Saturday Night: Devrim Bu Gece Başlıyor
Saturday Night Live, adı üstünde, cumartesi geceleri saat 23.30’da yayınlanan bir skeç programı. Birbirinden komik, eğlenceli ve son derece hiciv dolu şakaların yer almasıyla tuhaf olabilen bu program, 50 yıldır yayına devam etmekle kalmıyor; aynı zamanda Billy Crystal, Dan Aykroyd, John Belushi, Gilda Radner’ın yanı sıra Amy Poehler, Chris Rock, Maya Rudolph, Kristen Wiig gibi birbirinden sağlam aktörleri tanımamızı sağlayan bir programmış. “Programmış” diyorum çünkü bu program hakkında araştırma yaptığımda şok olduğumu söyleyebilirim.
Şimdi ise programın 50. yıldönümü için bir hediye olarak gördüğüm Saturday Night filmi devreye girdi. Üstelik yönetmen koltuğunda Juno (2007), Up in the Air (2009), Tully (2018) ve Ghostbusters: Afterlife (2021) filmlerinin yönetmeni Jason Reitman oturuyor. Senaryoda ise Ghostbusters: Frozen Empire (2024) filminin yönetmeni Gil Kenan ile birlikte imzası var. Bu yılki Filmekimi’nde belki de komik olduğu kadar alaycı bir film var karşımızda.
1975 yılı; Soğuk Savaş’ın devam ettiği, Microsoft’un kurulduğu ve Steven Spielberg’in yönettiği sağlam korku filmi Jaws’ın vizyona girdiği sene. Tarih 3 Ekim, saatler 22:00. Henüz 30’larına gelmemiş bir grup genç, 90 dakika içinde televizyon dünyasında devrim yaratma potansiyeli olan bir programa hazırlanıyorlar. 90 dakika boyunca ülkenin durumuyla alay eden skeçlerin yer alacağı bu programda, saat 22.00’den programın başlama saati olan 23:30’a kadar yani 1,5 saat içinde yayına hazır olmak zorundadır. Ancak bu hazırlık süreci hiç de güllük gülistanlık gitmiyor. Aksine stüdyo tam anlamıyla kaosa dönüyor. Çünkü süreç son derece sinir bozucu, stresli, şiddetli ve küfürlü geçiyor; yani her şey kontrolden çıkıyor. Prova esnasında ışıklardan biri kırılıyor, stüdyoda yangın çıkıyor ve küfürler havada uçuşuyor. Filmin hikayesi bu şekilde ilerliyor ve film boyunca duymadığımız bir alay ve eşek şakası ya da şahit olmadığımız bir şiddet olayı kalmıyor.
Evet, bu film bir komedi filmi ama sadece bir komedi filmi değil; bu, aynı zamanda kısmen de olsa sarkastik, alaycı ve tansiyonu bir an bile düşmeyen bir hiciv, hatta bir kara komedi filmi. Çünkü bu film televizyon dünyası, 70’lerde yaşanan olaylarla ve en önemlisi Amerika ile alay ediyor; tıpkı programın kendisi gibi. O dönemin olaylarıyla da alay eden bir yapısı var ve filmde hayrete düştüğüm anlar oldu. Fakat nedense ben bu filme pek gülemedim. Bazı şakalar bana geçmedi, verdiği mesajlar yeterince etkili olmadı ve bazı oyunculukları pek beğenemedim. Yine de film, programın kendisi gibi cesur bir hiciv filmi olmuş.
Neredeyse tek bir mekânda geçen filmin sinematografisiyle ve kurgusuyla başlamak istiyorum. Görsel açıdan (hem sinematografisi hem de kurgusuyla) ritmik, dinamik, enerjik ve çarpıcı bir işleyişe sahip. Bazı sahnelerde kesintiye gerek duymazken, bazı sahnelerde ise sizi yay gibi geriyor; tıpkı filmdeki karakterlerin gerginliği gibi. Eski dönemi birebir yaşatmak için film, 35mm formatında çekilmiş ve bu da tam isabetli bir tercih olmuş. Jason Reitman’ın yıllardır çalıştığı görüntü yönetmeni Eric Steelberg’in 35mm’lik sinematografisiyle tam anlamıyla nostaljik bir sinema deneyimi olmuş.
Müzikler ve için de aynı şeyi söylemek mümkün. Filmin müzikleri, hikâyedeki gerginliği arttırmaya ve sizi dimdik ayakta tutmaya yetecek kadar hareketli. Sesleri ise de öyle. Ama müziklerden, çok sesleri bu filmin en işleyen yönü olmuş ki, bir şeylerin kırılma sesleri, tik tak sesleri gibi unsurlar, Birdman havasında da olsa gayet yerinde bir kullanıma sahip.
Sinematografisi, ses tasarımı, müziği ve kurgusu kadar oyunculuklar da gayet iyi. Programın yaratıcısı Lorne Michaels’ı canlandıran Gabriel LaBelle, her şeye rağmen azimli, tempoya ayak uydurabilen, yetenek avcısı ve iş bitirici birini başarıyla oynuyor. LaBelle, gerçekten takdir edilesi bir Z kuşağı oyuncusu. Onu daha önce The Fabelmans (Steven Spielberg, 2022) filminde izlemiştim ve yeteneğine hayran kalmıştım. Bu filmde de gerçekten döktürmüş desem yeridir. Onun dışında, Rosie Shuster’ı oynayan Rachel Sennott da kocası kadar iş bitirici olan bir kadını başarıyla canlandırmış.
Ayrıca sağlam bir oyuncu kadrosu var ve sinemalarda izlediğimiz kişilerin gençliklerini canlandırıyorlar: Chevy Chase rolünde Cory Michael Smith, Gilda Radner rolünde Ella Hunt, Dan Aykroyd rolünde Dylan O’Brien, Billy Crystal rolünde Nicholas Podany. Hepsi de görünüş ve oyunculuk açısından doğru bir seçim olmuş. Ancak bazı oyuncuları anmadan geçmek olmaz: Willem Dafoe, J.K. Simmons ve Matt Wood. Her biri kendine has karakterleri ve ruh hallerini başarıyla yansıtmış. Ancak Gabriel LaBelle’in dışında en iyi performansı sergileyen bir başka kişi kim derseniz, John Belushi rolündeki Matt Wood oldu. Yetenekli, komik ama bir o kadar da agresif bir ruha sahip olan John Belushi’yi oldukça ilginç bir şekilde canlandırmış. Matt Wood’u bu filmden sonra daha çok komedi filminde görebiliriz.
Sonuç olarak Saturday Night, iyi (ama çok iyi değil) bir hiciv filmi olarak yerini alıyor. İtiraf etmem gerekirse, Jason Reitman pek evrensel bir dil yaratamamış. Film, hem Saturday Night Live programına hem de Amerika’ya bir armağan niteliğinde. Ulusal bir hiciv filmi olarak, çok derin meselelere girmese de o dönemin olaylarına cesurca alay eden bir yapıya sahip. Dolayısıyla gayet iyi bir komedi olmuş. Yine de Filmekimi’nde izlerseniz, eğlenebileceğinizi garanti edebilirim.
Saturday Night: Devrim Bu Gece Başlıyor