11. Uluslararası Antakya Film Festivali Röportajları #1: Mesut Sarıoğlu
“BU FESTİVAL HATAY’A İYİ GELECEK”
11. Uluslararası Antakya Film Festivali özellikle bu sene sadece bir film festivali olmadığını göstermekten geri durmuyor. Festivalin ikinci günü Koç Konteyner Kent’te çocuklar için kukla tiyatrosu sergilendi. Çocukları mutlu etmek için etkinliği festival yönetimi ile birlikte düzenleyen Uçaneller Kuklaevi Genel Sanat Yönetmeni Mesut Sarıoğlu Ekranom’a açıklamalarda bulundu. Kukla tiyatrosunu ve bu tutkusunu anlatan Sarıoğlu, Antakya’da çocuklara sergilenen oyun hakkında, “Sanat iyileştirir yani sanatın böyle bir özelliği var. Sanatın ama duygu boyutu daha yüklü. Ben bu festivalin Hatay’a iyi geleceğini düşünüyorum.” diye konuştu.
Enis Derdimentoğlu: Öncelikle sizi tanıyabilir miyiz?
Mesut Sarıoğlu: Uçaneller Kuklaevi Genel Sanat Yönetmeni’yim aynı zamanda oyuncuyum. Avukatlık da yapıyorum boş vakitlerimde. Bu işi sürdürebilmek için yapıyoruz aslında. Bu işin desteğini sağlayabilmek için avukatlık yapıyoruz.
“BİZ TÜRKÜZ YAPARIZ DEDİK”
Kuklaevi açmak ve kukla tiyatrosu yapmak nereden çıktı?
2004 yılında bizi Bulgaristan’a bir festivale davet ettiler. Çocuk festivaliydi. Gittik, orada kukla oyunu izledik ilk kez. Ve çok şaşırdık yani çok yakınız biz Bulgaristan’a. Dedik ki 150km ötemizde böyle şeyler var bizim niye haberimiz yok? Ve hemen bu işi yapıp yapamayacağımızı araştırmaya başladık. Önce reddetti bizi Bulgar yönetmen arkadaşlar. Biz bunun dört yıl okulunu okuyoruz, yapamazsınız dediler. Biz Türk’üz yaparız dedik. Bir başlayalım bir yerden gider bu iş dedik. Hakikaten yapamadık ilk oyunda. 3 ay falan uğraştık yönetmen geri döndü, oyuncular çıldırdı. Çok zor bir iş. Bir kuklayı 3 kişi yönetiyor. Oyun gerekiyor ve aksiyonlar farklı. Sonra yönetmen 3 ay sonra tekrar geldi ilk oyunu çıkardık. Sahnede oynadık. Biz tabi karanlıktayız. Büyük bir patlama oldu salonda. Ne oluyor diye düşündük. Sonra videoyu seyredince anladım ben. Gerçekten çok güzel bir şey olmuş. Zor bir işti, ilk oyundan sonra devam etmeye başladık. Şimdi bizim 18 tane oyunumuz var. Dünyanın 35 ülkesini gezdik. 150’yi aşkın uluslararası festivalde oynadık. Uluslararası ödüllerimiz var.
18 oyun tamamen size mi ait yoksa uyarlama var mı?
Yönetmenlerle, yazarlarla, dramaturglarla çalışıyoruz. Onlarla birlikte hareket ediyoruz. Oyunları biz yazmıyoruz. Bir tane Keloğlan’ımız var bizim yazdığımız. Onun dışında dünya masallarından alıyoruz, bilinmeyen masalları uyarlamaya çalışıyoruz. Hep masal uyarlamaları bizim oyunlarımız. Geziyoruz, dünyayı dolaşıyoruz. 20 yıl önce biz Türkler yaparız dedik, hakikaten de yaptık.
Şimdi benim özel bir sorum var: Kukla tiyatrosunu ilk duyduğumda benim aklıma ilk olarak Karagöz ve Hacivat geldi. Ne farkı var?
Karagöz bizim geleneksel gölge oyunumuz. Tekniği tamamen farklı. Türkiye’de çok iyi Karagözcüler var. Modern Karagözcüler de var. Mesela Cengiz Özek modern Karagözcü arkadaşlarımızdan biri. Ama bizim yaptığımız üç boyutlu kukla. Yani kuklanın kendisi ve oyuncu sahnede birlikte hareket ediyoruz. Evet nereye gitsek Karagöz mü diyorlar. Karagöz mü oynatacaksınız diyorlar, yok diyoruz başka bir şey isterseniz bakın. Sonra tabi bakınca anlaşılıyor.
“HATAY İÇİN ELİMİZDEN NE GELİRSE YAPMAYA HAZIRIZ”
Siz doğaçlama tiyatro tekniğini uyguluyormuşsunuz. 18 tane oyununuz var. Diyelim ki bugün sergilediğiniz oyun her seferinde farklı mı yansıtılıyor? Farklı mı anlatılıyor?
1-2 tane oyunumuz var teknik. O ilk oynadığımız oyundan söz ediyorum. Salonda patladı, biz ne oldu dedik, o oyun mesela çok teknik bir oyun. Milimetrik bir oyun. Onda hiçbir şey değiştiremiyoruz. Ama genel olarak bizim enerjimiz, seyircinin enerjisi oyunda farklı şeyler getirebiliyor.
Hatay’a daha önce geldiniz mi?
Hayır ilk kez geldik. Hatay’a ilk kez geliyoruz grup olarak.
Peki size nasıl geri dönüşler oldu buraya geldikten sonra?
Biz çocuklarla sohbet ettik. Bugün biz çok hüzünlendik aslında. Hatay’ın içini gezdik. Yıkılmış bir kent. Keşke daha fazla şeyler yapabilsek. Keşke buraya gelsek bu çocuklarla bir ay sürekli oyunlar oynayıp, atölye çalışmaları yapsak. Elimizden ne gelirse yapmaya hazırız. Yerimizde duramıyoruz şu an. Böyle içimizde bir soğumamış, acı da soğumamış. İnsanların yüzünde görünüyor, kentin içinde görünüyor.
Antakya Film Festivali’nin ve sizin bu etkinliğinizin halk için önemi nedir, bir de sizden dinleyebilir miyiz?
Sanat iyileştirir yani sanatın böyle bir özelliği var. Sanatın ama bir duygu boyutu daha yüklü. Ben bu festivalin Hatay’a iyi geleceğini düşünüyorum. Hataylı çocuklara, Hataylı insanlara iyi geleceğini düşünüyorum. Tabii ki büyük bir yıkımın kenarında böyle bir şey yapmak da büyük bir cesaret. Ters şeyler de gelebilirdi. Ama bu cesareti gösterdiler. Koordinatör Atakan Metin beni aradığında konfor alanınızı terk edebilir misiniz? Dedi. Ederiz dedim ben de. Çok heyecanlandırdı o cümle beni. Sonra Antakya Varsa Biz De Varız. Bunlar önemli cümleler. Tarihe kalacak, tarihe malolacak cümleler. Bence iyi ki yaptılar. Yapmasalardı hüzün biraz daha derinleşerek, kötüleşerek devam edecekti. Bundan sonraki daha var mı Hatay’ın başka festivalleri ama bir şekilde ayakta tutulsun.
“DÜNYADA ÇOCUKLARIN DİLİ TEK”
Oyununuzda çok az söz var. Genelde duygu durumla yansıtılıyor. Bir dünya farklı ülkede bir dünya farklı oyun sergilediğinizi söylemiştiniz. Amaç Chaplin ile aynı mı? Yani bütün oyunculuklar anlasın diye mi?
Bizim üç tane oyunumuz var uluslararası festivaller için hazırladığımız. Bir tanesi bu. Oralarda dil kullanamıyorsunuz. Dil kullandığınız zaman çocuğu yakalayamıyorsunuz. Bu özel olarak tasarlanmış, uluslararası festivaller için tasarlanmış bir oyun. Diğer oyunlarımızda, burada Türkiye’de oynadığımız oyunlarda söz de var hikaye de var. Bunda da hikaye var ama hikayeyi sözsüz olarak anlatıyoruz.
Çok farklı ülkelerde çok farklı kültürlerden çocuklara gösteri yapıyorsunuz. Meksika’daki bir çocuğun bu oyuna verdiği tepkiyle Türkiye’deki bir çocuğun verdiği tepki aynı mı?
Şaşıracaksınız ama aynı. Güney Kore çocuğunun da aynı Kübalının da aynı Meksikalının da aynı. Biz ilk gittiğimiz ülkelerde ilk zamanlarda 10 yıl önce şaşırıyorduk. Bizim çocuklar gibi bunlar da diyorduk. Aynı yerde aynı tepkiyi veriyorlar. Dünyada çocukların dili tek. Çocukların dili yok. Onların duygularının dili de aynı. Şaşırtıcı bir şekilde aynı sonuçları alıyoruz. Bu da bizi çok mutlu ediyor. Çocukların aynı dili konuşuyor olması aslında dünya için bir umut. Keşke büyümeseler, keşke büyümeseydik, keşke çocuk kalsaydık. Belki savaşlar olmazdı, belki başka şeyler olmazdı. Ama bu dünya için bir avantaj.
11. Uluslararası Antakya Film Festivali Röportajları #1: Mesut Sarıoğlu