11. Uluslararası Antakya Film Festivali Röportajları #2: Zeynep Öykü
“İNSANLARA MORAL OLMAK İÇİN ANTAKYA’DAYIZ”
11. Uluslararası Antakya Film Festivali’nin 2. gününde de film gösterimlerinin yanı sıra Antakya halkı için düzenlenen gösteriler devam etti. Usta Sanatçı Suavi önderliğinde kurulan Dostlar Dayanışması Derneği(DostDaDer), Başkan Yardımcısı Adnan Güzelmansur ve Genel Sekreter Sümbül Adalı, Antakya Film Festivali Yönetimi ile Serinyol Dostlar Yerleşkesi’nde düzenlediği etkinlikte Ünlü Arp Sanatçısı Zeynep Öykü’yü ağırladı. Hem arp yapımı hem de Arpa Doppia çalabilen sayılı isimlerden olan Öykü, hem sanat hayatını hem de Antakyalılarla beraber olabilmenin önemini Ekranom’a anlattı. Konser sonrası festival yönetimi ve DostDaDer tarafından destek ödülü de alan Öykü, “Bugün yüreğimize hitap eden hüzünlü şarkılar dinledik. Ve inşallah dinleyenlere de iyi gelmiştir diyorum.” diye konuştu.
Enis Derdimentoğlu: Öncelikle sizi tanıyalım?
Zeynep Öykü: Ben Zeynep Öykü. Türkiye’deki tek Barok Arp Sanatçısıyım. Erken dönem müziği alanında uzmanım ve eşim Ali Öztürk ile beraber Anatolian Harps ismiyle Türkiye’deki ilk ve tek arp üretimini de başlattık.
Barok müzik ile ilgilisiniz. Bu söyleyeceğim sizin kendi demecinizden bir kısım; “Klasik müzisyenler genelde Barok Dönem ile ilgilenmez diye bir lafınız var. Siz neden Barok müziği ile ilgileniyorsunuz?
Ben erken dönem müziği yapıyorum. Klasik müzisyenler için genelde 1650 civarında müzik başlıyor. Barok müzikle Bach ile birlikte başlıyor. Ama bunun daha öncesinde yani Barok’un biraz daha öncesinde erken Barok ve daha öncesiyle ilgilenmiyorlar. Bilgi az, birazcık farklı bir eğitim gerekiyor, farklı bir bakış gerektiriyor. Daha farklı öncelikte gerekiyor çünkü klasik dönem müziğinde sizin için her şey hazırlanmış. Erken dönem müziğinde doğaçlamalar var ki bugün bazı parçalarda doğaçlamalar ekleyerek çaldım ve bir özgürlük var. Birazcık caz havası var ya da Türk müziğindeki, özellikle Orta Çağ Türk müziğine benzetiyorum yapısı açısından. Klasik müzik eğitimine ve o kafaya biraz ters diye düşünüyorum.
Peki şimdi hem dünyada hem Türkiye’de çok fazla ilgilenilmeyen ve bilinmeyen bir dönemle ilgili müzik yapıyorsunuz. Hem Türkiye’de hem dünyada tepkiler nasıl?
Aslında çok fazla ilgi olduğunu düşünüyorum ben. Çok niş, ilginç bir sanat dalı ve kimse bununla ilgilenmez deniliyor bana sık sık. Her yeni bir proje fikriyle geldiğimde, bu çok saçma niye böyle bir şey yapıyorsun? Git film müziklerini arp ile yap. Herkes dinlesin. Sevilen şarkıları arpla çal falan diyorlar. Ama ben sadece kendime kendi duygularıma yönelik bir sanat yapmak istiyorum. O anda benim kalbimden ne geçiyorsa onu yapıyorum aslında. Bana güzel gelen, benim duygularımı hareketlendiren müzik çalmak istiyorum. Ve bugün bu müzikleyim, yarın başka bir şey olabilir. Çünkü insan olarak gelişiyoruz ve değişiyoruz. Yarın ne yapacağımı ben bilemem. Çok farklı bir proje ile gelebilirim. Ama şu an ben bunları hissediyorum ve farklı müzikten yapılan sanat gerçekten insanları ulaşıyor diye düşünüyorum. Dolayısıyla bunu insanlar dinlemez ya da dinler gibi bir kaygım hiç olmuyor. Ve dinliyorlar da çünkü ben yürekten yapıyorum müziği.
“İNSANLARIN İLGİSİ ARTIYOR”
Peki, Arp üretimi de yapıyorsunuz ve Türkiye’de teksiniz. Arp üretimi nasıl başladı?
Yokluktan ve zorluklardan tamamen. Pandemide arp ithalatı çok zorlaştı. Zaten arpın ithalatında çok zorlanıyorduk. Ben eğitim veriyorum uzun yıllardır ve online eğitimle birlikte Türkiye’nin her yerinde öğrencilerim var şu an benim. Çünkü bir hoca kıtlığı var gerçekten. Ve öğrencilerime arp bulamıyordum. Artık öğrencilerime arp bulamama durumu bende bir tepe noktaya ulaştı. Yeter artık yapalım dediğim bir noktaya ulaştı. Böylece küçük bir atölyede önce ilk arpımızı yaptık. Bakalım oluyor mu dedik ve ilk arpımızın harika bir sesi vardı. Çok şaşırdık. Şu anda bize ithal gelen hiçbir arpın bizim arpımızın yarısı kadar sesi yok gerçekten. Bu da Amerika’da benim bir ustam var Howard Bryan kendisi. Amerika’nın en büyük tarihi arp restorasyonu yapan ustasıydı. Uzun süre önce emekli oldu. O benim çok yakın arkadaşım ve beni çok sever. O biraz bizi kanadı altına aldı ve bize meslek sırlarını öğretti. Diğer fabrikasyon arpların kullanmadığı bilmediği küçük detayları bize öğretti. Ne olduğundan hiçbir yerde kimseye bahsetmedim, anneme bile söylemedim. Bu detayları kimse bilmiyor. Eşimle ben biliyoruz. Ve bu küçük detaylar sayesinde ve de kullandığımız ahşabın kalitesi ile yerli ağaçlar, özellikte Türk cevizi kullanıyoruz ki Anadolu Cevizi sesiyle oldukça meşhurdur. Gerçekten harika sesli bir arp elde ettik.
Bu sırları ilerde birilerine aktarmayı düşünüyor musunuz?
Ben emekli olurken artık (gülerek).
Özellikle bir de şöyle bir şey var. Arp gösterinizde etkilediniz açıkladınız. Arpa Doppia çalabilen sayılı insanlardan birisiniz ve Türkiye’de teksiniz. Dünyada bu duruma ilgi nasıl. Bunu çok merak ediyorum. Belki 15 kişiden birisiniz.
Mesela Arpa Doppia’yı birazcık çalan artistler var aslında o kadar yok değil. Arpa Doppia da çalıyorum biraz. Bir tane evde Arpa Doppiam var. Ama Arpa Doppia ile gerçekten konser veren benim bildiğim işte İngiltere’de Andrew Lawrence-King var. Bir tane Japonya’da bir bayan var. Gerçekten Arpa Doppia ile solo çalan yok denecek kadar az. Çünkü çok karmaşık bir çalgı. Ve genelde Arpa Doppia çalıyorum diyenler de ufak eşlikler çalıyor. Büyük bir grubun içinde küçük eşlikler çalıyorlar.
Bugünkü gösteriyle alakalı şunu fark ettim ki siz eseri çalmadan önce sürekli bizi hem tarihsel hem de biraz magazinsel bilgiler veriyorsunuz. Bu biraz da ilgiyi ve aslında hevesi artırmak için mi yoksa tarzınız mı böyle?
Tarzım da böyle, insanların daha ilgili olduğunu gördüm her zaman. İlk konserimden itibaren ben bunu yaptım. Bunu yapma nedenim de arp bir ozan çalgısı tarihte ve orta çağdan itibaren ozanların yanında gezdirdiği hikayeler anlatırken arada parçalar çaldıkları bir enstrüman olmuş hep. Dolayısıyla ben bu ozan geleneğini böyle bir şapka çıkarmak istediğim için hep bu çok hoşuma gittiği için, buna özendiğim için bir ozan gibi hikayeler anlatarak konser yapmayı hep çok istedim. Ve bunu da yaptım. İnsanların ilgisinin çok arttığını gördüm. Müzikle ilgili biraz bilgileri olduğu zaman ve bu tarihte bu olmuştur, bu parçayı şöyle besteledi değil de gerçek yaşayan insanlarla gerçek, bize de kendimizi görebileceğimiz hikayeler okunduğu zaman insanlar daha çok severek dinlediler bizi.
Son sorum şu, şimdi biz normalde böyle konserleri, böyle performansları genelde büyük amfi tiyatrolarda şahane kıyafetler ile görebiliyoruz. Siz bunu bugün bir çadırda Antakya’da depremzedelere sergilediniz. Hem bugün Antakya Film Festivali’ni konuşuyoruz hem performansınızı konuşuyoruz. Sizce sanatın her dalının biraz daha iyileştirici gücünün Antakya’ya etkisini sizin ağzınızdan dinleyelim.
Bugün, John Dowland eserlerini dinledik. Dowland en hüzünlü şarkılarıyla, İngiliz Rönesansı’nın en hüzünlü bestecisi. Ve benim için biraz ters diye düşünebilirsiniz. Burada insanlara moral olmak için geliyoruz. Neden hüzünlü şarkılarla buraya geliyoruz? Ben her zaman üzgün olduğumda bir hüzünlü şarkı dinleyip bunun ruhuma iyi geldiğini hissetmişimdir. Arabesk de biraz bunun için doğmamış mıydı? Ruhu iyileştirir diye düşünüyorum. Ve ağlamak istediğimde gerçekten güçlü bir şekilde ağlamak beni bu üzüntümü görmezden gelip gülmeye çalışmaktan çok daha fazla iyileştirir diye düşünüyorum. Dolayısıyla bugün yüreğimize hitap eden hüzünlü şarkılar dinledik. Ve inşallah dinleyenlere de iyi gelmiştir diyorum.
11. Uluslararası Antakya Film Festivali Röportajları #2: Zeynep Öykü