Anasayfa İncelemelerFilm İncelemeleri Une Langue Universelle: Kanada Taşrasında Transkültürel Hiciv

Une Langue Universelle: Kanada Taşrasında Transkültürel Hiciv

Yazar: Doğukan Dere

Une Langue Universelle: Kanada Taşrasında Transkültürel Hiciv

Yenilikçi anlatım biçimleri ve sinemada sınırları zorlayan görsel tarzıyla tanınan bir yönetmen olan Matthew Rankin’in “Une Langue Universelle” adlı filmini izlemem itibarıyla, bu eserin hem estetik hem de tematik açıdan önemli bir yer edineceğini düşündüm. Film, 19. yüzyılın sonlarında Esperanto dilinin yaratıcılarından Johann Martin Schleyer’in yaşamını ve evrensel bir dil yaratma çabasını merkezine alıyor. Ancak izlerken görüyoruz ki bu biyografik hikâye, Rankin’in kendine özgü grotesk ve gerçeküstü yaklaşımıyla yeniden biçimlendirilmiş.

“Une Langue Universelle”, yalnızca tarihsel bir karakterin yaşamını anlatmakla kalmıyor; dilin insanlık için taşıdığı anlamı ve evrensel bir iletişim aracının ütopyasını da sorguluyor. Rankin, dilin hem birleştirici hem de ayrıştırıcı gücüne dair keskin bir eleştiri sunuyor. Film, dilin politik ve kültürel bir hegemonya aracı olarak nasıl kullanılabileceğine dair sorular sorarken, bir yandan da evrensel bir dilin mümkün olup olmadığını araştırıyor.

Hikâyeden kısaca bahsedecek olursam, birkaç gerçeküstü anlatının iç içe geçtiği filmde Matthew, Quebec hükümetindeki sıkıcı işinden ayrılarak yıllardır hiç görüşmediği annesini ziyaret etmek için doğduğu yer olan Winnipeg’e yolculuğa çıkar. Ancak vardığında sanki her şey tersine dönmüş gibidir. Başıboş hindilerin koşturduğu bu Kanada metropolünde herkes Farsça ve Fransızca konuşmaktadır. İki yakın arkadaş olan Negin ve Nazgol, kaldırım buzlarının derinliklerinde donmuş büyük miktarda para bulur ve onu çıkarmanın bir yolunu bulmaya çalışır. Massoud, kafası karışmış bir grup turisti Winnipeg’in tarihi yerlerine götürerek absürt bir yürüyüş turu düzenler. Tüm bunlar yaşanırken zaman, coğrafya ve kimlikler, gerçeküstü bir yanlış anlaşılma komedisinde kesişerek çarpışmaktadır.

İran Özelinde Diaspora, Sinema ve Dil

Öncelikle filmi daha iyi anlamak açısından İran hakkında birkaç temel konuyu ele almak gerektiğini düşünüyorum. Kanada, yaklaşık 400.000 kişilik nüfusuyla, diasporadaki en büyük ikinci İranlı topluluğu olarak öne çıkıyor. Bu da söz konusu diasporanın toplam nüfusunun yaklaşık yüzde kırkına denk geliyor. 1980’lerde doğan jenerasyon için göç, eğitimli orta sınıf bir insanın kaçınılmaz bir sonucuydu. Bugün ise İran, çevresel, sosyal, ekonomik ve politik olarak giderek daha yaşanmaz hale geldikçe göç, daha gerekli ve acil bir hale gelmeye devam ediyor. İlk varış noktası Kanada’ydı; köken, renk, dil ve vatan gibi unsurların ne önemli olduğu ne de var olduğu bir ülke. Günümüzde de bu niteliğini sürdürüyor.

Diğer bir konu, ekonomik, sosyo-politik ve dil politikalarıyla ilgili çeşitli nedenlerle, İran çağdaş edebiyatının, özellikle dünya çapında başarı elde eden İran sinemasının ulaştığı düzeye erişememesi. Çünkü Abbas Kiarostami, Jafar Panahi, Rakhshan Banietemad ve Asghar Farhadi gibi yönetmenler, İran sinemasını dünyada özgün ve yenilikçi bir noktaya taşımayı başarmışlardır. Bence “Une Langue Universelle” de açıkça bu sinema geleneğinin bir parçası olmayı başarmış.

Son konu ise İran’la hem ilgili hem de ilgisiz bir mesele: neredeyse tüm göçmenler, vardıkları yeni ülkelerdeki kültürlere uyum sağlayabilmek için o ülkenin dilini öğrenmek zorundadır. Bir bakıma göç, ana dilinizden ayrılma ve asla aynı dile geri dönmeme deneyimidir. Bu, o dili unutma ya da farklı şekilde konuşma; yeni dillerle karıştırma ve dönüştürme sürecidir. Ancak Farsça söz konusu olduğunda, birkaç edebi ses dışında ne yazık ki unutulma tehlikesiyle karşı karşıyadır. Oysa bir dil, yalnızca kendisiyle değil, başka birileriyle de konuşarak yaşayabilir. Ancak buna rağmen, Farsça’nın diasporada çok fazla muhatap bulamaması olumsuz sonuçlar ortaya çıkarıyor.

Evrenselliğin Temsili: Göç Eden Hindi

Benim için asıl büyüleyicilik, filmin isminde ve sık sık gördüğümüz hindilerde saklı. Çünkü Fransızca’da filmin adı “Evrensel Dil”, Farsça’da ise “Türkiye’nin Şarkısı” olarak çevrilebiliyor. Dahası, İngilizcede “hindi” (turkey) bir ülkenin adını çağrıştırırken, Türkiye’de “hindi”ye “Hinduşka” deniyor. Bu durumu biraz daha irdelediğimizde Hindistan’a kadar gidebiliyoruz. Bütün bunları birleştirdiğimizde hindi, kültürler arasında hareket eden, bir ülkenin adını başka bir ülkeye taşıyan ve kültürler arası hem evrensel hem de dilsel özellikler taşıyan göçmen bir kuş hâline geliyor. Filmin hikâyesinde de bu durum ana odaklardan biri olarak karşımıza çıkıyor.

Kent Üzerinden Görsel Dil

Filmin görsel dilinin yoğun olduğu açıkça görülebiliyor. Winnipeg, aşırı sarı bir kasaba olmasının yanı sıra aynı zamanda gri bir atmosferle çevrili. Ancak yalnızca bu değil; parklar ve yeşil alanlar gibi kamusal mekânların organik bir bütünlük oluşturmadığı, belirli bir şekilde ayrıştığı bir yer olarak resmediliyor. Bu kent görünümü bana Roy Andersson’ın mekanlarını hatırlattı.

Ancak bu tekdüze evrensel kent içinde bireylerin yaşamı son derece çeşitli. Hayatları renkli ve canlı; her karakter, bireysel kaygı ve endişelerle yüklü. Ayrıca hayatın melezliği, tipik Kanadalı dükkânların, reklamların ve hatta İngilizce kelimelerin Fars alfabesiyle yazıldığı güzel bir trans-dilsel düzeyde harmanlanıyor. Bir bakıma mizah, dil ile birlikte görseller aracılığıyla ortaya çıkıyor.

Sonuç Olarak: “Biz Bu Dünyada Kaybolduk mu?”

Sonuca gelecek olursak, filmin başındaki bir sahnede hayattan bunalmış bir Fransızca öğretmeninin sınıf tahtasına “Biz bu dünyada kaybolmuşuz” yazdığını görüyoruz. Böylelikle mutlak doğrular ve yanlışlar, şeffaf kimlikler, otantik kültürel semboller ve kişisel hikâyeler dünyasında “öteki” ile özgür bir şekilde karşılaşamayacağımız vurgulanıyor.

Bu bir tuzak çünkü filmin devamında Matthew Rankin’in, ezber yaklaşımların ötesine geçerek başkalarıyla samimi bir karşılaşmaya davet ettiğini hissediyoruz. Dilin bile işaretler aracılığıyla anlamlar aktarma işlevini kaybettiği, samimi bir anlamlandırmanın belirsizliğe dönüştüğü bir dünyaya götürülüyoruz. Tam da bu noktada, hindilerin şarkı söylemesi ve Winnipeg’de Farsça ile Fransızca konuşan insanların bir araya gelmesi, trajedinin yerine komedi ve mizah koyarak bizi kişisel dramlarımızda kaybolma tuzağından kurtarıyor.

Une Langue Universelle: Kanada Taşrasında Transkültürel Hiciv

Bunlar da ilginizi çekebilir

Yorum Yap

Bu internet sitesinde, kullanıcı deneyimini geliştirmek ve internet sitesinin verimli çalışmasını sağlamak amacıyla çerezler kullanılmaktadır. Bu internet sitesini kullanarak bu çerezlerin kullanılmasını kabul etmiş olursunuz. Kabul Et Daha Fazlası...