The Umbrella Academy 3. Sezon: Dünyayı Kurtarıyoruz Yeniden
Dünyayı kıyametlerden kurtarmak onların gündelik işi olmuş durumda ama problem şu ki bütün kıyametlere kendileri sebep oluyor. Şimdiden söylüyorum spoiler yok rahatlıkla okuyabilirsiniz.
İlk iki sezonda aile dramaları kıyametlere sebep olan Umbrella Academy, bu sezonda da kendilerinin sebep oldukları bir kıyameti durdurmaya çalışmaktadırlar. Fakat önce ilgilenmeleri gereken başka bir sorunla karşılaşırlar: Sparrow Academy… Bu zaman akışında, Sör Reginald Hargreeves’in Şemsiye Akademisi yerine evlat edindiği diğer yedi çocuktan oluşan süper kahraman akademisidir. Aralarından bir tanesi oldukça tanıdık olsa da diğerlerini ilk defa görmekteyiz. Umbrella Academy’nin ahtapot kollu ölü çocuğu, Klaus’un en yakın arkadaşı Ben bu zaman akışında hayatta ve tam bir pislik gibi davranmakta ama yine de onu canlı görmek güzel.
Gelelim geriye kalan altı süper kahramanımıza: Ekibin lideri, bir numara (Justin Cornwell) Marcus, özellikleri Luther ile aynı tek farkları maymun genleri. İki numara (Justin H. Min) Ben, onu zaten tanıyoruz. Üç numara (Britne Oldford) Fei, biraz korkutucu gözükse de aralarında belki de en güçlüsü o. Gözleri olmayan ama kargaları kontrol edebilen bir kadın. Dört numara (Jake Epstein) Alphonso, vücuduna aldığı her darbenin etkisini karşı tarafa iletiyor. Bazı noktalar hariç. Beş numara (Genesis Rodriguez) Sloane, yer çekimini kontrol edebiliyor. Bu akademiden en çok tanıyacağımız kişi kendisi olur ve bizim çılgın ailemize oldukça uyum sağlar. Altı numara (Cazzie David)Jayme. Bu hanımefendi düşmanının yüzüne attığı tükürükle halüsinasyon görmesine sebep oluyor. Ve yedi numara Christopher. Bu varlık havada uçan bir küp. Bir kadının onu nasıl doğurduğunu merak etmedim değil açıkçası. Yeni kahramanlarımızı tanıdığımıza göre gelelim kıyamete.
Bu sezonda da kahramanlarımızın bilmeden sebep oldukları the Grandfather Paradox “Dede Paradoksu” evreni tamamen yok edecek bir kara deliğe sebep oluyor.
Her ne kadar konu bir döngünün içine sıkışmış gibi gözükse de izleyici bundan asla sıkılmıyor. Bunun sebebi de kahramanlarımız ne kadar güçlü olursa olsun her şeyden önce insan olduklarını izlemek bence. Hayal kırıklıkları, öfke krizleri, mutluluklar, aşklar, kayıplar, kendini bulmalar… Dünyanın sonu gelse dahi duygularını asla kaybetmeyip ellerinden geleni yapmaları izleyiciyi en çok etkileyen tarafları olabilir.
Olayların içinde geçtiği the Hotel Obsidian’dan bahsetmemek olmaz. Bu sezonda kahramanlarımızın kaldığı bu otel normal otellerden oldukça farklı. Çünkü dünyayı ancak bu oteldeki sır sayesinde kurtarabilirler. Tabi bu sırrı bulmaları ve anlamaları oldukça karışık olacaktır.
Aynı zamanda Klaus’un sayesinde keşfettikleri bir öz anne problemleri vardır. Maalesef bu zaman akışında kahramanlarımızın anneleri ölmüştür ki bu da Dede Paradoksu’na yol açar.
Konuya genel açıdan bakacak olursak oldukça iyi olduğunu düşünüyorum. Her ne kadar yine mi dünyayı kurtarmak diye düşünsek de sadece birkaç saniye sonra acaba bu sefer nasıl kurtaracaklar diye düşünmekten kendinizi alamıyorsunuz. Ayrıca bu sezonda işin içine karakterlerin duygularını bu kadar katmaları sayesinde hikaye daha da derinleşmiş bir hal alıyor. Bunun en büyük örneği Elliot Page’in gerçek hayattaki kimlik değişimini diziye de katmış olmaları. Artık onu Vanya değil Viktor olarak görmekteyiz ki bu benim kişisel olarak oldukça hoşuma giden bir detay oldu. Hem karakterin tam anlamıyla oturmasını sağladı hem de Elliot Page’i desteklemelerini sağladı. Bu sezonda karakter olarak oldukça değişen bir diğer kişi de Allison oldu. Yaşadığı kayıplar ve Dallas da uğradığı ırkçılık onun ruhunu oldukça yaraladı ve bu onda hiç tahmin edemeyeceğimiz değişimlere yol açtı. Hikayenin karışmasını ve olayların gelişmesini sağlayan bir diğer etken de bu olmuş oldu.
Oyunculuklar ve görsel efektler ilk iki sezonda olduğu gibi yine çok başarılıydı: Aidan Gallagher namı diğer Beş Numara ve Robert Sheehan yani Klaus oyunculuk açısından yine harikaydılar. Ama bu sezon onlara birkaç kişinin daha katıldığını düşünüyorum. Emmy Raver Lampman (Allison) bu sezonda duygu geçişleri ve öfke krizlerini izleyiciye hissettirmek açısından çok başarılıydı. Elliot Page (Viktor) ise kendini bulmanın getirdiği bir eminlikle bunu karakterine çok iyi yansıtmıştı.
Sezonun tümüne baktığımızda kendini bulma çabaları, mutluluklar, intikamlar ve bir sürü sürprizle karşılaşıyoruz. Ve tabi ki sonunda Sör Reginald Hargreeves yapacağını yapıyor, istediğini alıyor ve kahramanlarımızı yeni ve çok farklı bir dünyada bir sürü sorunla baş başa bırakıyor. Dördüncü sezonda bizi nelerin beklediği ise oldukça meçhul. Büyük bir heyecanla yeni sezonu beklemeye hazır olun.
The Umbrella Academy 3. Sezon: Dünyayı Kurtarıyoruz Yeniden