Aşk Büyü vs Röportajı: Ümit Ünal
Geçtiğimiz günlerde Mubi’de gösterime giren ve güzel yorumlar alan Aşk, Büyü, vs. filminin yönetmeni Ümit Ünal ile bir araya geldik ve son filmi ile kariyeri üzerine bir sohbet gerçekleştirdik. 9, Anlat İstanbul, Nar ve Sofra Sırları filmleriyle tanıdığımız başarılı yönetmenin son filmi Aşk, Büyü, vs., Büyükada’da geçen yirmi yıllık bir aşk hikâyesini anlatıyor.
Ayrıca, Aşk, Büyü, vs. İncelememize buradan ulaşabilirsiniz: Aşk, Büyü vs.: Yirmi Yıl Sonra Yeniden
Hazal Açma: Merhabalar Ümit Bey öncelikle bizleri kırmayıp davetimizi kabul ettiğiniz için çok teşekkür ederim. Şu soruyla başlamak istiyorum. Aşk Büyü vs. yapma fikri ilk ne zaman ortaya çıktı?
Ümit Ünal: 2016’da bir yapımcı arkadaşla adada, tek bir günde geçen bir hikaye fikri üzerine konuşmaya başladık. O düşündüğümüz hikayenin şimdiki “Aşk, Büyü vs” ile pek ilgisi yoktu ama ilk tohum o zaman atıldı diyebilirim. O ilk hikayeden bir iki diyalog, espri bu filme de sızdı. Senaryonun bu halini 2018’de yazdım.
Ülkemizde LGBTİ+ insanların üzerinde yapılan baskılar göz önüne alındığında iki kadın arasındaki aşkı anlatırken yapım sürecinde çekinceleriniz oldu mu ve seyirci tarafından nasıl tepkiler aldınız?
Bu konuda en büyük baskı sinemanın ticari alanından geliyor. Ülkemizde LGBT+ temalı bir hikaye yapmaya kalkışınca ticari yapımcılar hemen uzaklaşıyor. Ticari umutlar besleyerek LGBT+ filmi yapmak imkansız, dolayısıyla büyük bütçeler ummak da imkansız, günümüz şartlarında. Onun dışında her zamanki endişeler elbette vardı ama Türkiye’de sadece LGBT+ değil, herhangi bir konuda ciddi bir söz söylemeye kalkışırsanız endişe de beraberinde geliyor. Ülkemizde fikir üretmek, fikir sahibi olmak tehlikeli bir şey. Bugüne kadar seyirciden filmin konusu yüzünden hiçbir tepki almadım. Sosyal medyada, filmi görmeden, sadece özetine bakarak önyargıyla karar verenler vardı elbette. Ama görenlerin büyük çoğunluğu filmin bir suistimal sineması örneği olmadığını, seyircinin cinsel zaaflarını sömürmediğini, ciddi bir derdi olduğunu anladılar, o derdi paylaştılar.
Filmi çok kısıtlı bütçe ve zamanda çekmişsiniz. Bu noktada sizi beslediğini düşündüğünüz noktalar oldu mu?
Yaratıcılık aslında kısıtlamalardan beslenir; sonsuz olanaklarla değil, elindeki olanaklarla, bulunduğun koşullarda bir şey yapabilmektir. Sonsuz olanaklar, sonsuz “özgürlük” illa ki yaratıcı manada en iyi sonucu verecek diye bir şey yok. Bu filmde elimdeki kısıtlı olanaklara göre basit bir sinema dili kurdum. Kimi seyirciler TV dizilerini, Hollywood filmleri seyrede seyrede, daha pırıltılı, şaşaalı bir görselliğe alışmış ve bu basit dil ilk bakışta yadırgatabiliyor onları. Ama o şaşaalı görünümün bir maliyeti var ve demin söylediğim gibi, bir lezbiyen aşk hikayesi için o kaynakları yaratmaya imkan yok ülkemizde. Bu hikayeyi Hollywood estetiğiyle çekmek mümkün değildi, ya bu mütevazı, sade dille anlatılacaktı ya da hiç anlatılamayacaktı.
Filmin en çarpıcı sahnesi Reyhan karakterinin Safiye Ayla’nın Güzel Bir Göz Attı Beni Derin Bir Sevdaya şarkısını söylediği sahneydi. Ben dahil birçok kişiyi inanılmaz etkiledi. Şarkıyı seçmenizdeki özel sebep nedir?
Bizim çocukluğumuz Alaturka çalınan evlerde geçti. Benim kuşağımdan olanlar çocukluğunda radyoda çok alaturka dinlemiştir. Evlerde hep açık bir radyo olurdu ve TRT kanalında sürekli eski şarkılar çalardı. Bilmeden, çoğu zaman anlamadan dinlerdiniz ama bir bakardınız ki siz de öğrenmişsiniz, mırıldanıyorsunuz. Alaturka hayatımızın organik bir parçasıydı, içimize yerleşmişti. Sevdiğim, bende hatırası ve anlamı olan bir çok eski Alaturka şarkı var. Bu şarkı da onlardan biri. Yıllardır içimi ezen, her dinleyişte üzüldüğüm ama yine de çok sevdiğim bir şarkı.
Filmin bence en değişik sahnelerinden biri zombiler ve dünya nüfusunu azaltma konusundaki teorilerin olduğu sahne sanki pandemiyi öngörüyor ve bizleri uyarıyorsunuz. Bu sahneyi yazarken veya çekerken anlattıklarınızın bu denli gerçekleşeceğini düşünüyor muydunuz?
Elbette düşünmüyordum. Kehanet yeteneğim yok. 🙂 Bu pandemi boyutunda bir olayı hayal etmek bile çok zordu herhalde hepimiz için. Ben bir yılda ancak işin ölçeğini kavrayabildim diyebilirim. Tüm boyutlarıyla anlamamız da yıllar alacak. Çok büyük bir felaketten geçiyoruz. Bilgi kirliliği, komplo teorileri çevremizi sarmış durumda. Pandemi öncesinde de dünya komplo teorileriyle kaynıyordu. Düz dünyacılar, kıyametçiler, antika gizli örgütler vb. Ben bunları genelde komik buluyorum. Filmdeki zombi sahnesi benim komplo teorisi meraklılarıyla dalga geçmek istememin sonucu. Biri büyüye inanan, diğeri inanmayan aşk konusunda da kafaları çok karışmış iki insanın karşısına, kafası onlardan da karışık biri çıksın ve karman çorman bir komplo teorisi anlatsın istedim. O tiradın sonundaki “Aşklarımız büyülerimiz… hepsi toz olup havaya karışacak” sözü aslında sahneyi yazma sebebim biraz da.
Zombi sahnesindeki öngörünüzü temel alarak pandeminin sinemaya olan etkisi ve pandemiden sonra sinema salonlarının akıbeti hakkında neler düşünüyorsunuz merak ediyorum açıkçası.
Biliyorsunuz, pandemi öncesi de sinema salonlarının hali çok iç açıcı değildi. Seyirci sayıları düşüyordu, yapımcılar ve dağıtımcılar arasında anlaşmazlık vardı. Bütün dünyada seyirci sinema salonlarından çok online platformları tercih eder hale gelmişti. Bu korkarım artarak sürecek. Uzun vadede sinema salonlarının büyük perde konusunda ısrarlı bir meraklı azınlığa seslenen, seçkin bir eğlence olacağını sanıyorum. Ama sinema, yani hareketli resimlerle hikaye anlatma sanatı, başka mecralarda hayatına aynı şekilde devam edecek. Biz yine işimizi yapacağız.
Kariyerinize gelecek olursak Yeşilçam’da bir süre senaryolar yazdıktan sonra Yeşilçam’ın bitişinin ardından reklam yazarlığı yapmaya başlamışsınız ondan sonra 2001 senesinde ilk filminiz “9”u çekmişsiniz. Sizi tekrardan sinemaya iten neydi özellikle yönetmenlik yapmaya?
Sinemadan hiç kopmadım aslında. Projeler geliştirmeyi, senaryolar yazmayı sürdürdüm. Anlat İstanbul ve 9, reklamcılık yaparken geliştirdiğim senaryolar. Ama başka yönetmenlere senaryo yazmaktan hayal kırıklığına uğramıştım, artık başkası için yazmak istemediğimden emindim, kendi senaryomu kendim çekebilecek olanaklara kavuşana kadar kıyıda durdum. 1990-2000 arası reklam yazarlığı yaptım, ’96’dan itibaren reklam filmleri çektim bu beni teknik anlamda çok geliştirdi.
Son olarak sinemaya yeni girecek gençler için önerileriniz neler ve Ekranom okurlarına neler söylemek istersiniz?
Sanırım kendine temel hedefler koymak ve o hedefe göre çalışmak gerek. Ben çok dağınık yaşadım ve çalıştım, biraz geçim derdi gibi mecburiyetlerin ama daha çok içgüdümün yönlendirmesiyle, hiç bir plan olmadan aklıma eseni, içimden geleni yaptım. Ama hevesli gençlere ne istediklerini iyi belirlemelerini, hedeflerini doğru seçmelerini ve azimle, yan yollara sapıp vakit kaybetmeden o hedefe doğru çalışmalarını öneririm.
Aşk Büyü vs Röportajı: Ümit Ünal
Hazal Açma’nın Diğer Yazıları İçin Tıklayın.