Anasayfa İncelemelerFilm İncelemeleri Alien: Romulus: Nostaljiyi Kullanmak

Alien: Romulus: Nostaljiyi Kullanmak

Yazar: Berk Söğütlü

Alien: Romulus: Nostaljiyi Kullanmak

Bu inceleme spoiler içermektedir.

Alien serisi korku filmlerine aşina olan Fede Álvarez yönetmenliğinde bir kez daha dönüyor. Üstelik bu kez Disney çatısı altında. Disney, Predator serisini Prey ile yeniden canlandırmayı başardı. Şimdi de Alien: Covenant’ın başarısızlığını kapatmak için Álvarez’i sahneye davet ediyor. 80 milyon dolarlık bütçeye sahip olan filmin oyuncu kadrosunda Cailee Spaeny, David Jonsson, Isabela Merced, Archie Renaux ve Spike Fearn bulunuyor. Evet ilk kez seride daha ılımlı ve  genç bir kadroyu görüyoruz. Disney, Ridley Scott’ın hikâyesini devam ettirmektense Fede Álvarez öncülüğünde Alien: Romulus ile serinin giriş bölümünün başlattığı destanın köklerine geri dönmekle akıllıca bir karar vermiş. 2142 yılında geçen Alien: Romulus ilk Alien (1979) filmindeki olaylardan yaklaşık olarak 20 yıl sonrasını anlatıyor.

Film Jackson’s Star gezegeninin karanlık ve kasvetli ortamıyla bizi karşılıyor. Güneşin bile hiç parlamadığı bu gezegen tıpkı bir cehennem manzarası gibi resmedilmiş. Burada Weyland-Yutani şirketi, işçileri sözleşmeli olarak köleliğe zorlayan bir madencilik endüstrisini kontrol ediyor. Jackson’s Star’ın kalabalık uzay madenciliği kolonisinin ilk sahnelerinde Rain Carradine (Cailee Spaeny) ve sentetik-android kardeşi Andy (David Jonsson) ile tanışıyoruz. Rain’in babası onu çöpten kurtarmış ve Andy’yi, Rain’i güvende tutması amacıyla yeniden programlamıştır. Rain Carradine çalışma kotasını doldurup güneş ışığı olan Yvaga’ya taşınmak için izin başvurusunda bulunur ancak bu sözleşmenin Weyland-Yutani şirketi tarafından acımasızca uzatıldığını öğrendikten sonra Rain ve arkadaşları daha iyi bir geleceğe uçmak umuduyla Romulus ve Remus adlı iki ayrı modülden oluşan Rönesans adlı hizmet dışı bırakılmış bir uzay istasyonuna giderler. Orada Yvaga’ya gitmek için gereken birkaç kriyopod kurtarmayı umarlar ancak anlaşılan o ki, uzay istasyonu iyi bir sebepten dolayı hizmet dışı kalmış. Rain, eski sevgilisi Tyler, Tyler’ın kız kardeşi Kay, kuzeni Bjorn, Navarro ve Andy ile bu hizmet dışı bırakılmış gemiden kriyopod’ları çalmak için gizlice içeri girerler. Ekibin planı tüpleri bulmalarıyla ilk başta işe yarar fakat tüpleri çalıştırmak için gereken kriyo yakıt bulmak için istasyonun daha derinlerine indiklerinde hayal edilemez bir dehşetle karşılaşırlar. Ekip geminin gücünü yeniden etkinleştirdiğinde, içeride uyku halinde olan Facehugger’ları da tetiklemiş olurlar. Rain ise Andy’ye bu korkunç gemiden kaçmalarına yardımcı olacak yeni bir programlama seti yükler ancak bu hayatta kalmaları için daha da büyük bir tehdit oluşturacaktır.

Rodo Sayagues ile senaryoyu birlikte yazan Fede Álvarez filmin sırf ismi gereği hemen kaosa atlamıyor, bunun yerine ilk perdede izleyicinin nefes almasına izin vererek zorluk içinde hayatta kalmaya çalışan Rain ile Andy arasındaki merkezi ilişkiyi oluşturmak için zaman ayırıyor. Rain’in becerikli doğası ve sentetik kardeşine olan karşı koruyucu davranışları bu ikilinin tarafına odaklanmamızı sağlıyor. Hatta filmin en iyi işleyen şeyi Rain ve Andy arasındaki bağ olmuş. Oyunculuk açısından filmi taşıyan kişi David Jonsson’a ayrı bir parantez açacağım. Andy gemiye adımını attığı anda hikâyesi filmin en öne çıkan unsuru haline geliyor. Şunu kesin olarak söyleyebilirim ki bu seride ki bütün android’ler gerek Ian Holm’un Ash’i veya Michael Fassbender’ın David’i her zaman en ilgi çekici karakterlerden olmuştur. Jonsson’da, Andy rolüyle kendisini bu çemberin içine koyarak akılda kalıcı bir android haline gelmiş. Andy, hem Rain için en iyi olanı hem de yapıldığı şirket için doğru olan arasında denge kurmak zorunda kalıyor. Gerektiğinde duyguyu denklemden çıkartıp, görevi öne koyuyor. Rain, film ilerledikçe daha çözüm odaklı bir karakter olurken Andy’nin kişiliğindeki öngörülemez değişimler gerilimi iyice tırmandırıyor. Kalan karakterler senaryodan yardım almadıkları için onları detaylandırmak için çok az zaman harcanmış  bu yüzden arketipik rollerinin ötesine geçemiyorlar ve iğrenç yollarla ortadan kaldırmaları için yem olarak tasarlanmış gibiler.

Filmin ikinci perdesinde sakinlik yerini çığlıklara, kaçışlara ve ölümlere bırakıyor. Ayrıca istasyonun birkaç saat içinde halka sistemine çarpacağı uyarısıyla heyecanlı bir aciliyet duygusu oluşturulmuş. Álvarez, Facehugger’lar ile oldukça başarılı gergin sahneler yaratırken, sıfır yer çekimli ortamda Xenomorph’un havada asılı kalmış asidik kanını içeren mükemmele yakın bir sahne ve çekim açısıyla hem serinin temellerine bağlı kalırken hem de aksiyonu nasıl şekillendireceğini gözler önüne sermiş. Özellikle filmin üçüncü perdesinde, Álvarez’in bir korku yönetmeni olarak yetenekleri parlamaya başlıyor ve Romulus, çılgın finalinde tamamen toparlanıyor.

Elbette, Álvarez kendi yeni numaralarını da filme ekliyor. Bunların arasında en öne çıkanı sıfır yerçekimi ortamı diyebilirim. Film Xenomorph’u ortaya çıkaran çok daha korkunç bir göğüs patlatma sahnesi de dahil olmak üzere bazı önemli ayarlamalar yapıyor. Göğsü patlayan birinin ilk kez bu kadar acı verici bir şekilde tasvir edildiğini görüyoruz. Ayrıca düzenli aralıklarla otomatik yerçekimi jeneratörü sıfırlaması sayesinde gerilim daha da arttırılmış. İster Facehugger ordusundan kaçmak, ister onların arasından sessiz bir şekilde geçmek olsun zekice hazırlanmış sahneler var. Yönetmen yaratıkların ekranda ilk göründükleri tarihten 50 yıl sonra bile ne kadar korkutucu olabileceğini göstermek için birkaç yeni yaratıcı yol bulmuş. Alien: Romulus yarattığı korkunç uzay atmosferini büyük ölçüde emekle tasarlanmış setleri ve pratik efektlerine borçlu diyebilirim. Film bu efektler sayesinde mide bulandıran bir doğum sahnesi ve tatmin edici derecede iğrenç ölümler sunuyor. Rain’in, ikonik M-41A darbeli tüfeğini ateşlediği anda çıkan unutulmaz ikonik derin tiz sesi etkili ses tasarımı sayesinde oldukça gaza getiriyor.

Peki bu kadar övgüden sonra Alien: Romulus’un eksileri neler? Öncelikle film orijinalinin özüne fazla bağlı kalmış. Alien: Romulus’un ritimlerinin çoğu geçmiş Alien filmlerinden ikonik anları yansıtıyor. Hatta karakterlerin diğer filmlerin repliklerini kelimesi kelimesine tekrarladığı anlar bile var. Romulus sadece film serisinden değil Alien: Isolation oyunundaki kayıt noktalarını ve işaret fişeklerini de filme dahil etmeyi unutmamış. Konu bu tür göndermeler etrafında şekillenmiş olduğu için tempoyu tahmin edilebilir bir hale getirmiş. Filmin son perdesinde bile her şey bitmiş gözükürken, ortaya yeni bir türün çıkıp terör estireceğini tahmin edebiliyorsunuz. Bence filmin en iyi anları, kendi yaratıcı korku sahnelerini seriye kazandırdığı sekanslar olmuş. Film ilk yarıda insanların Andy’den ne kadar nefret ettiğini göstermek için o kadar çok vakit harcıyor ki diğer karakterleri geliştirmek için yer kalmıyor. Ayrıca ekip uzay istasyonuna girdiklerinde, geminin bilim görevlisi Rook’un sümüklü kalıntılarıyla karşı karşıya gelirler. Rook’un yüzü tahmin edebileceğiniz üzere orijinal filmdeki USCSS Nostromo’nun görevlisi Ash’i canlandıran Ian Holm. Holm dört yıl önce vefat etmişti bu yüzden sadece bir easter egg yetebilirdi ancak onun yerine kendisini uzun bir süre benzer bir rolde izliyoruz. Ayrıca Alien evreninde zaten yeterince farklı görünümlü android varken, hayatta olmayan bir aktörü dijital olarak geri getirmeye ne gerek vardı?

Alvarez, Evil Dead ve ve Don’t Breathe’de yaptığı çılgın iğrençlikleri burada da sergiliyor. Filmde oldukça aşırıya kaçan rahatsız edici anlar var. Asit ölümleri ve yüz parçalanmaları bir yana dursun özellikle hamile olan Kay’in (Isabela Merced) insan-yaratık karışımı bir türü iğrenç bir şekilde yumurtlaması ve daha sonra bu korkutucu melezin Kay’in göğsünden akan siyah Z-01 bileşiğinin jelini emerek bütün yaşam enerjisini emmesi oldukça ekstrem bir sahne olmuş bence. Yönetmen bütün filmlere gönderme yapmışken Alien Resurrection’ın Newborn’unu ve AvP: Requiem’ın berbat hastane sahnesini de dışarıda bırakmayayım demiş herhalde. Kesinlikle dost canlısı bir tasarıma sahip olmayan bu yeni mutant kesinlikle filmin son perdesinde iğrençlik ve gerginlik faktörünü arttırmış.

Alien: Romulus, Ridley Scott’ın orijinal filminin dokularını önemseyen örnek bir prodüksiyon tasarımı sergilemiş. Álvarez, görüntü yönetmeni Galo Olivares ile birlikte hem fütüristik hem de retro hissettiren bir ortam yaratmış.  Endüstriyel fütürizm kırmızı uyarı ışıkları, bozuk ekranlar, estetik bir şekilde açılıp kapanan havalandırma delikleriyle tehditkar estetiğe sahip istasyonda harika bir şekilde resmedilmiş. Alien: Romulus’un görsel efektlerle cilalanmış pratik efektleri şüphesiz serinin en başarılı karışımını temsil ediyor. Muhteşem sanat yönetimi, atmosferik aydınlatma, gösterişli set tasarımı ve animatronikler kaliteli bir korku atmosferi oluşturmuş. Weta Workshop ve Legacy Effects’in yaratık çalışmaları mükemmel duruyor. Romulus, kendisinden önce gelen her Alien filmini anlıyor ve ürkütücü görüntü bir oluşturmak onların en iyi şeylerinden faydalanmaya çalışıyor. Benjamin Wallfisch’in besteleri için sadece fena olmamış diyebilirim çünkü akılda kalıcı çok fazla müzik yoktu ancak ara sıra gerilimi yükseltmede başarılı duruyor.

Yine de Álvarez, önceki filmlerde ki havalı anlara gönderme yapmaya o kadar takılmış ki Alien: Romulus’un kendine ait bir kimliği kalmamış. Filmin seriye kazandırdığı birkaç yeni fikir hoş olsa da, daha çok Alien serisinin bir derlemesi gibi duruyor. Alien serisi her filmiyle geçmişi cesurca reddederdi. Alien: Romulus serideki iyi filmlerin akıcılığından yoksun ve Prometheus gibi yeni fikirler üretmeye önem vermiyor. Serinin her yeni devam filmi yeni bir icat gibi hissettiriyordu fakat bu sefer değil. Bu iyi bir şey mi bilmiyorum ama Alien: Romulus kesinlikle kötü bir film değil.

Puan: 7.8/10

Alien: Romulus: Nostaljiyi Kullanmak

Bunlar da ilginizi çekebilir

Yorum Yap

Bu internet sitesinde, kullanıcı deneyimini geliştirmek ve internet sitesinin verimli çalışmasını sağlamak amacıyla çerezler kullanılmaktadır. Bu internet sitesini kullanarak bu çerezlerin kullanılmasını kabul etmiş olursunuz. Kabul Et Daha Fazlası...