Solos: Anı Hırsızlığı (1 Sezon İncelemesi)
Oyuncu kadrosunu Morgan Freeman, Anne Hathaway, Uzo Aduba, Dan Stevens, Nicole Beharie, Anthony Mackie, Helen Mirren ve Constance Wu’nun oluşturduğu 2021 yapımı Amazon Prime dizisinin yönetmen koltuğunda ise David Weil, Sam Taylor-Johnson, Zack Braff ve Tiffany Johnson oturuyor. Her bölüm farklı konular işlenmiş bilim kurgu ve drama türlerinde olan 7 bölümlük mini dizide tek bir mekanda geçen hikayelerle size karakterlerin duygusal yükleri aktarılıyor. Ancak her ne kadar oyuncular müthiş kaliteli olsa da size bir şey katmadan ve finaliyle de tatmin etmeden biten bir dizi oluyor Solos.
Zamanda yolculuğun işlendiği ilk bölümün kahramanı olan Leah (Anne Hathaway) geçmiş ve gelecek versiyonuyla iletişime geçtikten sonra her şeyi değiştirecek bir karar alıyor. Zamanda yolculuk gibi senaristlerin çok kolay bir şekilde eline yüzüne bulaştırabileceği bu konu çok sırıtmasa da bazı yerlerin mantık hataları gözünüzden kaçmıyor. Zekice yazılan zamanda yolculuk kurgusu tadından yenmeyecek zevk bıraksa da geride bu bölüm öyle değil ne yazık ki. Dizinin diğer bölümlerine oranla daha tatmin edici olsa da yine de ortalama sayılabilecek bir bölüm oluyor ve Anne Hathaway’in oyunculuğu hariç gözünüze çarpan başka hiçbir detay olmuyor. Her bölümün kendine özel sloganı bulunan dizide bu bölümün sloganı ise: “ Geleceğe gidersen geçmişinden kaçabilir misin?”
İkinci bölümde ise Tom rolüyle karşımıza çıkan Anthony Mackie “Kendinle tanıştığını hayal et. Kimi görüyorsun?” sorusuyla klonlama konusunu ele alıyor. Hasta olduğu için ailesine kendi klonunu bırakmaya karar veren Tom bir odada klonuyla tanışıyor ve biz de buna şahit oluyoruz. İlgi çekici bir konu olarak değerlendirebileceğimiz klonlama konusunun ele alındığı bölümde yine oyuncunun performansına rağmen ilgi çekmeden biten bir bölüm olarak kalıyor. Zamanda yolculuk gibi işlenişi sıkıntılı olan bir konu olan klonlama burada da yıldızı parlayamadan sönüp gidiyor. Dış görünüşü ne kadar aynı olsa da o bireyin klon olduğunu bildiğiniz için orijinal kişiyle kurduğunuz bağı kuramazsınız keza sonraki bölümde bunu anlıyoruz. Hayatınızdaki kişilere karşı duyduğunuz duyguları klonunuza anlatsanız da onları yaşayan o olmadığı için klon da aynı hisleri besleyemez. Hikayesi açısından size öncelikle saçma geliyor sonrasında ise bittiğinde boş bir şekilde diğer bölüme geçiyorsunuz.
“Kendini tekrar bulmak için ne kadar uzağa gidersin?” sloganıyla başlayan ve Peg’in (Helen Mirren) hikayesinin anlatıldığı bir bölümde uzay kapsülü içerisinde uzayda süzülürken buluyoruz kendimizi. Diyalog açısından çok zengin olan bölümde Helen Mirren’in oyunculuğu sayesinde biraz ısınabiliyorsunuz diziye. Yaşlı insanların kullanıldığı deneye başvuran Peg kapsülün içinde ses asistanına hayatını anlatıyor. Kendisi küçükken ölen babasından ve onun yerine geçen ikinci babasından bahseden Peg annesinin de ölümüyle kardeşiyle birlikte Londra’ya büyükannesinin yanına taşınıyor ve buradan sonraki hayatına pasif bir şekilde devam ediyor. Bu pasiflikten en sonunda çok rahatsız oluyor ve programa başvuruyor ve geri dönmemek üzere uzay yolculuğuna çıkıyor. Konu bakımından yine anlam veremediğimiz bilim kurgu açısından da olayın sadece uzay kapsülü olduğu bölümde Helen Mirren sayesinde çok da sıkılmadan bitiriyoruz.
“Dışarıdaki tehdit içerideki tehditten daha mı büyüktür?” sloganı ile başlayan Sasha’nın hikayesini izlediğimiz bu bölümde yıldız oyuncumuz ise Uzo Aduba. Fikrin pandemi günlerinde ortaya çıktığı çok belli olan bu bölümde karakterimizin paranoyasına şahit oluyoruz. Dünyayı kasıp kavuran virüsten sonra herkes kendini belirli bir para karşılığında güvenli evlere kapatıyor. Bu evlerde ise istediğiniz dekora sahip olabiliyor ve istediğiniz şekilde yaşayabiliyorsunuz. Paranoyasına teslim olmuş, ses asistanının ona verdiği hiçbir bilgiye inanmayan Sasha ise bu evde 20 senedir yaşıyor. Evden çıkması için ses asistanının uğraşına oralı olmayan Sasha ise sonsuza kadar bu evden çıkmamak üzere eve hapsediliyor ve bölüm bu şekilde bitiyor. Bölüm genel olarak her şeyi sorgulayan Sasha karakteri yüzünden sizi sıkıyor. Aslında kendisine bazı yerlerde hak verirken kendini soktuğu durum yüzünden üzülmüyorsunuz bile. Yazılan senaryoyu en iyi şekilde oynayan Uzo Aduba yine senaryonun eksikliği yüzünden sizde gerekli duyguları maalesef uyandıramıyor.
Yine tek bir mekanda geçen bu sefer Jenny (Constance Wu) karakterinin direkt sizinle konuştuğu bölümün sloganı/sorusu ise “Hayatının en kötü gününü unutmak ister miydin?” Eh öncelikle bu sorunun cevabı herkes için evet olsa gerek. Geri kalan tüm bölümlere oranla daha sıkıcı, sorusu bile daha basit olan bu bölüm benim için en geçmeyen bölümdü. Bulunduğu mekanın konuyla alakasızlığı bir yana karakterin sevebileceğiniz herhangi bir yanı olmamasıyla da kötü bir bölüm olarak bitiyor. Bilim kurgu konulu olan bu dizide bilim kurguyla hiçbir alakası olmayan konu seçilmiş ve o açıdan da sınıfta kalıyor; finalinde karakterimizin bu anısının kaydedildiğinin gösterildiği yeri saymazsak tabi. Hakkında konuşulmaya bile değer bir bölüm olmayan bu bölümü içiniz rahat olsun geçebilirsiniz.
“Dünyaya kimin ait olduğuna kim karar verir?” sorusunun sorulduğu bu bölümde ise Nera (Nicole Beharie) büyüme hızı normalden çok daha fazla olan oğluyla ilgili ne yapacağına karar vermeye çalışıyor. Kar fırtınası yaşanan bir gecede tüp bebekle hamile kalmış olan Nera çok erken olmasına rağmen doğum yapıyor. Doktoruna zor ulaşan karakterimiz bebeğini koyduğu beşikte görmeyince endişeleniyor ve bebeğini büyümüş bir şekilde karşısında dikilirken buluyor. Öldürmeye karar verdiği çocuğunu ise eve gelen polislerden sonra kararından vaz geçiyor. Yine sıkıntılı bir konu seçilmiş ki o da hızlı büyüme olayı. Öncelikle şu hep merak ettiğim bir konu: hızlı büyüyen çocuklar nasıl oluyor da 20 dakika önce doğmasına rağmen geldiği yaşının bütün özelliklerine sahip olabiliyor? Konuşma, nesneleri kavrayabilme gibi motor kabiliyetlerine nasıl hakim olabiliyor? Konu bakımından şey denilebilir: “Hızlı büyüme olayı varken takıldığın konu bu mu gerçekten?” ve cevabım da “Evet?!” olur. Zamanla edinilebilecek yetiler nasıl hemen elde edilebilir? Kesinlikle işlenilmesi sıkıntı bir konu ve bu yüzden beni içine çekmedi çekemedi bu bölüm de.
Final bölümünde her bölümün başındaki sloganı/soruyu seslendiren Morgan Freeman Stuart olarak karşımıza çıkıyor. Tek bir mekanda işlenilen diğer bölümlerden ayrılan final bölümünde küçük de olsa bir iç mekan görüyor ve ardından bir sahil kenarında koltukta oturuyoruz. Bölüme konuk olarak Dan Stevens Otto rolü ile katılıyor. Her bölümde geçerli olan oyunculuklara girmiyorum artık bu bölümde çünkü iyiler yani neden parmaklarımı yorayım. Her bölümün neden Morgan Freeman tarafından seslendirildiğini anlıyoruz çünkü kendisi insanların anılarını çalan bir anı bağımlısı. Evet her türlü bağımlılığın olduğu günümüzde bu dizi de karşımıza anı bağımlısı bir bireyi çıkarıyor. İnsanların anılarını çalan ve onların anılarıyla yakalanmadan yaşayan Stuart’ı çocukken anısını çaldığı Otto buluyor ve konu buradan ilerliyor. Bölümün sorusu ise “Kim olduğunu hatırlayamazsan sen kimsin?”. Anı bağımlılığı yüzünden alzheimer olmuş olan Stuart yeri gelmiş bir küçük çocuk, yeri gelmiş kaza yapıp masum bir çocuğu öldürmüş bir kadın olmuş.
Yazısını yazarken bile sıkıldığım Solos için harcanan bütçe ve oyuncuların verdiği emeğe inanamıyorum. Bilim kurgu ve drama olayını birleştirmeye çalışıp psikoloji üzerinden ilerleyip Black Mirror tarzı bir yapım olarak yaratılmaya çalışılmış bu dizi mini olmasına rağmen özellikle bazı yerlerde sizi inanılmaz sıkıyor. Draması da boş bir drama olan genel olarak sevgi temasını iletmeye çalıştığı diyaloglarla da yeterli başarıyı gösteremiyor ve ortalama değil vasat bir yapım olarak kalıyor. 2 tane çok güzel parçanın bölümlere yerleştirildiği anlar hariç zevk alamıyorsunuz genel olarak. Müzikler: David Bowie- Space Oddity ve Celine Dion It’s All Coming Back To Me. Zaman kaybı olan diziyi yazıyı okuduktan sonra izlemeye karar vermişseniz eğer kolay gelsin ve iyi seyirler!
Solos: Anı Hırsızlığı (1 Sezon İncelemesi)
Ahsen Aktaş’ın Diğer Yazıları İçin Tıklayın.