izleyiciye de anksiyete krizi geçirtebilecek kadar başarılı yansıtılmış. Özellikle Phoenix yumuşacık ses tonuyla oynadığı karakter için tam olarak doğru oyuncu seçimi olmuş. Görüntüler konusunda Ari Aster zaten kendini çok iyi kanıtlamış bir yönetmen. Yine büyüleyici bir görsel şov koymuş ortaya. Renk paleti şahane, geçişler muazzam. Ve özellikle filmin sonlarında kullanılan gerici müzikler amacına çok iyi hizmet etmiş.

Karakterlerin iç dünyalarını keşfetme yöntemlerini yansıtmayı çok iyi bilen Aster, yine gerilim ve korku ögeleriyle seyirciye unutulmaz bir serüven yaşatıyor. Yer yer anlaşılması güç olsa da yine kesinlikle hayal kırıklığına uğratmayacak bir Ari Aster filmi.

Beau is Afraid: Saykodelik Bir Yolculuk

Bunlar da ilginizi çekebilir

Yorum Yap

Bu internet sitesinde, kullanıcı deneyimini geliştirmek ve internet sitesinin verimli çalışmasını sağlamak amacıyla çerezler kullanılmaktadır. Bu internet sitesini kullanarak bu çerezlerin kullanılmasını kabul etmiş olursunuz. Kabul Et Daha Fazlası...