Anasayfa İncelemelerFilm İncelemeleri Spider-Man No Way Home: Beklediğimizin Çok Daha Ötesinde

Spider-Man No Way Home: Beklediğimizin Çok Daha Ötesinde

Yazar: Sadık Dişli

Spider-Man No Way Home: Beklediğimizin Çok Daha Ötesinde

Marvel Sinematik Evreni’nin Infinity War ve Endgame ile beraber gelmiş geçmiş en çok beklenen filmi olan; hatta bunu da aşarak sinema tarihinin en büyük olaylarından biri haline gelen, MCU Spider-Man’inin üçüncü filmi olan Spider-Man: No Way Home’a sonunda kavuştuk. No Way Home’un yönetmenlik koltuğunda ‘Homecoming’ ve ‘Far From Home’u da  yöneten Jon Watts oturuyor. Bu film kendisinin yönettiği son Spider-Man filmiydi, artık Watts’ın yönetmenliğini ‘Fantastic Four’da izleyebileceğiz. Filmin oyuncu kadrosu bilindik ve heyecan verecek isimlerden oluşuyor, burada artık malumun ilanı olan isimleri de ekleyeceğim. Tom Holland ile de beraber Tobey Maguire ve Andrew Garfield, Spider-Man rollerine geri dönmüş durumda. Zendaya, Jacob Batalon ve Marissa Tomei rollerini koruyor. Sam Raimi’nin yönettiği Spider-Man üçlemesinden Willem Dafoe Green Goblin’e, Alfred Molina Doctor Octopus’a, Thomas Haden Church’de Sandman rolüne geri döndü. Marc Webb’in yönettiği The Amazing Spider-Man filmlerinden de Rhys Ifans Lizard’a, Jamie Foxx’da Electro rollerine geri döndü. Filmin müziklerini, ilk iki filmde olduğu gibi Michael Giacchino besteledi.

Filmimizi incelemeye geçmeden önce MCU Spider-Man’inin aldığı yolculuktan bahsetmek istiyorum. Sony, The Amazing Spider-Man serisinden istediğini bulamayınca Spider-Man karakterinin haklarını Marvel Studios ile paylaşmaya karar verip bizi mutluluktan havalara uçurmuştu. Captain America: Civil War’da da ilk görünüşünü yapan Spider-Man o filmden bir yıl sonra kendi solo filmine, Homecoming’e doğru yol almıştı. Hiç bir yerde adı sanı duyulmamış tecrübesiz yönetmen Jon Watts bu filmi yönetmesi için Kevin Feige tarafından seçildi. Homecoming’in gerçekten fazlaca doğru şeyler yapan çok iyi bir film olduğunu düşünsem de birçok fan MCU Spider-Man’ini, Tony Stark’ın altındaki bir çaylak olarak görmüş ve karakterden tabiri caizse soğumuştu. Ben bu eleştirilerin hiçbirine katılmıyordum çünkü bu Spider-Man’in orijin hikâyesinin birden fazla filme yayılacağını görebilmek çok zor bir şey değildi. Infinity War ve Endgame’de de göründükten sonra Far from Home’da ikinci solo performansını bizlere izleten Spidey yine birçok fandan aynı eleştirileri alsa da ben Far from Home’a adeta hayran kalmıştım. Muhteşem karakterleri ve hikâyesinin yanında Jon Watts bu filmde nasıl iyi aksiyon çekilir sorusuna da ders niteliğinde yanıtlar verecek sahneler sunmuştu bizlere. Filmin mid-credit sahnesinde de Spider-Man’in kimliğinin ifşa olması, üçüncü Spider-Man filmine delicesine bir hype yapmamızın başlangıcını da sağlamıştı.

Üçüncü Spider-Man filmi nasıl bir film olacaktı? Kimliği açığa çıkan bir Spidey diyince akıllarımıza hemen “Kraven’s Last Hunt” hikayesi geliyordu. Geçtiğimiz günlerde de Tom Holland, filmin az daha Kraven filmi olacağını söyleyerek bu durumu doğrulamış oldu. Şunu söylemek mümkün; bizler bu filme kadar inanılmaz bir süreçten geçtik. Filmden önce Tobey Maguire ve Andrew Garfield’ın bu filmde olduğuna dair bazı dedikodular çıktı ama neredeyse hiçbirimiz buna inanamadık. Hepimiz bu büyük Spider-Verse olayı için henüz çok erken olduğunu düşündük. Daha sonra Alfred Molina ve Jamie Foxx, eski rollerini canlandırarak filme resmi olarak dahil oldu. Bunlara Benedict Cumberbatch de Doctor Strange rolüyle eklenmişti. Apaçık bir ‘multiverse’ filmi geliyordu. Marvel Sinematik Evreni’nin de sonsuzluk taşlarından sonraki büyük hikâyesi olan çoklu-evren konsepti, No Way Home’u da ziyaret etmişti. Daha sonra sağlam kaynak haline dönüşen bazı ‘scooper’lar filmde bundan çok daha fazlası olduğunu, filmin önce altı villain içerdiğini (daha sonradan bu rakam beşe indirildi) ve filmin ana kötüsünün Norman Osborn olacağını söylüyordu. Bunlara ek olarak da Netflix’teki dizisinden tanıdığımız Charlie Cox’un Matt Murdock olarak geri döneceği de iddia ediliyordu. Bu kadar fazla bilgiye Sony’den de bir doğrulama gelmiyordu çünkü Endgame’in pazarlama kampanyasına özenen Sony filme kısa bir süre kala ilk fragmanı paylaştı. Daha sonra görsel sızıntıların da eklenmesiyle artık her şeyden emin olduk.

Filmimize dönecek olursak, birçok fanın MCU Spider-Man’ine getirdiği eleştiriler ortadaydı. Üstelik Jon Watts’ın bu kadar ağır bir filmde ezileceğini ve beklentileri boşa çıkaracağını söyleyenler de vardı. Üstelik Tobey ve Andrew’ın gelişi de; Tom Holland’ın Spider-Man’ini gölgeleyecekti. Bu filmin onun filmi olduğu unutturacağını ve kendi karakterinin yine istenilen tecrübe seviyesine çıkamayacağını, yine başkalarının mentorluğu eşliğinde hikâyesini tamamlayacağını söyleyenler de fazlacaydı. Artık şunu söylemek mümkün, Jon Watts zaten daha önce de iyi işler çıkarmış olsa da, bu filmde kendisine ve eserlerine eleştiri getirenlere öyle sert tokatlar atmış, öyle dengeli ve muazzam bir film çıkarmış ki ben bile izlediğim filme inanamadım. Karşımızda gerçekten de süper-kahraman tarihinin en iyi filmlerinden biri var. Kişisel en iyi listemde No Way Home, Infinity War’un hemen ardında geliyor; ikisinin de gözümde değeri an itibariyle eşit. Karşımızda neredeyse her kesimin beğendiği haddinden fazla iyi bir yapım var, fanların bir yıldır oluşan beklentilerinin bile çok daha ötesinde bir film var.

İncelememizin bu kısmından sonrası filme dair spoilerlar içerecek. Spoiler yemek istemiyorsanız yazımızın son paragrafına bakabilirsiniz.

Samimiyetle söylüyorum, nereden başlayacağımı gerçekten bilemiyorum. Jon Watts; üç tane Spider-Man’in bulunduğu, beş adet villainın bulunduğu bir filmi o kadar güzel yönetmiş ki sinema salonunda birden fazla kez alkışlar ve çığlıklar havada uçuştu. Böyle bir atmosferi en son Endgame’de görmüştüm. Film, Far from Home’un tam olarak bıraktığı yerden, kimliği açığa çıkan Spider-Man’den başlıyor. Peter’ın yaşadığı şoku ve kaosu çok güzel yansıtabilmiş Watts. İlerleyen sahnelerde de yaşanan bu kimlik krizinin Peter’ın hayatını yaşanamaz bir hale getirişini, kendisinin, MJ ve Ned’in MIT’ye kabul edilmeyişini görüyoruz ve sonunda da bildiğimiz gibi Peter, Strange’e yardım istemeye gidiyor. No Way Home’un, kimlik krizinden ziyade multiverse’e odaklanacağını zaten filmden önce de biliyorduk lakin film bu kimlik krizini çok hızlı bir şekilde arkasında bırakıyor. No Way Home, rahatlıkla üç saate yaklaşabilen bir film olabilirmiş. Bu olayların ardından da bizi villainlar karşılıyor, açılışı da fragmanlardan ve filmin başarısız pazarlamasından aşina olduğumuz Doc Ock yapıyor. Peter’ın, nanoteknoloji vasıtasıyla Ock’un kollarını devre dışı bırakması gerçekten çok güzel bir ayrıntıydı. Bu filmde Peter’ın zekasını kullanarak olaylara dahil olmasına, çözümler geliştirmesine ve dövüşlerinden böyle galip çıkmasına adeta hayran kaldım. Görmek istediğimiz ve ihtiyacımız olan tam olarak da buydu. Peter’ın ayna boyutunda geometriyi kullanarak Doctor Strange’i alt etmesi bana salonda sevinç çığlığı attırdı adeta. Jon Watts, karakteri artık o kadar iyi bir şekilde anlıyor ve bize aktarıyor ki hayran olmamak elde değil.

Villainları teker teker hapseden Peter ve Strange önce Norman Osborn’u yakalayamıyor çünkü Norman bütün sinsiliğini kullanarak kendisini iyi biri olarak lanse ediyor. Önce May’i ardından da Peter’ı selamlıyor. Peter’ın, Strange gibi düşmanlarını kendi evrenlerine yollayarak ölmelerine izin vermemesi ve bunun için mücadele vermesi onun karakterini o kadar güzel ortaya koyuyor ki tebrik sunmak düşüyor bizlere. Peter, bunun yerine her karakter için onun gücünü ve kötücül yanlarını ortadan kaldıracak yeni bilimsel çözümler üretiyor. Görmek istediğimiz Peter Parker tam olarak da buydu. Jon Watts, böylesine kalabalık bir villain kadrosunun da çok iyi altından kalkmayı başarabilmiş. Norman Osborn filmin ana kötüsü, yani Willem Dafoe burada alkışı gerçekten hakediyor. Onun daha sonra da değineceğim gibi korkutucu performansı Goblin’i, Peter’ın hayatı boyunca unutamayacağı bir kötü haline dönüştürebiliyor. Norman, Peter için kişisel bir mevzu haline geliyor. Doctor Octopus, kendisine yazılan güzel senaryo ile de birlikte Spider-Man 2’deki karakterini aynen bu filme de yansıtabiliyor, kendisi tam olarak Peter’ın kimliğini öğrendiği ama kötülüğünden kurtulamadığı bir andan gelmiş bizim evrenimize. Sandman’de aşina olduğumuz karakterini de korumayı başarabilmiş, film boyunca tek isteği evine geri dönebilmekti. Jamie Foxx, Electro’ya çok farklı ve güzel bir yorum getirmeyi başarmış, The Amazing Spider-Man 2’deki kötü Electro’yu unutturabilmiş. Bu filmde onun motivasyonu, gücü istemesi; Peter ile ilişkisi gerçekten güzeldi. Lizard ise fazla gözükememesi ve zayıf motivasyonuyla filmin zayıf halkası olarak kalmış.

Filmde Spider-Sense’in gerçekten sonuna kadar hakkının verilmesi de muhteşem bir olaydı. Peter’ın uzun bir süre Spider-Sense’inin etkisi altında kaldığı ve sonunda da ağını fırlatarak Norman’ın niyetini açığa çıkardığı kısım gerçekten de gerilimi bol ve kaliteli bir sahneydi. Filmin ana kötüsü Norman ve Peter’ın bundan sonraki sahneleri de gerçekten Tom Holland’ın dediği kadar karanlık ve sertti. Daha önce yakın dövüşünü izlemediğimiz MCU Spider-Man’i bize alışılagelmedik sert sahneler izletti ve bundan daha mutlu olamazdım. Goblin ve Spider-Man’in binanın katlarını yerlere yıka yıka geldiği bu ‘brutal’ kavga; gözlerimizi yaşartacak bir biçimde May’in ölmesiyle sonuçlandı. May’in bu filmde sunduğu karakter, her ne olursa olsun iyiyi yapmaktan vazgeçmemesi ve Peter’a o meşhur ‘büyük güç, büyük sorumluluk getirir’ sözünü söyleyerek aramızdan ayrılması gerçekten çok üzücüydü. Salondan ağlama seslerinin de gelmesi bu vuruculuğu daha da kanıtladı. Bu sahneden sonra inanılmaz karanlık bir yola giren bu film, her dakikada çok daha iyiye gitti. Hemen ardından da salonların çığlık çığlığa kalmasını sağlayan, hepimizi heyecanlandıran malumun ilanı sahneyi izledik; Ned’in açtığı portallar ile Tobey ve Andrew filme dahil oldu. No Way Home, zaten gerçekleştirmesi gereken her şeyi beklentilerin ötesinde yapan bir film olmasına rağmen böyle yıllarca tadından yenmeyecek fangasm’ları da göstererek pastanın üstündeki çilekleri bize afiyetle yedirebildi.

Tobey ve Andrew’ın Tom ile ilk buluşmaları, herkesin kendi kayıplarından bahsettiği büyük gücün büyük sorumluluklar getirdiğinin vurgulandığı kısım gerçekten de muhteşem yazılmıştı. Tobey ve Andrew bu sahneden sonra gerçekten filme oldukça renk kattılar; bu üç Peter’ın da villainlar için geliştirdikleri yeni çözümler karakterin zekasını bir kez daha ortaya koymuş oldu. Tobey ve Andrew’ın kendi karakterlerini çok güzel bir biçimde yansıtmayı başarabilmesi; onların birbirleriyle kurduğu ilişki gerçekten de şahaneydi; nasıl övebileceğimi artık kestiremiyorum. Ağ atıcının ne olduğunu bilmeyen Tobey ve şoka uğrayan diğer iki Peter, Avengers’ın ne olduğunu bilmeyen diğer iki Spider-Man, belini kütletmeye çalışan Tobey ve ona yardım eden Andrew gibi sahneler izleyicileri kahkahalara boğdu. Film, karanlık tonunu sonuna kadar verebilirken mizah dozajını da çok güzel yedirebiliyor. Ne Infinity War ne de Endgame mizahını böyle ayarlayamamıştı. Fragmanda da gördüğümüz, MJ’i acaba Andrew mı kurtaracak sorusu da cevaplandı, gerçekten de Andrew düşen MJ’i kurtardı. Onun bu hamlesinden sonra duygulanması biz izleyiciler için unutulmaz bir andı. Filmin son dövüşü olan Goblin kavgası da bugüne kadar MCU’da gördüğümüz en sert sahnelerden biriydi, hatta belki de en serti. İçindeki karanlık yönü ortaya çıkartan Tom’un Spider-Man’i adeta biz neler izliyoruz böyle dedirtti. Bu sert dövüş de az kalsın Peter’ın Goblin’i öldürmesi ile sonuçlanacaktı; araya Tobey girene kadar. Tobey’nin bu filmde yer aldığı konum ve tecrübesi tek kelimeyle şahaneydi. Burada da Watts tekrar ve tekrar tebriği hakeden isim. Tobey ve Andrew gözükmesi gerektiği kadar gözüküyorlar, Tom’un hikayesini bölmüyorlar ve bu filmin aslında kimin hikayesi olduğunu da bize unutturmuyorlar.

Filmin çözüm kısmı da bol bol övgüyü hakediyor. Diğer evrenlerden Peter Parker’ı tanıyan insanların bizim dünyamıza gelmesinin önüne geçebilecek tek yol, evrende Peter’ın kim olduğunu herkesin unutacak olmasıydı. No Way Home’un bize verebildiği bu büyük ve duygusal karar muhteşemdi. Bununla beraber MCU Spider-Man’i de orijin hikayesini geride bırakmış oldu. Artık onun Spider-Man olduğunu bilen kimse kalmadı. Çevresinde Peter’ın kim olduğunu bilen kimse kalmadı. Onu koruyacak, onunla yaşayacak tek bir kişi bile yok. Maddi anlamda ona destek sağlayacak kimsesi yok. Kendisine verilecek multi-milyon dolarlık bir kostümü yok. Peter’ın geldiği bu konum, kendisine diktiği muhteşem kostüm artık onun tamamen bir ‘’Spider-Man’’e dönüşmesini sağladı. Hayatın bütün zorluklarını yaşarken sorumluluklarını da unutmayacak bir kahramana dönüştü. Sonunda kendi kostümünü de dikti, ve bu kostüm muazzam gözüküyor. Bu film gerçekten bundan daha iyi bir sona ulaşamazdı.

Filmin iki tane after-crediti bulunuyor. Bunlardan ilki Sony’s Spider-Man Universe’teki Venomu içeriyor. Kendisi Let There be Carnage filminin after-credit’inde MCU’ya selamlarını sunarak giriş yapmıştı. Bu sahnede de Venom’un Strange’in büyüsü yüzünden MCU’ya geldiğini anlıyoruz, kendisi de sahnenin sonunda evrenine geri dönüyor. Bıraktığı bir parça simbiyot ise bizlere Spider-Man 4’ün apaçık konusunu sunuyor. Sadece Spider-Man’in kimliğini bilenlerin evrenimize ziyareti de kafalarımı karıştırıyor çünkü Eddie Brock’un Peter Parker’a dair en ufak bir fikri yok. Üretebileceğimiz teori ise simbiyotların Let There be Carnage’da bahsedildiği gibi çoklu-evren arası ortak bir zihne sahip olması. Böylelikle Eddie evrenimize ziyaretini yapmış olabilir. İkinci after-credit ise Multiverse of Madness’ın kısa bir tanıtımını içeriyor. Açıkçası bu taktiği en son The First Avenger filminde görmüştük. Multiverse of Madness kendisinden beklenildiği gibi çok iyi gözüküyor. Filmin fazlaca yeniden çekilmiş sahne içermesi endişelendirse de Sam Raimi’nin ortaya iyi bir iş çıkardığını tahmin etmek zor değil.

Toparlamak gerekirse; Spider-Man: No Way Home çizgi-roman filmleri tarihinin gelmiş geçmiş en iyi filmlerinden biri olmuş, bize bazı şeyleri neden bu kadar sevdiğimizi hatırlatan ağır ve duygu dolu muazzam bir yapım var karşımızda. MCU Spider-Man’ine getirilen bütün eleştiriler artık ortadan kalkmış durumda. Michael Giacchino soundtrackte üstüne düşen her şeyi fazlasıyla yaparken, film gelmiş geçmiş en iyi Spider-Man görselliğine sahip, The Amazing Spider-Man filmlerini de bu anlamda geride bırakmış durumda. Bundan başardığı daha büyük şey ise No Way Home bugüne kadarki gelmiş geçmiş en iyi Spider-Man filmi, Spider-Man 2 tahtını açık ara farkla devrediyor. Jon Watts, bugüne kadar bir Spider-Man filminde gösterilmiş en iyi yönetmenliği gösterdi bizlere, bu unutulmaz sinema olayını ve dolu dolu kadroyu ders niteliğinde kullanmayı başarmış; kendisinin yöneteceği Fantastic Four filmine olan merakımız artmış oldu. Bu filmi ilk gün sinemada izleyenler, özellikle IMAX salonunda bu deneyimi yaşayanlar gerçekten de hayatları boyunca unutamayacakları bir sinema olayına şahitlik ettiler; ben şahsi olarak sinemada yaşadığım bu alkış ve çığlık içeren anları hayatım boyunca unutamayacağım. Eğer bu filme bilet almadıysanız bu yazıyı hemen kapatıp sinema salonuna doğru koşun, çünkü karşımızda boş vakitte izlenecek klasmanda bir film bulunmuyor. Tarihe şahitlik etmek istiyorsanız; sinema salonunda yerinizi alın, çünkü No Way Home fazlasıyla buna değecek.

Spider-Man No Way Home: Beklediğimizin Çok Daha Ötesinde

Bunlar da ilginizi çekebilir

Yorum Yap

Bu internet sitesinde, kullanıcı deneyimini geliştirmek ve internet sitesinin verimli çalışmasını sağlamak amacıyla çerezler kullanılmaktadır. Bu internet sitesini kullanarak bu çerezlerin kullanılmasını kabul etmiş olursunuz. Kabul Et Daha Fazlası...