Little Girl Blue: Geçmişi Affetmek
Otur orada, parmaklarını say
Ne yapabilirsiniz?
Küçük kız, bittin
Otur oraya, küçük parmaklarını say
Mutsuz küçük kız mavi
Janis Joplin – Küçük Kız Mavi
Dünya prömiyerini 76. Cannes Film Festivali’nde yapan, Little Girl Blue (2023), Mona Achache’ın hem yönetmen hem yazar hem de oyuncu olarak, intihar eden annesi Carole Achache’ı anlamak ve onun iç dünyasını öğrenmek için çabaladığı bir iç hesaplaşmadır.
Belgesel ve kurmaca unsurları birleştiren docudrama tarzıyla film, Carole Achache’ı daha iyi anlayabileceğimiz bir yapı kuruyor. Başrolünde Marion Cotillard’ın mükemmel oyunculuğuyla “Benim için her zaman mükemmel”, hikâyeyi derin bir empati ve etkileyicilikte taşırken aynı zamanda bir kadının bugüne dek duyulmamış sesine tanıklık etmemizi sağlıyor. Little Girl Blue, yönetmen Mona Achache’ın geçmişle yüzleşme ve annelik mirasını anlamlandırma çabasının bir ürünü olarak karşımıza çıkıyor.
Açılış sahnesinde, Mona’nın, annesinin yıllar boyunca biriktirdiği mektuplar, fotoğraflar ve yazılarla dolu bir kutuyu açtığını görüyoruz. Her bir belge, bir başka anı olarak Mona’yı annesinin bilinmeyen dünyasına bir adım daha yaklaştırıyor. Bu yakınlaşma, gerçekten o kadar iyi anlatılıyor ki, bir ailede bulunan “Anne, kız ve torun” kadınların kuşaklar boyunca ataerkil düzen tarafından cinsel istismarla yaşadıkları zorlukları ve taşıdıkları yükleri en yakından izlettiriyor. Ayrıca, film normal şartlarda birinin ağzından duyduğunuzda rahatsız olacağınız şeyleri hiçbir boşluk vermeden sizi buna maruz bırakıyor. Bunu söylemek benim açımdan zor da olsa film, kadın olmanın nelerle karşılaşmak olduğunu ve bundan doğan acıyı çok içten bir şekilde anlatıyor. Little Girl Blue, bir neslin taşıdığı öfkeyi ve aitlik sorununu (Vagabond) izleyiciye geçirmeyi başarıyor.
Açıkçası yönetmeni daha önce tanımayan biri olarak filmi sadece Marion Cotillard için izlemeye başlamıştım. Daha ilk dakikalarında film bana, bir kızın annesine dair bilmediği ve kabullenemediği, cevapsız kalan soruların olduğunu gösterdi. Bu başlangıçtan sonra, beklemediğim bir kurguyla ve evin her köşesine her duvarına, annesinin hayatının adeta parçaları olan belgelerin asılması iyi bir film izleyeceğimi gösterdi.
İlk sahneden sonra, filmin yönetmeni Mona Achache’ı, annesinin eşyalarını toplamış ve tek başına dururken görüyoruz. Ardından ‘Filmde bir başkası oynasaydı aynı hisler olur muydu?’ diye düşündüğüm Marion Cotillard, Mona’nın yanına geliyor. Eve geldiği andan itibaren o evden bağımsız biri gibi hissettiriyor. Mona’nın annesinin eşyalarını giymek için soyunmaya başlıyor ve o anda “Oscar ödüllü” oyuncunun çok sıradan bir kadın gibi davranışlarıyla, o güzel ve ilgi çekici görünümünü bir kenara bıraktığını görüyoruz. Bu aşamada, çok tuhaf ve uyumsuz iç çamaşırları onun büyüsünü kaybettiriyor. İşte burada yönetmen Mona Achache’ın ifadesiyle “bir fantezi ürünü gibi” olan algı, Cotillard konuşmadan yönetmenin annesi Carole Achache’ın kıyafetlerini giydiği sahnede yok oluyor.
Film ilerledikçe Marion Cotillard’ın yavaş yavaş Carole Achache oluşuna şahit oluyoruz. Bu dönüşüm öyle güzel yaşanıyor ki, bazen kameranın da çok yakından bize bunları izletmesiyle gerçekten Cotillard artık Mona’nın annesi oluyor. Öyle ki Google’da Carole Achache olarak arama yaparsanız ilk olarak Marion Cotillard çıkıyor.
Bu deneysel filmde oyunculuk açısından da çok zor olduğunu çoğu sahnede yönetmen ile Cotillard’ın konuşmasının direkt olarak izletilmesinden anlıyoruz. Bir sahnede Mona, annesi Carole’ün çayı nasıl içtiğini anlatması ve bunu anlatırken Cotillard’ın aslında çekimde olmadıklarını söylemesiyle, belgesel ve kurmaca arasında geçişler yaşadığımızı anlasak da yer yer düşündürüyor. Cottilard’ın araştırma yoluyla kişinin kim olduğunu ve nasıl canlandırılacağını öğrendiği bir film olduğunu söyleyebiliriz.
Film, Carole Achache’ın kendisiyle olan sorgulamalarına derinlemesine dalıyor. En önemli şüphesini, hatta içinde iğrenme de barındıran, Fransa’dan Amerika’ya gittikten sonra yaşıyor. Kadın olmanın ve kadın bedenine olan bakışın yarattığı cinsellik… Amerika’ya özgürlük arayışı için giden bir kadının sonunda ataerkil düzende bir obje olarak görüldüğünü ve kendisinin de yaptığı şeylerin iğrençliğiyle oradan ayrılıyor.
Dokunaklı, yenilikçi ve gerçekten rahatsız edici bir film, Little Girl Blue. Film boyunca, yönetmenin anlatımıyla annesi Carole Achache’ın kalıplara sığmayan ve farklı hisleri uçlarda yaşayabilen biri olduğunu görüyoruz. Film de aynen böyle, hem kurgusuyla farklı hem de karakteri ele alışıyla farklı daha doğrusu yenilikçi.
Ancak bu denli iyi bir film olmasına rağmen benim açımdan en büyük sorunu filmin bahsettiğim farklılıklarından dolayı -ne kadar dokunaklı olarak yorumlamış olsam da- duyguya gireceğimiz yerlerde başka bir şey yapıyor olması. Bazı sahnelerde gerçekten kendimi düşünüp duygulanacak gibi olduğum yerde başka bir şey yapıyor/anlatıyor ve o his kayboluyor.
Yazının başında sözlerini paylaştığım şarkının filmle bir bağlantısı yok ama film ismiyle bana bu şarkıyı hatırlattı. Otur ve parmaklarını say. Hüzünlü küçük mavi kız. Film gerçekten oturup parmaklarını yanlışlarıyla birlikte sayıyor ve sonunda yönetmen onca birikmişle intihar eden annesini affediyor. Little Girl Blue, bu yazıda bahsetmediğim yanlarıyla mutlaka şans verilmesi gereken iyi bir film.
Little Girl Blue: Geçmişi Affetmek